13 Kasım 2022 saldırısının siyasal anlamını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Acaba AKP 6’lı masayı dağıtmanın ancak kendi 2’li masasını yıkmakla mümkün olabileceğini mi düşündü? MHP (ve Süleyman Soylu)’yu ekarte edip temiz yüzlü milliyetçi İyi Parti’yi mi ayartma planları yapıyor? Gayet mümkün. Biraz filmi geri saralım ve irtifa kazanalım.
Tanıl Bora’nın referans kitabını okumayan kalmamıştır herhalde. Bora'ya göre Türkiye’de siyasi yelpazenin sağında yer alan akımlarda üç değişik yaklaşım görülebilir: Milliyetçilik, muhafazakârlık ve İslamcılık[1]. Bu kitabın yayımlanmasından aşağı yukarı yirmi beş sene sonra bir güncelleme yapılabilir kanımca. Türkiye sağı hâlâ üç kategoride ele alınabilir, ancak:
Muhafazakârlık ve İslamcılık 2000’lerden itibaren iç içe geçmiş durumda. AKP öncesinde özellikle taşralı muhafazakâr taban, Demokrat Parti geleneğinden gelen muhafazakâr milliyetçi sağ partileri desteklerken siyasal İslam’ın kalesi Millî Görüş hareketine özellikle ekonomide devletçilik yaklaşımından ötürü uzak duruyordu. Zaten bürokrat/asker vesayetindeki rejim Millî Görüş’ün palazlanmasına izin vermiyordu. 2000 krizi sonrası AKP bir söylem devrimi gerçekleştirdi. Geleneksel Millî Görüş söyleminden üç noktada ayrıştı (“Bu gömleği çıkardık”): a) İslamcı söylemin savunduklarını, özellikle de başörtüsü meselesini “özgürlük”, “insan hakları” ve “demokrasi” çerçevesine oturttu, doğru da yaptı ve bir başka yazıda tartışacağım özgürlükçü solun desteğini alabildi. b) Geleneksel Avrupa karşıtlığını terk etti ve tam tersine Kemalist askeri ve bürokratik vesayet altındaki iktidar partilerinin dudak ucuyla isteksiz olarak kabul ettikleri AB katılım reformlarını gerçekleştirmeye başladı ve AB katılımının yapısal bir kriz içindeki ekonomiyi düzelteceğini düşünen üst-orta sınıfın ve bu sürecin Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacağını düşünen özgürlükçü solun desteğini aldı. c) Milliyetçilik söylemini paranteze aldı, daha doğrusu, milliyetçilik söylemini –hatta bazen ırkçılık söylemini- araç olarak dönem dönem kullandı. Ama tam ters söylemler de geliştirdi (“Milliyetçiliği gömdük”). Bu anti-milliyetçi politikalar gayrimüslimlerin durumunda birtakım iyileşmeler getirirken insan hakları savunucularının da desteğini aldı. Ancak temelde, milliyetçilik hep AKP politikalarının satır aralarında yer aldı.
Bu üç değişimin sonucu olarak AKP sağda tek parti konumuna yerleşmişti. Kendi tabanını niceliksel ve oransal olarak artırdı ve niteliksel olarak oportünist söylemlerle şehirlerdeki İslamcı ve muhafazakârları tek bir potada eritti. 2022’de, artık İslamcılar muhafazakâr ve vice versa.
Milliyetçi sağ her zaman olduğu gibi bugün de Türkiye siyasetinin en önemli harcı. Aslında sistem partilerinden milliyetçi olmayanı yok denebilir (Kürt hareketi partilerini şimdilik bir kenara koyalım). Ancak burada da bir nüans getirmek gerek. Türkiye’de milliyetçilik iki ana yol izliyordu, Turancı kan milliyetçiliği ve İslamcı kültürel milliyetçilik. Turancı hareketler 1940’larda geri planda kaldılar ama önemli kırılma 1980 darbesiyle yaşandı ve milliyetçilik Türk-İslam sentezinde vücut buldu. Turancılığın 1990 sonrası yeniden yapılanma çabaları özellikle Orta Asya’daki direnç yüzünden/sayesinde başarılı olamadı. Böylece MHP ekseninde meşrulaşan ve BBP ekseninde radikalleşen milliyetçilik İslam’ı başat referans olarak aldı. Bugün artık MHP milliyetçiliğinin, seçim ve kriz dönemlerindeki AKP milliyetçiliğinden büyük bir farkı yok.
Meral Akşener’in İyi Parti’si kısa zamanda başarılı bir konuma geldi zira AKP’den nefret eden ve ülkücü-mafya ilişkisinden tiksinen büyük şehir milliyetçilerine çıkış yolu sundu. Böylece sağ milliyetçiliğine ve muhafazakâr varoluş tarzına göz kırpan CHP’nin en önemli yedeği haline geldi. Yarın CHP’nin önüne geçerse şaşırmayın. Soylu-Bahçeli-Mafya-Korucu dörtgeninden daha yakışıklı bir milliyetçiliğe geçişi olanaklı kılan İyi Parti hem oylarını daha da yükseltebilir hem de AKP tarafında kayıp MHP’nin yerini alabilir. Hiç kimse de yadırgamaz. AKP artık milliyetçi-oportünist bir parti. Kendi kurtuluşunu görürse MHP’den İyi Parti’ye bir haftada geçebilir.
Açıkçası ve kısa yoldan söylemek gerekirse Tanıl Bora’nın 3 milliyetçilik “hali” artık el ele, iç içe, kucak kucağa. Hep öyleydi belki ama artık daha açık seçik görünüyor. Ama yeni bir kategori eklemek şart kanımca. O da Batı Avrupa’daki kapitalist sağ benzeri ekonomide ultraliberal politikaların izlenmesi gerektiğini düşünen vahşi kapitalist bir yeni sağ. Aslında elbette devlet destekli/kontrollü kapitalizmin yarattığı bir sermaye gücü daha önce de vardı ve bu kesim Turgut Özal ile iyice palazlanmıştı ancak 1990’lardan itibaren taşra sermayesinin güçlenmesi, bu kapitalist sağın muhafazakârlık ve İslamcılıkla kaynaşmasını sağladı. Büyük sermaye de -elitist reflekslerini muhafaza etse de- bu rüzgârın peşine takılmak zorunda kaldı. Böylece inşaat furyası ile hormonlanan ekonomi, bölgesel ticaretin artmasıyla, ABD’de basılan ve Körfez'de somutlaşan sıcak para akışı ile zenginlere zenginlik kattı (“AVM de olacak, rezidans da...”). Pragmatik kapitalizm zenginleşmek için, muhafazakâr İslamcı akımı bazen açıktan bazen de kerhen destekledi. Böylece klasik üç sağ akımına vahşi kapitalist sağ da eklemlendi ve AKP %40 - %50 bandına oturdu.
AKP’nin son on senedir gittikçe büyüyen paranoyasının temelinde yukarıdaki koalisyonun yapay olduğu gerçeği yatmakta. Zira yukarıda kısaca belirtilen “ortaklık” diyalektiğin gereği olarak bir karşıt ortaklık yaratma potansiyeline sahip. Bu da karşımıza 6’lı masa olarak çıkıyor. Bu potansiyelin fikri dahi iktidara alışmış ve ellerini çamura batırmış AKP’yi tir tir titretiyor.
Bir sonraki yazıda gene sağda konumlanan muhalefet cephensin kazanma potansiyelinin var olup olmadığına ve muhalefetin “sol”a kayıp kaymama ihtimaline bakacağız.
[1] Bora, Tanıl, Türk Sağının Üç Hali Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık, İstanbul, Birikim, 1999.