PUTİN BÜYÜK KAYBEDERKEN…

Batı Rusya’ya karşı bir yaptırım değil, büyük bir ekonomik savaş açmış durumda. Askeri müdahale dışında elindeki bütün imkanları kullanarak Rusya’yı ekonomik olarak çökertme politikasına geçti. Bu bir izole etme, iktisaden boğma harekatı, ölçüsü giderek artacak.

Putin, ABD ve İngiliz istihbaratları dışında herkesi şaşırttı. Sınırlı bir Donbas operasyonu yerine, topyekün bir işgal harekatı başlattı. Savaş giderek şehirleri ve sivilleri içine alan bir yıkıma doğru gidiyor. 

Zelenski, büyük Rus askeri gücü karşısında Batı’dan bir askeri bir müdahale koparamamanın çaresizliği içindeyken, süreç küresel sistemde bir süredir yaşanan jeopolitik dönüşümün öncü şoku gibi görünüyor. Ukrayna’nın Batı ile Rusya arasındaki bilek güreşinde gidip geldiğini, iki tarafın bu ülkeyi çekiştirdiğini biliyoruz. ABD açısından, Batı’ya yakın bir Ukrayna önemli bir stratejik kazanım iken, Rusya Ukrayna’nın kendi nüfuz bölgesi dışında kalmasını tarihi, kimlik, stratejik açıdan kabul edilemez gördü ve bunu yaşamsal bir tehdit olarak değerlendirdi. Geldiğimiz nokta yıkıcı bir savaşın ötesinde anlam taşıyor.

Rusya’nın Ukrayna işgali temelde Batı ile Rusya arasındaki karmaşık jeopolitik bir bağlamda gerçekleşti. Bu yazıda devam etmekte olan işgalin yalnızca askeri ve stratejik açıdan değil, ideolojik olarak da ne anlama geldiği üzerinde duracağım. Buradan çıkışın nasıl olabileceği, Rusya açısından bedeli, ABD ve Çin açısından sonuçlarını tartışacağım.

Büyük Güçlerin Bölgesel Savaşları

Büyük güçler girdikleri bölgesel savaşları kazanabilir de, kaybedebilirler de. Hem Sovyetler, hem ABD açısından bakıldığından ikisinin de geçmişinde kazandıkları ve kaybettikleri bölgesel savaşlar, işgaller var. Sorun, savaşı kaybetme durumunda bunun sonuçlarıyla ne ölçüde başedilebildiklerinde yatıyor. ABD 1991’de Irak’ta bütün dünyayı arkasına alarak kazandı, 2003’teki tablo ise çok farklıydı. Saddam’ı çok kolay devirdi, askeri olarak çok başarılı bir hamle oldu. Siyaseten kazanıp kazanmadığı belli değil. Saddam yok, Irak istikrarsız. Eğer böyle bir tabloyu planladıysa, hedefine ulaşmış sayılır. Yok, istikrarlı, işleyen bir demokrasiye sahip, İran’a mesafeli bir Irak kurmak istediyse kesin başarısız. 

Sovyetler’in Afganistan işgali ise hem askeri hem de siyasal açıdan başarısız oldu. Sovyetlere hiçbir stratejik kazanım getirmedi, bütün Üçüncü Dünya’nın tepkisini çekti, gereksiz kayıplar verdi. 


Rusya’nın Küresel Sistemdeki Yeri


Rusya, Batı’yı, sahip olduğu ekonomik kapasiteyi, küresel mobilizasyon ve manipülasyon imkanlarını yeterince dikkate almamış görünüyor. ABD (22 trilyon), AB (17 trilyon) Japonya (4.5 trilyon) ve İngiltere, Kanada, G. Kore, Avustralya gibi ülkeleri eklediğinizde ortaya devasa bir ekonomik büyüklük çıkıyor. Rusya’nın ekonomisi 1.5 trilyon ile İspanya ve ABD’deki California eyaletinin yarısı kadar büyüklükte. Bunun da önemli bir kısmı enerji gelirinden oluşuyor. Rusya, Putin’in oligarklar üzerinden kurmaya çalıştığı devlet kapitalizmi modeline rağmen, kapitalist sisteme entegre bir ülke. Bu ekonomik büyüklük ile Rusya bir dünya gücü olduğu iddiasında bulundu ve bunu da askeri gücü, nükleer silaha sahip olması, veto yetkisi olması, enerji kaynaklarına sahip olması gibi unsurlara dayandırdı. ABD ise Rusya’yı hep bir bölgesel güç olarak gördü. Küresel kapitalist işbölümünde Rusya’dan istenen Avrupa kapitalizmine ucuz ve kesintisiz enerji sağlamak, pazar olmak ve enerjiden elde edilen parayı Batı sistemi içinde tutmaktı. Bu yazılı olmayan pazarlığa uyduğu sürece, Rusya’nın Kafkasya ve Orta Asya’da izlediği nüfuz siyasetine ve askeri eylemlerine Batı ses çıkarmıyordu. Grozni’yi yerle bir etmiş, Ermeni-Azerbaycan çatışmasını istediği gibi yönlendirebilmiş, neredeyse bütün Orta Asya’yı arka bahçesi olarak görmüştü. Gürcistan ve Kırım işgallerine bile ses çıkarılmamıştı. Libya’nın 2011’de bombalanmasında Rusya, Putin’in şimdiki itirazından farklı olarak Güvenlik Konseyinde çekimser kalarak destek vermişti. Rusya büyük bir askeri güç idi, Çin’e yaklaşması tercih edilmiyordu. 

Hatta, 2010’lara kadar Rusya’nın Batılı şirketler ile ilişkilerinin güçlenmesi, enerji işbirliklerinin artmasını bile ABD destekliyordu. Tek tek sıralamak mümkün değil ama başta Total, ENI, BP, Alman enerji şirketleri olmak üzere Rusya’nın enerji sektörüne Batılı şirketlerin yaptıkları büyük miktarda yatırımlar vardı. ABD, Rusya Batı’dan uzaklaştıkça bu politikayı terk etmeye ve ABD’li şirketlerin Rusya sahasındaki faaliyetlerini engellemeye başladı. 

Putin aynı zamanda enerji şirketleri ve onların eski yöneticileri üzerinden de Avrupa kapitalist elitlerini yanında tutma politikasını izledi. Yukarıda adı geçen şirketlerin yöneticilerini Rus enerji şirketlerine yönetici ve yönetim kurulu üyesi yaparak, Avrupa kapitalizmi ile ucuz yoldan çıkar birliği oluşturmaya ve ABD’yi dışlamaya çalıştı. Hatta, en son tehdidinde ortaya çıktığı gibi Almanya’ya doğal gazı piyasa fiyatından çok daha ucuza vererek bu ülkeyi kendisine yakın tutuyordu. Alman sanayi çarkının kesintisiz ve ucuz doğal gaza ulaşmasının küresel rekabet ortamında sağladığı avantaj müthiş olmalıydı. Kamuoyunun gözüne çok da batmadan giden bu düzenden hepsi kazanıyordu. Almanya’ya satılan doğal gaz parasının bir kısmı İngiltere’ye gidiyor, oligarkların gözde mekanı Londra “Londongrad” olarak anılıyordu. 

Rusya’nın enerji kaynaklarına bağlı olmayan hatta bir açıdan net petrol ve doğal gaz (LNG) ihracatçısı olarak ona rakip olan ABD ise Rusya’yı 2017’den itibaren tehdit tanımı içine aldı. Avrupa’yı enerji ve iktisadi işbirliği üzerinden, Çin’i ise stratejik ve yaptığı yatırım anlaşmalarıyla enerji işbirliği üzerinden kendisine bağlamaya çalışan Rusya’yı ABD, belirlediği stratejisine uygun olarak Doğu Avrupa ve Karadeniz’de çevrelemeye başladı. Avrupalı müttefiklerini de bu stratejiye çekmeye çalıştıysa da, en büyük direnci Almanya ve Fransa’dan gördü. Çünkü bu iki ülke Putin Rusyasına iktisadi olarak en çok angaje olan Avrupalı müttefiklerdi. 


Ukrayna İşgal Edilince...


Topyekün işgal hepsinden farklıydı. Rusya, Batı’ya yakın duran, seçilerek gelmiş bir liderin bulunduğu bir ülkeyi yüksek askeri gücünü kullanarak toptan işgal edince, Almanya ve Fransa’ya başka seçenek bırakmadı. Batı, NATO, ABD, AB Rusya’nın bu işgaline, Abhazya ya da Kırım işgali türünden bir tepki veremezdi artık. Putin’in bunu görmemiş olması, öngördüyse göze almış olması şaşırtıcı. Şu anda Batı Rusya’ya karşı bir yaptırım değil, büyük bir ekonomik savaş açmış durumda. Askeri müdahale dışında elindeki bütün imkanları kullanarak Rusya’yı ekonomik olarak çökertme politikasına geçti. Bu bir izole etme, iktisaden boğma harekatı, ölçüsü giderek artacak. Sonuçta Batı Rusya’ya karşı bir enformasyon savaşı da başlattı. 



ABD Avrasyacılığı Yenmeye Çalışıyor


Soğuk Savaşı komünizmin yenilmesi olarak kutsayan Batı, ABD önderliğinde 2010’larda bölgesel bir ideolojik meydan okumaya girişen İslamcılığı da tasfiye etti. Onun hem ılımlı versiyonu olan Müslüman Kardeşleri, hem de en şiddete başvuran yüzü olan IŞİD ve türevleri aracılığıyla bütün dünyaya Batı merkezli liberalizm ile İslamcılık arasındaki çarpıcı karşıtlığı göstermeye çalıştı. Batı müdahaleciliği karşısında IŞİD acımasızlığı, grotesk kafa kesme görüntüleri, Batı şehirlerindeki sivillere yönelik saldırılar kafalara kazındı. Sonuç hem askeri alanda sahada, hem de dünya halklarının imgelerinde İslamcılığın şiddetle eşitlenmesi, uygarlık dışı bir dünya tahayyülü sunduğuydu. 

Rusya ise bir süredir Avrasyacı bir yönelim içindeydi. ABD ile ilişkiler bozuldukça Çin’e daha fazla kaymaya başlamıştı. Rusya askeri olarak Moldova, Gürcistan, Ukrayna, Kazakistan, hatta Suriye, Libya, Mali’ye kadar uzanan bir alanda etkinlik göstermeye başlamıştı. Çin’in yükselişi, ABD’nin Ortadoğu’ya askeri olarak angajmanını azaltması, Rusya’nın askeri girişimlerine yumuşak karşılık verilmesi öyle görünüyor ki Rusya’nın elini rahatlatmıştı. Rusya Ukrayna’da başarılı olursa, bu bir açıdan Rusya’nın temsil ettiği Avrasyacı modelin de başarısı olacak. Ama askeri başarı sağlansa bile bu şimdiden askeri alanla sınırlı olacak.


Putin’in Miloseviçleştirilmesi


ABD, Ukrayna işgalini muhtemelen çok önceden öngörmüştü. Bu ABD küresel stratejisi açısından önemli bir fırsat sunuyordu. Putin Çin’in yükselişinin sağladığı fırsatı değerlendirmeye çalışırken, ABD Ukrayna işgalinin getirdiği fırsatı kullanmak istedi. Ukrayna’ya büyük konvansiyonel silahlar verilmedi. Son yıllarda gelişmiş tanksavar (Javelin) ve omuzdan atılan (Stinger) uçaksavarlar sağlandı. Sonuçta Ukrayna ordusunun Rus ordusuyla bir meydan savaşı yürütme imkan ve kapasitesi de yoktu. Fakat işin acımasızlığı, ABD’nin kendi kanallarına çıkan askeri uzmanlarının Rusya’nın savaş taktiklerine ne kadar hakim olduğunu biliyor olmaları. Yani, Rusya’nın önce sınırlı bir harekatla başlayıp, amaçlarına ulaşıncaya kadar bu ateş gücünü aşamalı olarak devreye sokacağını biliyorlardı. Rusya mecburen Grozni/Halep arası bir stratejiye yönelmek zorunda kalacaktı.

ABD ve Batı böylece Rusya’yı komşu, kardeş bir halkı bile acımadan vuran, bombalayan, şehirlerini yerle bir eden otoriter bir güç olarak gösterebilecekti. Akıllı telefonu olan herkesin savaşın en derin noktalarında birer savaş muhabirine dönüşebildiği günümüzde, bütün dünyaya Rusya’nın vahşetini gösterme imkanı doğdu. Hedefe odaklanmış, artık mecburen imaj kaygısını çoktan geride bırakmış, Kiev’i düşüremezse hem işgalci hem de askeri ve stratejik açıdan zayıf görünecek bir Rusya’yı ve kendi itibar kaybını göze alamayacak olan Putin’in de buna iyi bir zemin hazırladığını söylemek gerek.  


Rusya’yı Küresel Denklemden Düşürmek


Rusya, Ukrayna’yı askeri olarak yener. Bu askeri galibiyet, küresel siyasete oynayan, büyük güç, kutup başı olmak isteyen bir ülke için taktik bir kazanım ama stratejik bir kayıp olacak. Örneğin, Ukrayna’nın başta Kiev, büyük şehirleri yerle bir olduktan, nüfusun bir kısmı ülkeden kaçtıktan, binlerce insan öldükten ve yaralandıktan sonra, iktidara gelecek Putin yanlısı bir lider Ukrayna’yı nasıl yönetecek. Vietnam, Yugoslavya, Irak ABD’ye uzak coğrafyalardaki ülkeler. ABD bombaladı, işgal etti, yendi yenildi fark etmiyor. Oraları yönetme, kendisine katma gibi bir derdi yoktu. Bu eylemlerinin ekonomik, siyasal, psikolojik maliyetlerine katlanabiliyor. Rusya ise tarihinin parçası, aynı din ve kültüre sahip olduğu, yüzyıllarca birlikte yaşadığı bir komşu ülkeyi yerle bir ederek nüfuzu altına almaya çalışıyor. 

Batı, Rus unsurunu yalnızca reelpolitik olarak değil fikir olarak, sanat olarak, tarih olarak bütün dünyadan çökertmek istiyor. Birgün Putin yönetim yıkılsa, “evet o dönemde abartmıştık” diyerek özeleştiri de yapabilir. Sol, İslamcılık, Avrasyacılık, evrensel ya da bölgesel ideolojik arayışları baskılıyor, alternatif olamayacaklarını göstermeye çalışıyor. Yalnızca Rusya’yı değil, bir fikri, bir toplum, siyasal projeyi de dünya halkları gözünde mahkum ettirmeye çalışıyor. Mücadele ideolojik olarak Batı ile Rusya arasındayken, Avrasyacılık ile savaşı Ukrayna topraklarında yürütüyor. Böylece Biden’in dünyayı otoriter rejimler ile özgür uluslar arasında bölme politikasına somut veriler sunuyor. 

Bir başka kayıp da Rusya’nın Almanya’yı kaybetmesi, özellikle Rusya’yı kollayan Sosyal Demokrat çizginin artık bu politikayı sürdürme imkanının bulunmaması. 

Rusya’yı BM’de ancak dört ülke destekledi. Genel Kurul’da 140 kadar ülke Rusya’yı kınadı. Bu büyük bir saygınlık kaybı oldu. Rusya’yı Türkiye ve dünyada çok az destekleyen vardı, onlar da savaş uzadıkça ve çirkin yüzü daha çok görüldükçe, savunma konusunda zorlanacaklar.

ABD’nin kendisi 2003’ten itibaren topyekün ülke işgal etmiyor. Bunun getirdiği sorunları çoktan fark etmiş durumda. Hatta, 2012 Suriye’de Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığı iddiasına rağmen, ki kırmızı çizgi ilan edilmişti, Obama yönetimi müdahaleden kaçındı. Doğrudan müdahale yerine “arkadan liderlik” (leading from behind) stratejisine geçti. Bunun çok daha düşük maliyetli olduğunu anladı. 


Rusya küresel siyasette ABD ile Çin seviyesinde bir statü istedi. Ekonomik gücü yetersiz olduğu için bunu askeri gücünü kullanarak gerçekleştirmek istedi. Son yıllardaki bütün hamleleri içinde askeri güç barındırıyor. Bu politikayla lig atlamak isterken, bir alt lige düşme riskiyle karşı karşıya. Batı’nın ekonomik saldırısı etkisini zaman içinde daha çok gösterecek. Çin büyük bir olasılıkla Rusya’nın çöküşünü izleyecek, sabır siyasetine devam ederek zamanın uzun vadede kendi lehine işlemesini bekleyecek, risk almayacak. ABD orta vadede Çin’e karşı NATO’yu ve diğer müttefiklerini yanında daha çok görecek. Putin iktidarda kalsa bile Rusya’nın küresel siyasetteki etkisi azalacak. 


Ukrayna’nın işgali ne Putin’e ne Rusya ve halklarına, ne de dünyaya iyi gelecek. En çok kaybeden tabii ki Ukraynalılar olmak üzere kaybeden hepimiz olacağız. 

Köşe Yazıları Haberleri