İktidarın yerinde olsam hiçbir konuda asla geri adım atmam…
Buna dolara füze takan faiz kararından, çocukları karanlıkta okula gönderen sabit saat uygulamasına her şey dahil.
Her gün biraz daha el yükseltirim. El yükseltmek konusunda yeterince yaratıcı olmadığımda kreatif agresif pazarlama direktörüm Bahçeli’den ve komplo üretim şefi Perinçek’ten yardım alırım.
Bu tip fantastik rejimlerde tek geri adım dahi iktidarın sonu olur.
İnsanlar bir kere geri adım attırdıklarını anladıklarında onları artık hiçbir güç durduramaz. O lezzet insan evladının diline, başarısı zihnine değdiğinde artık geri dönüş yoktur.
Adeta dişine kan değmiş kurt gibi önüne ne gelirse yıkıp geçer.
Felsefeci Slovaj Zizek “Gezi Parkı Olayları” döneminde Hürriyet’ten Çınar Oskay’a şöyle diyordu:
“İnsanlar işler berbatken isyan etmez. Devrimler, ayaklanmalar hiçbir zaman böyle başlamaz. Tersine, hayat iyileşirken beklentiler artar. Fransız Devrimi, monarşi çok sert ve acımasızken ortaya çıkmadı. Kral 1750’den beri güç kaybediyordu. Anti komünist ayaklanmalar da öyle. 1956 Macaristan’ında liberal komünist başbakan Nagy İmre zaten iktidardı. Açılma başlamıştı ama yetmedi. Bu sebeple Kuzey Kore’de devrim olmayacak. Bu çok üzücü bir ders. Baskıcı rejimlere tavsiyem şudur: Sonuna kadar acımasız olun ve asla geri adım atmayın.”
Memlekette işlerin görece daha iyi gittiği, çözüm süreci yaşandığı günlerdi.
Gezi Parkı’nda yeşil için başlayan küçük çaplı direniş yavaş yavaş tüm ülkeye yayılıyor, talepler yeşilden tüm renklere dönüyordu. Demokrasinin ve özgür düşüncenin başkenti Bayburt dışında 80 ilde irili ufaklı itirazlar toplumsal hal alıyordu.
Erdoğan muhalif ve kendi taraftarları onlarca kişi ve grupla görüşüyordu. İlk birkaç gün Erdoğan’ın bir uzlaşma arayışında olduğu sanıldı. Belki de gerçekten öyle bir düşüncesi vardı. Bunu bugün bilmek imkânsız. Erdoğan kendisi için tarihi doğruyu yaptı ve “Asla geri adım atmayacağını” söyleyerek olaylara sert bir şekilde müdahale etti.
Zizek’i doğrular gibi kendisi ve iktidarı için en doğru olanı yapmıştı. Baskıyı arttırarak devam ettirdi. Arkasından 15 Temmuz darbe girişimi geldi. Artık asıl kurmak istediği ülke için tüm şartlar hazırdı.
12 Eylül mahkemelerinde “Biz hapisteyiz ama düşüncelerimiz iktidarda” diyen MHP ve “Ordu bizi yargılayacağına ödül vermeli” diyen Perinçek’i tatlı bir telaş sarmıştı.
MHP için ırkçı düşüncelerini uygulayacağı, Perinçek’in fantastik Avrasyacı fikirleri için mümbit bir iklim oluşmuştu.
Yalnızca FETÖ’nün ciddiye alıp komplo kurarak hapsettiği Perinçek muteber siyasetçi olmuştu.
Her gece ekranlarda arz-ı endam ediyor, üfürüp üfürüp ipe diziyordu.
“İdam gelsin” demekten başka bir siyasi fikri olmayan ve bu günlerde “Dolar artacak diyenler vatandaşlıktan çıkartılsın” gibi çığlıklar atarak dikkat çekmeye çalışan BBP’yi de unutmayalım tabi.
“Dünyayı 5 büyük aile yönetiyor, herkes bize düşman, Ortadoğu’da oyun kurucu olacağız” tadındaki bu “Bağcılar kahvehane ittifakı” memlekete yön vermeye başlamıştı.
“O kadar da olmaz canım” denen hemen her şey yavaş yavaş oluyordu.
- Elbette ilk icraat olarak Kürt meselesi rafa kaldırıldı. Başta Demirtaş ve Yüksekdağ olmak üzere binlerce HDP’li hapse atıldı ve kapatma davası açıldı. Tüm belediyelerine kayyum atandı.
- Büyük tantanalarla Taksim’de kutlanmaya başlanan 1 Mayıs için önce utangaç bir şekilde “meydanda inşaat var” dendi sonra kökten yasaklandı.
- FETÖ'cüler için çıkartıldığı söylenen KHK'ler ile binlerce muhalif veya ‘gözünün üstünde kaşı olanlar’ devlet kadrolarından açlığa sürüklendi.
- Kaybedilen İstanbul seçimleri yenilendi.
- İstanbul sözleşmesi önce şeytanlaştırıldı sonra iptal edildi.
- Faizin dövize füze yakıtı olduğu anlaşılmasına rağmen bunda ısrar edildi.
Özet olarak; Gezi eylemleri başladığında 1.9 lira olan dolar 11 liraya çıktı. Ekonominin distopik kitabı yazılıyor ve memlekette demokrasi diyen herkese aşağı yukarı hain gözüyle bakılıyor.
Örnekleri uzatmaya gerek yok. Bugüne geldik sonunda.
“Kahvehane İttifakına” karşı parçalı muhalif partiler ne durumda biraz ona bakalım sonra toparlayacağız.
CHP kendi tarihsel kodlarıyla utangaç yüzleşmeler yaşıyor. Helalleşme tam olarak kiminle yapılacak bilinmese de bunun toplumda yankı bulduğu görülüyor. Utangaç sol adımlar, ulusalcı sağ adımlarla yüzde 25 ile yüzde 28 arasında salınıp duruyor.
İYİ Parti merkez sağ olmaya, ülkücü bilinçaltından yeni bir ANAP-DYP yaratmaya çalışıyor.
Ortada bir partiden/takımdan çok Meral Akşener gibi bir fenomen var. Adeta sıradan bir takım olmasına rağmen kadrosunda Maradona olan zamanın Napoli’si gibi.
HDP öncülü partiler yıllarca ‘Türkiye partisi’ olmamakla eleştirilmişti. 7 Haziran seçimlerinde tüm Türkiye’den oy alan HDP’nin başına gelmeyen kalmadı. Şimdi onun da önünde iki yol var. Ya özellikle Demirtaş’ın fikri takibiyle Kürt meselesini ve gelir eşitsizliğini biraz olsun çözecek sol-sosyal demokrat bir Türkiye parti olma performansını arttıracak ya da Bask’ların Batasuna’sı veya İrlandalıların Sinn Féin’i benzeri bir parti olarak kalacak. Tabii kapatılıp kalan son vekilleri de hapse atılmazsa.
Siyaset liginin 2. lig partilerine bakalım biraz da...
Şadırvan sohbeti ve camii yaptırma derneğinden öteye geçemeyen Saadet Partisi hala özgül ağırlık olarak AKP içinde bir sızı olsa da aldıkları oy ürküttükleri kadar değil.
AKP’den ayrılıp ama diğer partilerden oy alan steril muhafazakâr Babacan’nın Deva partisinin adı yalnızca ekonomi ile anılıyor. Bu kendileri için büyük “avantaj” ama onlar daha çok “vals yapmanın milletimizi rencide ettiği” gibi tuhaflıklarla meşguller.
Erdoğan’la girdiği kişisel bilek güreşini kaybedip “Söylerim ha” partisi kuran Davutoğlu’nun sırtındaki Suriye kamburu nereye gitse peşinden geliyor.
“Burda saksı yok, ben Cumhurbaşkanı olacaktım” partisi kuran Erol Büyükburç sendromlu Muharrem İnce direksiyonu iyice radikal ulusalcılığa kırmış durumda.
Muhtemelen ilk seçimde CHP’den ayrılıp “en birinci Atatürkçü parti biziz” hurda garajındaki yerini alacaktır.
Tiktok fenomeni Mustafa Sarıgül yeni filtreler ve müzikler denemeli. Zira tekrara düşüyor ve sosyal medya tekrarı hiç sevmez. Seçmeni var mı bilmek zor ama takipçi kaybedeceği kesin bu gidişle.
Fatih Erbakan koronadan sonra çok bozdu. Daha bozmaz dedik. İyice bozdu. En son çip-5g falan bir şeyler diyordu, takipten çıktım.
Baştaki önermemize geri dönelim.
İktidarın yerinde olsam bu parçalı muhalefet karşısında hiçbir konuda asla geri adım atmam.
Bahçeli’nin önerisini dinleyip hemen HDP, Anayasa Mahkemesi, Türk Tabipler Birliği’ni kapatırım.
Mehmet Barlas’ın önerisini dikkate alıp CHP’yi PKK ile ittifak yapmaktan kapatır, milletvekillerini 150’likler gibi hapsederim.
Perinçek için Kürtçe’yi seçmeli ders olmaktan çıkartıp Mandarin Çincesini tedrisata eklerim.
İdam zaten hemen uygulamaya alınmalı. Mustafa Destici taş mı yesin? Ona da ekmek lazım.
Kürt meselesi mi? Zaten öyle bi şey yok ki? Ufak bir “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyasına bakar.
Dövizin yasaklanması, tüm okulların imam hatip yapılmasını söylemiyorum bile… Onlar zaten düşünülmüştür.
Demokratikleşme vb laflar memleketin lügatinden çıkartılmalı. Tanrı dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman, çelik gibi toplum için elden gelen gelmeyen her şey yapılmalıdır.
Yoksa en ufak geri adımda şimdi tüm zaaflarına ve param parça olmasına rağmen muhalefet bir günde demokrasi için bir araya gelebilir. Sokaklarda sinir bozucu demokrasi şarkıları söyleyip, hatta motorları maviliklere bile sürebilir.
Augusto Pinochet’e karşı yıllarca direnip kazanmış Şili halkı ne diyordu?
“El pueblo unido jamás será vencido.” Yani “Birleşen halk asla yenilmez.”
Aman diyeyim, Allah muhafaza. Asla tek geri adım atmayın.
Prese devam, gevşeme yok…
Çünkü “An gelir, paldır küldür yıkılır bulutlar..."