Dilan Polatlar nasıl kurtuluyor? 1996'da yasadan son anda çıkarılan iki kelime

Kara para lüks ve görgüsüzlükle kendisini teşhir etmekten asla çekinmiyor. Çünkü para aklama davalarında yargının eli “yasayla” bağlanmış durumda. 1996 yılında taslaktan çıkarılan o iki kelime milyarlarca dolar bedelinde.

CENGİZ ERDİNÇ


Memleket, iki aydır çetelerle birlikte kara parayı da konuşuyor.

Lüks otomobiller, havaya savrulan balya balya dolarlar, uçaklar, yatlar katlar üzerinden gövde gösterisi yapan görgüsüzlük sosyal medyadan televizyonlara kadar her yerde tartışma konusu. Bunun alın teriyle mümkün olmayacağı herkesin malumu.

Yüksek Yargının seçkin üyeleri bile, dilekçelerle süren düşük yoğunluklu çatışmada mühimmat olarak sınırsız para ve lüksle kendini gösteren görgüsüzlüğü kullanıyor, birbirlerini düğünlere gitmekle, özel uçaklarla gezmekle itham ediyorlar. Bu eğlenceli dilekçelerde rakibi çıkamasın diye makam katının asansör düğmesini söken Başsavcıdan söz eden koskoca Adalet Komisyonu Başkanı var!

Fakat bu kadar seçkin yüksek yargı mensubu, ipten kazıktan kurtulma organize suç baronu ve Bentley kullanan kaypak politikacı arasında gösterinin yıldızı hala Polat çifti. Eleştiriler karşısında yayınladığı videoda tüküren, bu yüzden de “Varoş Lama” diye anılan Dilan Polat ve ortadan kaybolup Ankara’da önemli görüşmelere girişen eşi Engin Polat resmi soruşturmaların başlamasıyla büründükleri sessizliği dün bir açıklamayla bozdu.

MASAK raporunu nasıl gördü?

“Etik ve edebe ilişkin aşırılıklarımız” ve “haddimizi aştığımızı idrak ettik” gibi özür cümleleriyle başlayan ve açıklama konu kara para aklama suçlamalarına geldiğinde hayli cüretkâr bir hâl aldı.

Hem gizli soruşturmadan bahsedip hem de o 3 Ekim’de gizlilik kararı alınmış soruşturmanın bir parçası olan MASAK ön raporunda haklarında vergi sorumluluğu dışında (vergi kaçakçılığı da denilebilir ama şık değil) başkaca herhangi bir kara para, yasa dışı bahis vb. olmadığını söyleyip gizliliği de ihlal ediyor. Şüpheli konumunda olanların gizli soruşturmanın gizli raporunu nasıl gördükleri sorusuna cevabı savcı vermeli.

Ancak çok daha ilginç bir cümle peşinden geliyor: “Bu güne kadar ülkemizde buna benzer olaylarda yaşanmış tüm soruşturmalara göz atıldığında yargılama sonucunda dağın fare doğurması gibidir."

Tüm soruşturmalar dediğine göre 1998’de yasalaşan 4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun’dan ve 2006 yılından sonra yerini alan Türk Ceza Kanunu’nun 282. Maddesinden söz ediyor. Konu aslında Al Capone ve çamaşırhaneleri efsanesine kadar uzayabilir. Capone, içki yasağı döneminde gelirini değil ama faaliyetini gizlemek için bozuk para ile çalışan çamaşırhaneler açmış, mahkemede ne iş yaptığı sorulduğunda da “yıkama işindeyim” demişti. Kastettiği para aklama değil, çamaşırın kendisiydi, yine de ağır bir vergi faturası eşliğinde 7 yıl boyunca Alcatraz'a tıkılmaktan kurtulamadı. Çamaşırhanelerle para yıkadığı efsane üzerinde kaldı.

Para aklama deyimi ancak 1973’te Watergate skandalıyla yasadışı fonların kaynağının meşrulaştırılması anlamını aldı.

Dağ neden fare doğurdu?

Fakat Polatların “dağ fare doğurdu” benzetmesi pek haksız sayılmaz. Çünkü Türkiye’de davul zurna ile ilan edilen bütün büyük yolsuzluk ya da uyuşturucu gibi operasyonlarda el konan varlıkların hemen hemen tamamı sahiplerine sessiz sedasız iade ediliyor.

Aşağıdaki tabloda Adalet Bakanlığı’nın 2021 yılı istatistiklerinden derlenen Türk Ceza Kanunu’nun suç gelirlerinin aklanmasını düzenleyen 282. Maddesinin birkaç yıllık seyri var. Cumhuriyet savcılıklarından başlayarak mahkemelere gelen her bir suçun nasıl seyrettiği konusunda bir fikir veriyor. (Rakamlar sanık sayısını değil suç ve karar sayılarını gösteriyor)

Ve görüldüğü gibi savcılıklara gelen başvurular ve oradan mahkemelere giden dosyalar yolda fire vere vere çok düşük mahkumiyetlerle sonuçlanıyor. Örneğin 2021 yılında savcılara gelen suç isnatlarının yarısına kamu davası açılmış ve bunların ancak yüzde 9’u mahkumiyetle sonuçlanmış. Savcılıklara gelen tüm dosyalardan mahkûmiyet çıkması yüzde 4 gibi. Oysa TCK ve özel yasaların bütünü düşünüldüğünde kamu davalarının yüzde 87’si mahkumiyetle sonuçlanmış. Savcılıklara gelen tüm başvurular düşünüldüğünde de bu para aklamayı düzenleyen 282. Maddenin yedi katı bir mahkûmiyet oranını gösteriyor.

Komisyondaki maharetli el

Peki niye böyle? Bu sorunun cevabı için 1996 yılının Haziran ayına, Ankara’da tatlı bir yaz gününe kadar geri gitmek gerek. Hükümet tarafından Türkiye’nin 1991 yılında üye olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) bünyesindeki Mali Eylem Görev Gücü’ne (FATF) vaat edilen kara para yasası 1994’de hazırlanıp iki yıl kadar raflarda tozlandıktan sonra 1996 yılında İçişleri Komisyonu’na gönderilmişti.

Hükümet tarafından oluşturulan taslağın ilk hali şöyleydi.

Cümlenin ikinci bölümündeki “bildiği veya bilmesi gerektiği” kısmına dikkat edin. Çünkü tasarı İçişleri Komisyonu’na geldiğinde 29. Madde usta ellerde küçük bir operasyon geçirecekti.

Buharlaşan sözcükler

Bir önergeyle iki kelime buharlaşıverdi. Çıkarılan “bilmesi gerektiği” ifadesi milyarlarca dolarlık aklamanın cezalandırılmasının, gelire el konmasının önüne geçti. Bu iki kelime çıkartıldığında devletin para aklayanın bunun suçtan elde edildiğini, yani suç geliri olduğunu bildiğini kanıtlaması gerekiyordu. Çünkü para aklama taksirle yani istem dışı, kusurla, dikkatsizlikle işlenebilecek bir suç değil, illa ki kast gerekir. Ve bu kastın manevi unsurunu tamamlamak da devlete düşüyor. Ve bu da pek mümkün değil. Taslağın ilk hali kalsa ve “bilmesi gerektiği” cümlesi yerini korusaydı, kara paraya elini dokunduran otomatik olarak kast unsurunu tamamlamış olacaktı.

1996 yılında bu iki kelimeyi taslaktan çıkaran yıldızlar karması gibi komisyon kimlerden oluşuyordu?

Başkan Korkut Özal, vekili Ahmet Uyanık (imza atmadı), Ersönmez Yarbay, Hüsamettin Korkutata, Hanifi Demirkol, Naim Geylani, Mehmet Aydın, Hayri Kozakçıoğlu, Erdoğan Toprak, Ali Rıza Bodur, Kemal Albayrak, Necati Çetinkaya, Yalçın Gürhan ve başka bir maddeye şerh koyan Fethullah Erbaş…

Meclis’te aksine ispat

Bütün dünyada organize suç ve onun motoru uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelenin ekseni finansal bağları koparmak, mal varlıklarına el koymak. TBMM’de kurulan uyuşturucu sorunları komisyonunda konuyu bilen polisler, savcılar, bürokratlar hep aynı şeyi söyledi. Organize suçta servetin tümüne el konması, varlık kaynağını ispat etme yükümlülüğünün kamuya değil, şüpheliye bırakılması. Yani tersine ispat!. İtiraz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan geldi: “Tamam adamın bütün malına el koy. Adam kendisinin uyuşturucu kaçakçısı olmadığını ispat etsin. Dünyada yok böyle”

Bakanın “yok böyle” dediği pek çok ülkede hatta Türk hukukunda da devlet memurlarının mal edinmesine ilişkin düzenlemelerde vardı.

Yargıdaki tuhaflıklar

4208 sayılı yasa 2006 yılında yerini Türk Ceza Kanunu’nun 282. Maddesine bıraktı. Maddenin ilk halinde bu bildiği bilmesi gerektiği konusu hiç geçmedi, ama 2009 yılında yapılan bir değişiklikle yasanın ilk maddesine bir fıkra eklendi ve para aklamasa da suçtan elde edilen malvarlığını “bu özelliğini bilerek” satın alan, kabul eden… kişilerden söz edilerek yine konu örtülü olarak bilme meselesine getirildi.

Para aklama davalarında yargılamada da tuhaf işler oldu. Yıllarca geciktirilen dosyalar TCK’nın ilk halindeki 5 yıl üst sınır üzerinden sanık lehine yorumlandı, uzatılan soruşturmalar “zaman aşımıyla” kapatıldı. Yargıtay’ın hem daireleri hem de Ceza Genel Kurulu pek çok davada taraf olmak isteyen Hazine ve Maliye Bakanlığı, “suçtan doğrudan zarar gören” olmadığı gibi akıl almaz bir gerekçeyle dışarıda bıraktı ve davalarda gereken uzmanlığı köreltti.

2021’e kadar olan dört yılda (son istatistikler) savcılıklara gelen yaklaşık 9 bin dosyanın, 4 bini mahkemelere ulaşabildi ve bunlardan sadece 700’ünde mahkûmiyet verildi (Yarısı 2019 yılında). Para aklamayla ilgili mahkûmiyet kararlarının ağırlığı da belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık ya da ihaleye fesat gibi suçun ve gelirinin ayan beyan ortada olduğu soruşturmalar. Uyuşturucu ya da benzeri ağır suçlar değil.

Karşılaştırmak bakımından, TCK ve özel yasalara bakıldığında 2021 yılında 9 milyon dosyadan 3,5 milyonu mahkemelere geldi ve 2,5 milyon mahkûmiyet kararı verildi. Türkiye’nin kara para serüveni böyle.

Ve iki kelime Bataklık dosyasından Sezgin Baran Korkmaz’ın getirdiği Mormon dolarlarına, tonlarca uyuşturucunun kaçırıldığı davalara kadar hemen her olayda, büyük gürültüyle başlayan soruşturmaların kaderini belirledi, pek çok dosyada el konan varlıkların sessiz ve biraz da mahcup biçimde iadesiyle sonuçlandı.

Bundan sonra da Türkiye’nin kara parayla olan serüvenini öyle ya da böyle etkilemeyi sürdürüyor.

Köşe Yazıları Haberleri