Seçimler yaklaşırken, Türkiye siyasetinde özellikle Erdoğan iktidarının seçime odaklı dış politika hamleleri üzerinde durmaya çalışıyorum. Türkiye, tarihi, coğrafyası, birçok ülkeye yayılmış insani bağları, NATO gibi kurumsal üyelikleriyle önemli bir ülke ve burada kimin iktidarda olacağı birçok merkez için önem taşıyor. Batı sistemi uzun bir süredir çeşitli bağlantılar, angajmanlar ile başka ülkelerde iç siyasete nüfuz etmiş durumdaydı. ABD bazen el altından desteklediği siyasetçiler, bir dönem askeri yapılar, halkı peşinden sürükleyen güçlü liderler, sivil toplum, dini liderler vs gibi bağlantılarla Pakistan’dan Şili’ye Ukrayna’dan G. Kore’ye dek birçok ülkede iç siyasetin belirleyici bir oyuncusu olabildi.
Dünya değişiyor ve son on yılda Rusya da doğrudan, ABD yaygınlığı ve derinliğinde olmasa da, bazı ülkelerde iç siyaseti düzenlemeye başladı. Geçmişte bunu Ermenistan, Belarus ve bazı Orta Asya cumhuriyetlerinde yapabiliyorken, artık Türkiye, Macaristan, Sırbistan gibi ülkelerde iç politik gelişmeleri etkilemeye dönük daha yoğun girişimlerde bulunabiliyor. Hatta, Fransa, Avusturya, Almanya gibi ülkelerde bile sağ siyasetle örneğin 1990’larda görülmeyen bir bağlantısı var.
Değişen küresel dinamikler içinde Batı Ukrayna, Gürcistan gibi geleneksel Rus nüfuz bölgelerinde siyasete, Renkli Devrimler başta olmak üzere çeşitli araçlarla dahil olurken, Rusya da 2010’lardan itibaren Batı sistemi içindeki siyasete daha fazla angaje olmaya başladı. Bir bakıma Rusya Batı’ya kendi silahıyla cevap veriyor. Dış politikanın mantığı içinde bu anlaşılır bir tavır. Batı’nın müdahale tarzı ile Rusya’nın müdahale şekli kendi imkan, birikim ve anlayışına dayalı ve birinin diğerine ahlaki bir üstünlüğü yok.
Bu yazıda bir yandan Rusya’nın AB ve NATO üyesi Macaristan’da sağ popülist, otokrat Viktor Orban’a angaje olmasını ele alırken, öte yandan bu ülke siyasetinde muhalefetin pozisyonu ve otoriter liderlerin siyaset yapma tarzındaki şaşırtıcı benzerlikler üzerinde duracağım.
Putin Sınırları Zorluyor
Nüfuz bölgesi oluşturma, büyük güç mücadelesi Rusya tarihinin yabancısı değil. Hatta, Sovyetler Birliği de, sosyalist dış politikayı uluslararası düzeyde ABD ile bir güç mücadelesine indirgedi, alan kapma, uzay yarışı, nükleer ve konvansiyonel silahlanma yarışı gibi alanlarda ABD ile Realpolitik bir mücade yürüttü. Sovyetler dağıldıktan hemen sonra, o ekonomik ve siyasal açıdan zor dönemde bile Rusya “Yakın Çevre” doktrinini ilan ederek eski Sovyet coğrafyasının nüfuz alanı olduğunu duyurmuştu. ABD de, kendisine yakın durduğu sürece “Önce Rusya (Russia First) politikasıyla Rusya’nın bu türden nüfuz arayışlarına göz yummuştu.
Putin iktidarıyla Rusya özellikle 2007’den itibaren daha iddialı, daha uzak alanlara el atmaya başladı. Avrupa’da yükselen sağ popülizm, ırkçı ve otoriter eğilimler buna uygun zemin oluşturdu. Bir yandan Sırbistan ve Bosnalı Sırplar gibi geleneksel dostlarına dayanırken, öte yandan Fransa’da Le Pen, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Almanya’da AfD, Macaristan’da Orban’ın Fidesz Partisi ile muhalif Jobbik Partisi, Çek Cumhuriyetinde Cumhurbaşkanı Zeman gibi parti ve siyasetçiler aracılığıyla bu ülke siyasetlerine doğrudan ve dolaylı olarak nüfuz etmeye başladı. Irkçı Avusturya Özgürlük Partisi Putin’in Birleşik Rusya Partisiyle kurumsal işbirliğine giderken, Le Pen Putin ile yakın ilişkiler geliştirdi, onun savunucusu oldu. 2017’de Putin’i ziyaret edip fotoğraflarının olduğu bir broşür bastırdı. Ama Ukrayna işgali sonrası ülkede hava Putin aleyhine dönünce, bunları toplatmak zorunda kaldı. Almanya’da bazı AfD milletvekillerinin doğrudan Ruslarla ilişkileri de medyaya yansıdı. Putin Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinde etki politikasını hem siyasetçilere angaje olarak hem de twitter hesapları, radyo ve internet siteleri üzerinden yürüttü ve bu süreç devam etmekte.
Putin akıllıca bir politikayla AB ve NATO üyesi Macaristan, tarihsel dostu Sırbistan ve Bosnalı Sırplar ile çok kritik bir bölgede bulunan NATO üyesi Türkiye’yi kendisine yakın tutmayı başardı. Bunlardan Macaristan’ın hikayesi birçok açıdan oldukça ilginç ve derslerle dolu.
Macaristan’ın Orban’ı
Viktor Orban ve partisi Fidesz’in 2010’da iktidara geliş dinamikleri 2002 öncesi Türkiye’ye çok benziyor. Merkez siyasetin çökmesi, ekonomik kriz, sol siyasetin beceriksizliği sahayı Orban gibi fırsatçı ve iktidar için her renge bürünebilen bir siyasetçi için uygun hale getirdi. Hatta 2010 seçimde, seçim sistemi sayesinde parlamentonun üçte ikisinden fazlasını kontrol imkanı buldu. Bir kez devlet gücünü ele geçirince Orban bilindik yoldan ilerlemeye ve iktidarını güçlendirmeye başladı. Muhafazakarlık ve otoriterliğin mükemmel birliğinin sonuçları kendisini gösterdi. Yabancı düşmanlığı, AB, küreselleşme, Macaristan’a özgü bir öğe olarak George Soros’un şeytanlaştırılması, Rusyacılığın yükselişi, Suriyeli göçmen karşıtlığı, LGBT düşmanlığı, bürokraside kadrolaşma, hukuk düzeninin ve medyanın kontrolü. Oysa, Fidesz 1988’de liberal bir bakışla kurulmuştu, Soros’un da desteğini almıştı ama zaman içinde giderek milliyetçiliğe evrildi, Orban’ın yanında kurucu kadrodan kimse kalmadı.
Soros, Dış güçler, LGBT ve Göçmenler
Orban bir Soros burslusu, geçmişte Soros ile görüşmüş birisi. Tıpkı Erdoğan gibi, Soros’la görüşüp muhalefeti Sorosçulukla suçlamak gibi kendi içinde çelişmekten çekinmeyen bir siyaset tarzına sahip. Soros Macaristan doğumlu bir finansçı ve Macaristan’a özel bir ilgi duyuyor. Geçmişte yarı meşru finansal operasyonlarla zengin olmuş bir finansçıyı savunacak değiliz ama burada mesele Macaristan gibi AB ve NATO üyesi olan ve Ukrayna dışında hepsi de aynı örgütlerin üyesi olan bir ülkede Orban’ın bir dış düşmana ihtiyaç duyması ve lazım olduğunda onu icat etmesi. Soros’a karşı yazdığı bir makalede Orban Soros’u ulus-devleti ortadan kaldırmaya ve küresel bir açık toplum kurmaya çalışan şeytani bir karakter olarak tanımlıyor. Orban’a göre Soros AB bürokrasisini de kontrol ediyor, ulusları aşan bir küresel elitin dünyayı yönetmesi için çalışıyor. Soros’a göre demokrasi yalnızca liberal olurmuş, oysa Orban’a göre demokrasi Hıristiyan olmalı, özgürlük İsa’nın öğretilerini takip etme anlamına gelmeliymiş.
Orban Soros’un Açık Toplum Vakfı tarafından Budapeşte’de 1991’de kurulan Orta Avrupa Üniversitesine de zorluk çıkardı ve en sonunda üniversite faaliyetlerinin yüzde 90’ını Viyana’ya taşımak zorunda kaldı.
Sağcı, otoriter Orban yönetimi için dış güçler Brüksel bürokrasisi ve Sorosçu küreselleşmeciler. Burada da yine sağ siyasette bolca gördüğümüz bir ikiyüzlülük var. Bir yandan AB fonlarından faydalanırken öte yandan AB’yi Macaristan ulus-devletini zayıflatmaya çalışan bir dış güç olarak sunma çabası. Merkel’in kollamasıyla Orban bu ikili oyunu sürdürebildi. Bu süreçte yine sağ otoriter eğilimleri ortaya çıkan Polonya ile birbirlerinin açıklarını kapattılar, Macaristan Polonya, Polonya Macaristan için veto kartını kullanarak AB’nin sert önlem almasının önüne geçebildiler. Bu ittifak Rusya karşıtlığı güçlü olan Polonya’nın Ukrayna savaşında Orban’ın tutumuna tepki göstermesi yüzünden sona erdi ve Macaristan yalnızlaştı, AB fonlarında kesintiler yeni başladı.
Tabii medya kontrolü çok önemliydi ve aşama aşama medyanın yaklaşık yüzde 90’ı yandaş hale getirildi. Muhalif medya kuruluşları devlet gücü kullanılarak satılmaya zorlandı, hükümete yakın şirketler bir fon oluşturarak, medyayı fonlamaya başladılar, muhalif kanallara kamu ilanları kesildi, frekansları iptal edildi, yeni ele geçirilen kanallarda gazeteciler işten çıkarıldılar. Din, LGBT, küreselleşmecilere karşı ulusu ve kültürü koruma gibi muhafazakar ve kırsal dünyaya hitap eden konulara yapılan vurgular oy getiriyordu. LGBT’yi özendirmeyi önleme yasası, İstanbul Sözleşmesinin iptal edildiği yıl olan 2021’de çıkarıldı. Putin benzeri bir yasayı bir yıl sonra çıkaracaktır.
Yine Orban Suriyeli göçmenlerin gelişini ve ülkeyi Müslümanlaştırmaktan kurtaran ve Hıristiyan kültürünü koruyan lider olarak öne çıktı. Bu konuyu çok iyi manipüle etti. Ukraynalılar söz konusu olunca, onları kabul etti, hatta bu göçü savundu. Ukraynalılar bir tür Hıristiyan “ensar” muamelesi gördü. Eğitimli kesimler, gençler ülkeyi terk etmeye başladı. 10 milyonluk ülkede 500 bin kişinin ülkeden ayrıldığı tahmin ediliyor.
Avrasyacı Orban
Orban’ın geçmişte Rusya’ya bir sempatisi bulunmuyordu. Ama zaman içinde 2010’da iktidara geldikten sonra Orban AB içinde Putin’e en yakın, onunla en sık görüşen lidere dönüştü. Hatta, Ukrayna işgal edilmeden iki hafta önce Moskova’daydı. Hükümetin kontrolündeki medya Rusya yanlısı programlar yapıyor, Rusya’yı haklı gösteren bir yayın çizgisi izliyor. Doğal gazda Rusya’ya yüzde 60 ile en yüksek bağımlılık oranına sahip AB üyesiyken bir de 10 milyar euro tutacağı tahmin edilen nükleer santral yapım ihalesi Rusya’ya verildi. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyceği henüz belli değil. Bu arada Rusya’nın Uluslararası Yatırım Bankası da merkezini 2019’da Budapeşte’ye taşıdı. Rusya ile ticarette Ruble kullanılması gündeme geldi.
Ukrayna Savaşı Fırsatçılığı
2019 yerel seçimlerinde altı partiden oluşan Macaristan muhalefeti başta başkent Budapeşte olmak üzere büyük şehirleri kazandı. Bu gelişme Orban rejiminin çöküşünün başlangıcı olarak görüldü. Covid, ekonomide bozulma, yükselen enflasyon, birleşmiş bir muhalefet, herşey Orban aleyhine görünüyordu. Ama Ukrayna savaşı bu tabloyu değiştirdi. Macaristan’ın Ukrayna ile kısa da olsa sınırı vardı, savaş yanıbaşındaydı ve Orban Nisan 2022’deki seçimlerde bunu çok iyi kullandı. Böyle savaş zamanlarında güçlü liderlik önemliydi. İkili oyun burada da devam etti. Bir yandan AB yaptırımlarına onay veriyor, savaşı kınıyor öte yandan, Almanya ve diğer ülkeler petrol ve doğal gaz alımını giderek azaltırken, Macaristan hiçbir azaltmaya gitmiyordu. Seçimlere Ukrayna savaşının gölgesinde girilirken Başbakan Orban’ın propaganda bakanlığına dönüşen Macaristan İletişim Başkanlığı seçmenlere gönderdiği emaillerde yalnızca muhalefete karşı değil Brüksel’e, Soros’a ve ülkeyi Müslüman göçmenlerle doldurmaya çalışan dış güçlere karşı yarıştığını anlatıyordu. Muhalefetin seçilirse ülkeyi savaşa sokacağı, bombaların Macaristan’a düşeceği ülkenin birçok yerine asılan bilboardlarda tekrarlandı. Bu posterlerde AB yaptırımları eleştirilirken, aslında hükümet bunlara katılıyor, veto hakkını kullanmıyordu. Yine Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerini de onaylamayı geciktiriyordu. Orban yaptırımlara katılıp Ukrayna’ya Macaristan üzerinden silah gönderilmesine karşı çıkarken, Erdoğan hükümetinin yaptırımlara uymayıp silah göndermesi gibi ülkelerin konumundan kaynaklanan ters bir denklemin yaşandığını eklemek lazım.
İkinci olarak, Orban 13. maaş ve maaş artışı, yakıt ve gıda fiyatlarının dondurması, sosyalist sistemin bir kazanımı olan çok yüksek ev sahipliğinin ev fiyatlarının yükselmesi nedeniyle halkta yapay bir zenginleşme duygusunun yaratılması, Rusya ile yakın ilişki kurmanın ucuz doğal gaz ve elektrik garantisi getirdiği gibi kozları kullandı. Macaristan’ın Rusya’dan aldığı gazın avantajlı fiyatı hep işe yaradı. Orban AB fonlarını maaş artışında, Rus doğal gazını da ucuz enerji girdisi olarak kullanabilme maharetini gösterdi.
Ve tabii ki muhalefetin birbirine zıt ideolojideki partileri biraraya getirme sıkıntısı, sesini duyurma imkanının giderek kısıtlanması, seçim sistemine sürekli iktidarın işine gelecek şekilde müdahale edilmesi gibi faktörler de Orban’a yaradı. Anketlerde başabaş ya da Orban çok az farkla önde görünürken Orban çok rahat bir şekilde seçimleri kazandı, parlamentoda da çoğunluğu ele geçirdi. Bu dördüncü zaferiydi.
Avrupa kıtasında Belarus’ta Lukaşenko 28, Putin 23, Erdoğan 21 ve Orban 16 yıldır iktidarda. Her ülkenin kendisine özgü toplumsal, siyasal ve bölgesel dinamikleri var. Ama bunun yanında çok çarpıcı benzerlikler dikkat çekiyor. Öyle ki bazen otoriter liderlerin danışmanları biraraya gelip ne yapacaklarına dair ortak politikalar geliştiriyor hissini oluşturuyor. Ukrayna savaşına yaklaşımda bile bu türden kıvrak, iki tarafa da oynayan, savaştan faydalanmaya çalışan siyasal akıl devreye giriveriyor. Putin hem Orban hem de Erdoğan’ın Batı sistemi içinde olduklarını, orada kalmak zorunda olduklarını, AB ve NATO üyeliklerinin getirdiği sınırlamaları çok iyi biliyor. Bunu bir gerçeklik olarak kabul edip, bu noktadan bir cm uzaklaştırdığında, en küçük sorun yarattığında bunu kazanç hanesine yazıyor. AB ve NATO’da bu iki ülke üzerinden ayrım, kırılmalar yaratması gücünü göstermesi anlamına geliyor. Kendisi gibi, kendisine yakın liderlerin, partilerin, hareketlerin artmasından büyük memnuniyet duyuyor, sayılarının, etkinliklerinin artması için elinden gelen desteği veriyor.
Sağ popülizm güçlü liderlik, din, milliyetçilik gibi toplumsal hassasiyetler, simgeler ve duygu siyaseti ile devlet olanaklarını sonuna dek kullanarak gerçekliği ters yüz edebilmeye dayanır. Bazen büyük anlatılar dış güçler, küreselleşmeciler, bazen de sık pozisyon değiştirmeler seçmenin gerçeklik algısında bozulma yaratır. Savaş istikrar ve barış, yolsuzluğa dayalı büyük harcamalar ekonomik büyüme olarak sunulur ve kabul görür. Sağ otoriterlik kendisiyle çelişmenin normalleşmesinin, sıradanlaşmasının siyasete dönüşmüş halidir. Türkiye, Macaristan, Sırbistan, Rusya hepsinin hikayesi aşağı yukarı aynıdır.