CHP Milletvekili Süleyman Bülbül, memleketi Aydın'da semt pazarında dolaşırken, tişört satan hukuk fakültesi mezunu bir gençle karşılaşmış. Gazete haberinde, birlikte çekilmiş fotoğrafları var. Pazarcı gencin giydiği sweatshirt'in göğsünde, ‘Imagination’ (hayal, hayalgücü) görülüyor.
Haberde pazarcı gencin adı geçmiyor, ama Süleyman Bülbül’ü fotoğraftan tanıdım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde aynı dönemde öğrencilik yapmıştık, kaldığımız öğrenci yurdunda odalarımız aynı kattaydı. Okul kantininde ayak üstü sohbetlerimizi hatırlıyorum, kütüphanede epey ders çalışmışlığımız vardır.
SIRALARDAKİ HEYECAN
Pazarcılık yapan delikanlı, hukuk fakültesi mezunu olduğu halde, pazarcılık yapmasını zorunluluk olarak göstermiş. Ekonomik şartlarının yetersiz olması, çok inandırıcı değil. Hakimlik/savcılık sınavına girmek için Ankara’ya gitmesine yetecek parası yokmuş, filan. Gerçek nedenin ne olduğu, tamamen kendisiyle ilgili ve ilk sayılmaz konuda. Hukuk mezunu olup, farklı işlerde çalışmayı tercih eden çok örnek var.
Konyalı Haydar, Süleyman Bülbül’le aynı sınıftan ve yurttan arkadaşımızdı. Fakülte amfisinin ön sıralarında yer kapabilmek için, erkenden kalkar, hava kararmadan yollara düşerdi. O yıllarda sınıflar çok kalabalıktı, ön sıralarda yer kapabilmek için öğrenciler arasında büyük çekişmeler yaşanır, hatta okula gelirken, yanlarında, tabure, katlanır plaj iskemlesi getirenler olurdu. Oysa, sınıfın amfi şeklinde yukarıdan aşağıya merdivenler şeklinde inen eğimi ve yüksek tavanlı olması, en arka sıralardan bile, 30 metre aşağıdaki kürsüde ders anlatan hocayı dinlemek mümkündü.
HAKİM/SAVCI DÜŞÜ İLE BÜYÜMEK
Bazen, Latif Demirci’nin çizimlerindeki karakterlerin şaşkınlığı içinde, sınıfın kapısında durup, ön sıralarda neredeyse kucak kucağa oturan öğrenci yumağına bakar, düşünürdüm.
Geldikleri lisenin parlak mezunları olmalıydılar. Bir an önce mezun olup, okulun kendilerine sunduğu meslek seçeneklerden birini tercih etme sabırsızlığı içindeydiler. Güvenli bir hayat istiyorlardı, hemen hepsi hakim veya savcı olmak istiyor, cüppeli olarak mahkeme kürsülerinde yer almak düşlerine giriyordu.
Süleyman’la benim, bu tür acelemiz ve telaşımız yoktu. Bu okulu her halükarda bitirecektik, mezun olamamak gibi bir korkumuz yoktu. Fakülte yılları boyunca geçirilecek zaman diliminde, hukuk bilgileri edinmek dışında, ‘kendimizi hayata karşı nasıl daha donanımlı hale getirebiliriz’ temelli kaygılarımız vardı.
Diplomayı nasıl olsa alırdık, önemli olan dünyayı anlamaktı. Artık aile ve mahalle, baskısı olamadığına göre, istediğin zaman, istediğin yerde, kendinle baş başa kalabilirdin. Kimse karışamazdı sana… Politik dağarcığını genişletebilir, edebiyata daha çok zaman ayırabilir, şiire dilediğin kadar yoğunlaşabilirdin.
HUKUKUN ÖTEKİ YÜZÜ
Hukukun, bize fakültede anlatılan reel boyutundan çok daha fazla siyasal, sosyal ve toplumsal anlamı olduğunu görebiliyorduk. Birikimimiz yetmiyor, ama derslerde anlatılan hukukla, ülkenin yaşadığı hukuk pratiği çok farklıydı.
Atatürk Öğrenci Sitesi’nin kantini, o dönem Barış Davası’nın görüldüğü spor salonu kompleksine bakıyordu. Bazen tutukluların, kelepçeli ve tek sıra halinde duruşmaya gidiş veya gelişlerini uzaktan izleyebiliyorduk. Süleyman’la aramızda, “mezun olduğumuzda, böyle bir davanın içinde olsak ne yaparız?” gibi varsayımlar yürütürdük.
Ve Süleyman’la, Haydar mezun olup, memleketlerine döndüler, ben kaldım. İkisiyle de bir daha irtibatımız olmadı. Çok sonra, Haydar’ın hakimlik, savcılık, ne de baroya kayıt yaptırmak için hiçbir girişimde bulunmadığını, Konya’da dükkan açarak, kırtasiyecilik yaptığını öğrendim.
HAYDAR’IN SEÇİMİ
Okulu günü gününe takip eden, hocanın anlattığı bilgilerle yetinmeyip, okul kütüphanesinde kalın kitaplara gömülen, derste tuttuğu notları akşamları düzenli olarak deftere geçiren, dünyada gelmiş geçmiş ünlü hukukçuları ezbere bilen, tarihe geçen hukuk kararlarını anlatan ve bir anlamda geleceği parlak bir hukukçu profili çizen Haydar’ın, diplomasının kendine sunduğu ve hayalini kurduğu seçenekleri elinin tersiyle iterek, esnaflığı tercih etmesinin arkasındaki neden, benim için hep merak konusu oldu.
Sonraları başka örneklere de rastladım. Fakülteyi bitiriyor, diplomasını alıyor ama hukukla ilgili bir uğraşı içinde olmak istemiyorlardı.
Hukuk fakültesi mezunu gencin, kendine iş olarak pazarcılığı en uygun, faydalı ve kullanışlı bulması bu nedenle çok şaşırtıcı değildi. Kendine tercih olarak sunulan, hukuk mesleklerini yapmayı, bir ihtimal olarak, o da düşünmüştür.
MEMLEKETİMDEN HUKUK MANZARALARI
Kadınlara yönelik şiddet, yaralama ve ölümle biten davalarda yargının takındığı tutumu, o da izliyordur. Öğrenci statüsünden yeni çıkmış olabilir ama Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a devredilmesinde bir gariplik olduğunu sezinlemiştir. Doğanın tahrip edilmesine karşı açılan, maden ve zeytinlik alanları ile ilgili yargılamadaki bir ileri-iki geri şeklindeki kararları duymuştur. Avukatların yaşadığı ekonomik zorluklar yanında, bir de müvekkilleri tarafından şiddete uğradıklarını, haciz sırasında borçlu tarafın tabancasından çıkan kurşunlarla öldürüldüğünden elbette haberdardır.
Çok daha önceleri, geçen yıl filan, Osman Kavala'nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen, serbest bırakılmadığını duyduğunda inanamamıştır.
2017 yılından itibaren cezaevinde tutulduğu halde, Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı bireysel başvurusuna karşılık olarak, ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği’ kararı verildiğinde de, donup kalmıştır.
Son olarak önceki gün, 1637 gündür tutuklu olan Osman Kavala için verilen nihai kararı öğrenmiştir.
RAVEL’İN BOLEROSU
Kavala’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs (TCK 312) suçlamasından, (takdiri indirim uygulamaya gerek duyulmaksızın) ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmasına, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin hükümeti ortaya kaldırmaya teşebbüse yardım etmekten 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldıkları haberini aldığında ise, gözlerini hafifçe kısıp, uzaklara bakmış olmalı.
Avukatların, büyük ihtimalle Sokrates’ten, Calas ve Dreyfus olayından, Rossenbergler'den örnekler vererek, müvekkilleri için yaptıkları savunmaların, aslında usulen yerine getirilen bir formaliteden öte gitmediğini, haklarında verilen hapis cezalarının sürelerinden anlamıştır.
Gerçekten de avukat Fikret İlkiz duruşmada “O halde biz burada ne yapıyoruz? Bir ritüeli tamamlamak üzere savunma yapıyoruz” demiş ve “ Ravel, en bilinen eseri Bolero için ‘İçinde hiç müzik yoktur’ der. Adaletin dağıtıldığı yer mahkemelerdir ama ne yazık ki içinde hiç adalet yoktur " diye devam etmişti.
Ağır mahkumiyet veren hakimleri tam düşüneceği sırada, giydiği sweatshirtın üzerinde yazı olarak yer alan ‘IMAGINATION‘ kelimesinin üzerine sigara külünün düştüğünü fark etmiş, sonra da üfleyip uçurmuştur belki.