Muhalefetsizlik

Demokrasilerin en temel kurumu muhalefettir. Demokratik muhalefetsiz demokrasi, inşa da muhafaza da edilemez. Muhalefeti sadece siyasi partiler oluşturmaz, sendikalar, medya, akademisyenler, aydınlar, sivil toplum ve meslek örgütleri oluşturur. Muhalefetin bu alanı çok yoğun bir baskı altında.

Siyasi tahlil, mevcut siyasi tablo ve ortaya çıkan veriler üzerinden yapılır. Mevcut durumu değerlendirecek kadar birikiminizin, değerlendirme yapabilecek kadar da o siyasi düzenle ya da yapıyla ilgili bilginizin ve deneyiminizin olması gerekir. Yapılan siyasi tahliller de kişisel görüşlerle oluşur. Yani mutlak doğru değildir her zaman. Hele Türkiye gibi bir ülkede siyasi tahlil yapmak, toptan siyasete baktığınız zaman gerçekten hem zor hem de yapan için çok risklidir. Son somut ve sıcak örnek Sinan Ogan’dır. 14 gün önce ağır eleştirdiği rakibine, kendi seçmenini de ikna edecek hiçbir açıklama bile yapma gereği duymadan destek verdi. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Aynı durum AKP ve Recep Tayyip Erdoğan için de geçerlidir. “Erdoğan AB süreci ile ilgili ne düşünüyor?” sorusuna ABD’ye gitmeden önce havaalanında yaptığı açıklama üzerinden yorum yaparsanız, uçak ABD’ye vardıktan sonra yaptığı açıklama ile bu yorumunuz boşa çıkar. “Faiz hiç çıkmayacak hep düşecek” açıklaması üzerinden, “Erdoğan çok net ve defalarca söyledi faiz artmaz” değerlendirmesi yaptıktan kısa süre sonra faizler 3/4 kat artıyorsa bir daha kimse sizi ve yorumlarınızı dikkate almaz. Bu, gazeteci, yazar hatta muhalefet yapan siyasetçi açısından hayli sıkıntılı bir durumdur. Bu sıkıntılı durumdan etkilenmeyen tek kişi Erdoğan’dır. Bir biçimde bu siyaset yapma ya da devlet yönetme biçimini hem kendi seçmenine, tabanına hem de tüm dünyaya kabullendirdi.

1999’da yüzde 21,2 oy oranı ile iktidara gelen DSP’nin oyu bir kriz ve yönetilemeyen deprem nedeniyle 3 yıl sonra yapılan seçimlerde yüzde 1,2’ye düştü. Hükümet ortağı MHP de baraj altı kaldı, oyu yarı yarıya azaldı. Türkiye yıllardır, kalıcı hale gelmiş ve Erdoğan’ın bir nevi “ekonomik modeli” haline gelmiş bir kriz içinde. “Kötü günler geride kaldı, daha kötü günler ileride” başlıklı yazımda aktarmıştım, 1 Nisan’dan, yani yerel seçimlerden hemen sonra ekonominin direksiyonuna Mehmet Şimşek tam yetki ile oturacak. IMF’li ya da IMF’siz kemer sıkma politikaları ve acı reçeteler havalarda uçuşacak. Bunun işaretini bir türlü açıklanamayan, bilinçli olarak uzatılan emeklilerin maaşlarına yapılacak düzeltmelerde görüyoruz. Ocak ayına kadar mesele uzatılırsa, Ocak zammı emeklilerin birkaç yıl içinde alabilecekleri en iyi zam oranı olacak.

“Ben burada olduğum sürece hiç çıkmayacak” denilen faiz oranları da bu yıl sonuna kadar Şimşek’e verilen onay uyarınca yüzde 40’a kadar da çıkacak. Politika faizini yüzde 30 ya da 40 olması, faizlerin bu kadar olduğu gibi bir durum ortaya çıkarıyor ama değil. Çünkü piyasa başka işliyor, faizini bu orana bakmadan hemen enflasyonun üzerine taşıyor. Tüketici faizi bankalarda yüzde 60’ın, konut kredisi faizi ise yüzde 50’nin üzerinde. Özellikle inşaat sektörünün “kontak” kapatmaması için Erdoğan’ın bir siyaset yapma aracı olan kamu bankaları muhtemelen devreye sokulacak ve maliyeti daha az konut kredileri ile inşaat sektörüne takviye yapılacaktır. Bu modelin krizleri, sektörleri, “öldürmeyip süründüren” özelliğe sahip. İktidar düşüren boş tencerelerden de tam burada ayrılıyor bu ekonomik model.

Erdoğan da Şimşek de hep ekonomik rahatlamanın 2024’den sonra hissedileceğini açıklıyorlar. Tek haneli enflasyon için verilen tarih 2027. Ve bu arada 3 yıl ülke kemer sıkma ve acı reçete ile yönetilecek. Bu çok ağır bir tablo. Erdoğan 2028 yılında yapılacak seçimler için algoritmasını oluşturuyor. Birkaç ay erken yapmak zorunda olduğu seçimlere çok rahat bir ekonomik tablo ile girmenin hesabında. Planı bunu net gösteriyor. Krizin ardından sağlanan hafif de olsa rahatlama Erdoğan’ın seçimlerde işini kolaylaştırıyor. Bunu denedi ve sonuç aldı. Erdoğan 9 yıl daha iktidarda kalmanın hesabında. Bugünün mevcut siyasi tablosu da bunu mümkün kılıyor.

YSK, Anayasa’nın açık hükmüne karşın Erdoğan’ın 3’üncü kez aday olmasının önünü açarken aldığı kararla, TBMM’nin erken seçim kararı alması halinde bir kez daha aday olmasına olanak sağladı.

(16 Nisan 2017 referandumunda mühürsüz zarflarla ilgili yasaya açık aykırı aldığı kararla ve Anayasanın açık hükmüne karşı Erdoğan’ın 3’üncü kez adaylığına onay vererek YSK kendini hem yasama yani TBMM hem de anayasa yapma niteliğine sahip kurucu meclis yerine koymuştur. Yeni anayasa tartışmalarının yerine tartışılması geren yer tam da burasıdır.)

Bugünkü TBMM’deki dağılıma bakıldığı zaman, cumhur ittifakının 322 milletvekili var. Erken seçim kararı için en az 360 milletvekili gerekiyor. Eldekileri muhafaza ederek eksik 38 milletvekilini bulmak çok kolay değil. Bu 4 yıl sonrasının sorunu ama Erdoğan bunu bugünden düşünmeye başlamıştır. Yeni anayasa tartışmalarının bir köşesinde bununla ilgili bir düzenlemeyle karşılaşırsak şaşırmayın.

ABD’de, “seçildiği” anlaşılan televizyon kanalının sorularını yanıtlayan Erdoğan, Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş üzerinden de “size bunlardan ne” diyerek sadece seçmenine değil, tüm dünyaya mesajını verdi. Bu mesajın bir de sığınmacılarla ilgili alt okuması vardı, “biz sığınmacılarla ilgileniyoruz, ilgileneceğiz siz de bunlarla ilgilenmeyin” dedi açıkça. Batı ile her iki tarafça fiilen onaylanmış ilişkilerin bir özeti gibiydi bu aslında.

ABD’de bunlar olurken Türkiye’de yine sabahın köründe, bağımsız gazetecilik ya da sokak röportajları yapanların evleri basıldı. Birkaç bin kişinin ancak izlediği sokak röportajlarına bile izin yok. Bağımsız gazetecilik alanına baskı artarak devam edecek. Çünkü Şimşek politikalarının uygulanacağı dönemde mayınsız bir siyaset alanı gerekiyor Erdoğan ile AKP’ye. Kendi medyalarıyla bunu tam başaramıyorlar. Gerçeklerle bir biçimde havuz medyasının dışında bir yerde aniden karşılaşan AKP seçmeninin kafası hemen karışıyor. İstemedikleri de tam bu. Baskı sadece medya üzerinde yok. Her toplumsal muhalefetin ya da emek mücadelesinin önünde, sermayenin yanında devletin kolluk gücü var.

Demokrasilerin en temel kurumu muhalefettir. Demokratik muhalefetsiz demokrasi, inşa da muhafaza da edilemez. Muhalefeti sadece siyasi partiler oluşturmaz, sendikalar, medya, akademisyenler, aydınlar, sivil toplum ve meslek örgütleri oluşturur. Muhalefetin bu alanı çok yoğun bir baskı altında. Siyaset cephesi ise içine kapanmış, parti içi iktidar ya da partinin, yönetici elitinin de işine yarayacak faydasının peşinde. Siyasi muhalefet o kadar yok ki, cumhur ittifakı ortakları BBP ile Yeniden Refah Partisi’nin her açıklaması bu eksikliği net ortaya çıkarıyor. Buna bazen de o bilinen tarzı ve üslubu ile Erdoğan da katılıyor. Yani cumhur ittifakı kendi kendine muhalefet yaparak bu boşluğu da doldurmanın peşinde…

Köşe Yazıları Haberleri