Sık tekrarladığım bir cümle ile giriş yapayım: Memleket iyice normalini kaybetti. Her hafta birkaç tane anormali de aşan olaya, açıklamaya tanıklık yapıyoruz. Sıkıntılı olan, bu “normal” olmayan meseleleri bizler de “normal” gibi karşılamaya başladık.
Aslında her normalin belirleyicisi anormalidir. Anormal ortaya çıkınca bunun normalinin ne olduğunu düşünmeye, anlamaya ya da anlatmaya çalışırız. Normalin sözlük anlamı “alışılagelen, şaşırtmayan” olarak tanımlanıyor. Sıkıntı da burada başlıyor, artık biz, bir “normal” ile karşılaşınca şaşırıyoruz.
Bakana sorulmayan sorular
Geçtiğimiz hafta yaşanan ve normal olmayan bazı olayların altını çizelim. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ basın toplantısı düzenledi. Bu normal. Toplantıya “İletişim Başkanlığına akredite” olmayan kurumlar alınmadı. Bu normal değil. Çünkü kimin gazeteci olup olmadığına, hangi kurumlarda gazetecilik yapılıp yapılmadığına devlet ya da devletin bir kurumu karar vermez, veremez. Mesleki tanım üzerinden bir değerlendirme yapılacak ise oraya alınan kurumlar, bir iktidar odağı tarafından böyle “onaylandıkları” için gazetecilik yapılan kurumlar olma niteliğini kaybeder.
Nitekim öznesi cezaevindeki Selahattin Demirtaş olan soru bunun en önemli göstergesi. Demirtaş, bir legal siyasi partinin eş genel başkanı olarak tutuklandı ve 6 yıldır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına, Avrupa Konseyi’nin uyarılarına karşın yargı operasyonlarıyla cezaevindedir. Adalet Bakanını karşınızda bulduğunuz zaman, Ekrem İmamoğlu, Canan Kaftancıoğlu, Osman Kavala, Gezi tutukluları, Şebnem Korur Fincancı, Sibel Tekin’i hadi soramadınız, memleketin selameti için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile fotoğraf karesinin içinde yer alan ve devletin kayıtlarına göre suç örgütü lideri olan isimlerin yargıdaki davalarının nasıl hemen “kolaylaştığı” sorulsaydı bari. Ya da halen iddianameleri bile olmayan tutuklu gazeteciler, hasta, yaşlı hükümlüler...
Oysa “akredite” gazeteci arkadaşların sorusu “Demirtaş’ın attığı ve siyasete etkisi olan tweetlerin” nasıl önleneceği. Bakanın hoşlandığı bu soru bile olmayan talebi, gazetecilik açısından değerlendirmek bile anormal. Bunu geçtik.
Yazdıkları metne itiraz edenler
Düne kadar en sert açıklamalarla seçimlerin bir gün bile erken yapılmayacağını tam zamanında yapılacağını söyleyen iktidar bileşenleri bugünlerde, hatta kararını bile vermiş bir tonda seçimlerin öne alınacağını ifade ediyorlar. Burada biraz normal olmayan durumunu da aşarak akla ziyan bir gerekçe de dillendiriliyor: Mevsimsel şartlar. Oysa bir önceki seçim 24 Haziran 2018’de yapıldı. Bu memlekette 22 Temmuz’da seçim yapıldı. Erdoğan ilk cumhurbaşkanı seçildiğinde tarih 10 Ağustos’tu. Hepsi yaz aylarıydı. Seçimleri bir ay erkene almakla iktidarın neyi hedeflediğini kestirmek hem zor hem de kolay aslında. Ama asıl mesele seçimi nasıl erkene alacakları ve Erdoğan’ın aday olup olamayacağı meselesi.
Sarayın hukukçu “akıllarından” Mehmet Uçum daha önce hukukçu TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop’un dillendirdiği gerekçeyi altını doldurmaya çalışarak tekrarladı. Şentop, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra Erdoğan’ın bir kez seçildiği iddiasında, önceki ona göre eski sistem ve sayılmamalı. Uçum da “bir kişinin en çok 2 kez cumhurbaşkanı seçileceği” hükmü bulunan Anayasanın 101’inci maddesinin, Erdoğan’ın ilk seçiminden sonra kabul edildiğini, tekrar aday olabileceğine ilişkin tez olarak öne sürüyor. (Eski metinde de aynı hüküm vardı değişiklik yok yani) Bu sisteme nasıl geçildiğini de hatırlayalım; Devlet Bahçeli “anayasayı fiili duruma uygun hale getireceğiz” dedi ve bu kişiye özel, halen deneme yanılmayla yol alan sisteme geçildi. Bu hiç normal değildi.
Anayasanın Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve seçimlerini düzenleyen 101 ve 116’ncı maddeleri, okuyanların hemen anlayabileceği kadar açık. Muhtemelen uzun tartışmalar sonrasında bu içerikleri oluştu. Şimdi burada yazılanları farklı anlamlar yükleyerek bize anlatmaya çalışan 2 isim var, Şentop ve Uçum. Normal olmayan mesele işte tam burası, bu anayasa metnini yazanlar da bu 2 isim. Şimdi yazımına katkı sundukları anayasa metinlerini zorlayarak başka anlamlar çıkarmaya çalışıyorlar. Anayasa değişiklik metnini hazırlayan bu isimlere sormak lazım, metne, “cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde 2’nci döneminde de olsa bir kez daha aday olabilir” hükmünü niye burada koymadınız da “TBMM’nin erken seçim kararı alması halinde mevcut cumhurbaşkanı 2’nci döneminde de olsa bir kez daha aday olabilir” hükmüne koydunuz? Soru basit.
MHP ile AKP birlikte mi?
Sizin de dikkatinizi çekiyordur muhtemelen, 6’lı masa ittifak olmanın gereğini sürekli yapıyor. Taşra teşkilatlarında sık sık bir araya geliyorlar, bir parti yöneticisi seçim bölgesine gidince ittifak ortaklarıyla bir biçimde bir araya geliyorlar. Belediyelerin etkinliklerinde hep beraberler. Bu normal. Peki, cumhur ittifakında neden bu tür görüntülere tanıklık yapamıyoruz? BBP hatırlatılmazsa ittifak ortağı olarak akla bile gelmeyecek, ama iktidar ortağı gibi hareket eden AKP ve MHP’nin en azından yine ittifak halinde girecekleri seçime yönelik ortak bir seçim beyannamesi için temas halinde olmaları gerekmez mi? “Aday belli, karar net” ile bir seçim dönemi geçirilebilir mi?
Sinan Ateş cinayetinin MHP’de yarattığı travmanın kalıcı hasarları da oldu. Bahçeli’nin başsağlığı dilemediği, aramadığı Ateş’in eşini Erdoğan aradı. Bu, iktidarın kendi medyasında da çok görünür hale getirilmedi. Bu da normal değil. AKP ile MHP arasında “şahane” bir birliktelik olduğunun sanılmaması için birkaç noktaya temas etmek lazım. Birlikteliklerinin bir zorunluluk olduğunun altını da çizelim. Her ikisi de varlık yokluk seçimine giriyorlar.
Sızan MİT bilgi notu
MİT’in görevi, bağlı bulunduğu siyasi makama rutin olarak bilgi notları sunmaktır. Bunlar kısa bilgi ve yorum barındırır. MİT’in bu bilgi notları ya da kendi faaliyetleri için hazırladığı raporlar sızdığı zaman büyük sıkıntı yaratır. Kendi içinde bir çekişme ya da bir “niyet” ile bilgi, belge sızdırıldığına pek çok olayda tanıklık yaptık. Son olarak T24’den arkadaşımız Tolga Şardan, Sinan Ateş suikastı ile ilgili MİT’in Cumhurbaşkanına sunduğu bilgi notunun içeriğine de girerek yayınladı. Tolga, ilişkileri bu bilgiye ulaşacak kadar sağlam bir gazetecidir.
Hatırlatmakta yarar var, Erdoğan “Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek” diye bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamanın detayına girilmedi. Girilemezdi de. Çünkü bu cümle, Demirtaş ile Öcalan arasında var olduğu düşünülen sıkıntıya ilişkin yapılan bir değerlendirmeyi içeren “bilgi notuna” dayanılarak kurulmuştu. Bu bilgi notu sızdırılmamış, bizzat Erdoğan tarafından açık edilmişti. Bu niye sızdırılmadı da MHP ile ilgili olan sızdırıldı? Bu da normal değil. Çünkü eski MİT müsteşarı ile Bahçeli’nin yakın çalışma içinde bulundukları bir sır değil. Bu sızıntıyı en çok anlayıp kavrayacak olanlar onlar.
3 harfli marketlerle MHP arasında yaşanan tartışmaya perde arkasından Erdoğan’ın dâhil olduğu belirtiliyor. Çünkü bu market zincirleri AKP’nin yörüngesindedir. Marketlerin örgütlü olduğu dernek başkanlığından istifa etmek zorunda kalan Galip Aykaç, Bahçeli’nin kendileriyle ilgili sert açıklaması üzerine Erdoğan’a bir biçimde ulaştı ve ne yapılması gerektiğini sordu. Aykaç’ın aldığı yanıt hayli ilginçti. Erdoğan’ın Aykaç’a “çık yanıt ver” dediği belirtiliyor. Aykaç’ın yanıtındaki sertliğe bakılınca bu bilginin doğru olma olasılığı artıyor. Sonrasında yaşananlar Erdoğan siyasetini bilenler için şaşırtıcı değil.
Tüm bu MHP’yi yoklamaların bir anlamı olduğunu unutmamak lazım...