Rusya’nın Ukrayna’ya bir müdahalesi bekleniyordu. Ama bütün ülkeyi kapsayan, geniş, topyekün bir saldırı herkes için sürpriz oldu. Bunu ısrarla dile getiren ABD ve İngiliz istihbaratının genel olarak durumu abarttığı, hatta Rusya’yı kışkırtmak için yaptığı bile ileri sürüldü.
Rusya’nın zaten kendi özerk yönetimlerini kurmuş olan Donbas bölgesini ele geçirmesi, burayı kontrol altına alması, zaman içinde Kırım gibi ilhak etmesi daha yüksek ihtimaldi. Böylece çatışma sınırlı kalmış olur, Kiev yönetiminin zaten fiilen kontrol edemediği bölgenin elden çıkması, daha kolay kabullenilen bir kayıp olabilirdi. Ama öyle olmadı. Özellikle komşu Belarus’a yığılan ve tatbikat amaçlı oraya getirildiği söylenen 30 bin civarındaki Rus askerinin, aslında Ukrayna işgali için hazırlandığı anlaşıldı. Bu kısmı önemliydi çünkü Belarus sınırından başkent Kiev yaklaşık 150 km kadardı ve Rus ordusu için çok büyük bir coğrafi avantaj sağlıyordu. Putin yönetimi bu hamlesiyle büyük bir risk aldı. Askeri olarak başarılı olsa bile bunun çok büyük siyasal, ekonomik ve imaj bedelleri olacak.
Savaşın Nedeni Ne?
Sık sorulan bu sorunun tek bir yanıtı yok ve dünya görüşüne, bakış açısına, ideolojik pozisyon alışa göre değişiyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi bir konu bile tartışma, ayrım ve hatta kutuplaşma konusu olabildi.
Savaşın nedeni olarak en sık tekrarlanan yaklaşım NATO’nun Rusya’nın güvenlik kaygılarını göz ardı ederek genişlemesi ve Putin yönetiminin bu kuşatmayı kırmak istemesi. Rusya’nın resmi görüşü bu ve Türkiye’deki ulusalcı/Avrasyacı kesimler bu yaklaşımı paylaşıyorlar.
ABD’nin 1990’da daha Sovyetler dağılmadan, iki Almanya’nın birleşmesi karşılığında dönemin ABD dışişleri bakanı James Baker’ın NATO’nun bir cm bile genişlemeyeceğine dair söz verdiği Rusların iddiası. Bu görüşmelerde yer almış bazı diplomatlar bu sözü doğruluyorlar. O an, Sovyet liderliğini ikna edebilmek için ABD’li yetkililerin böyle bir söz vermiş olmaları çok yüksek bir olasılıktır. Tabii ABD resmi olarak bunu reddediyor ve birçok Amerikalı araştırmacı böyle bir sözün olmadığını iddia ediyor.
Karşı görüşler, o zamandan bu yana Avrupa güvenlik mimarisinin çok değiştiğini, bu sözün anlamının kalmadığını ileri sürüyor. Rusya’nın askeri olarak çok güçlendiği, füze sayısının ABD’yi geçtiği gibi karşı görüşler dillendiriliyor.
Her durumda ABD’nin Rusya’yı genel olarak dikkate almadığı, hatta zaman zaman kendi müttefiklerini ve onların taleplerini de önemsemediği biliniyor. Ama NATO’nun yayılması konusu tek taraflı, yani yalnızca NATO ile ilgili bir konu değil. Bunun için diğer ülkelerde de üyelik konusunda hem toplumsal oydaşma hem de siyasal irade olması gerekiyor. NATO üyeliğine dair istek özellikle Baltık cumhuriyetleri ve tarihsel Rus karşıtlığının yüksek olduğu Polonya’da var. Hatta, yapılan kamuoyu yoklamaları bu ülkelerdeki NATO üyeliğine yüzde 70-80’lerde seyreden desteğin, mesela ABD’den çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Hem Baltıklar, hem de Çekya, Slovakya, Macaristan gibi ülkeler genelde Batı sistemiyle bütünleşmek istediler. Bu süreç 1989’da sosyalist sistemin çöküşünün ertesinde yaşanan tepkisellik ile başladı. Buradaki halklar en temelde Batı dünyasına dönmeyi istediler, öncelikleri mutlaka NATO değildi. NATO üyeliği, AB, Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütlere üyeliğin bir devamı olarak görüldü. Macaristan, Çek ve Slovaklarda geçmişten gelen bir Sovyet/Rus kaygısı da vardı, NATO bunun için bir güvence olarak görüldü. ABD güvenlik mekanizmasının ve Avrupa sermayesinin bu eğilimi bir fırsata çevirdiği ortada. Ama her durumda NATO yayılırken bunun toplumsal bir karşılığı olduğunu akılda tutmak gerek.
ABD, Rusya’yı Çevreliyor mu?
Çok açık olarak evet. Ama bu çevreleme sürecinin karşılıklı geliştiğini belirtmek gerek. ABD ve Rusya arasında uzun süren bir karşılıklı güvensizlik süreci yaşandı. ABD, Baltıkları ve Polonya’yı NATO’ya alınca bunun Rusya tarafında derin bir travma yarattığı anlaşılıyor. Putin, bunun bütün izlerini 2007’deki Münih Güvenlik Konferansında yaptığı ünlü konuşmada verdi. Hele 2008 Bükreş Zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’a hemen üye alma kararı çıkmasa da üyelik yolunun açılmasına Putin, güçlü olduğu yerden, askeri araçlarla karşılık verdi. Gürcistan’ı işgal etti, Abhazya ve Güney Osetya’yı bu küçük ülkeden kopardı, onların özerkliklerini tanıdı. Batı buna ciddi bir tepki vermedi. Rusya’ya yakın Yanukoviç’in, ABD’nin desteklediği bir halk hareketiyle devrilmesi ve Ukrayna’nın tekrar Batı’ya yakın bir çizgiye gelmesine ise Putin’in tepkisi 2014’te Kırım’ı işgal ve ilhak, Donbas’ta ise iki bölgede ayrılıkçı hareketleri desteklemek oldu. Bu durum, Doğu Avrupa ülkelerindeki Rusya endişesini artırırken, ABD’nin NATO aracılığıyla Avrupa’daki askeri konuşlanmasını güçlendirmesine neden oldu. 2015’ten sonraki her NATO bildirgesi artık Rusya tehdidine dikkat çekmeye başladı. 2017’den itibarense ABD Ulusal Güvenlik Belgelerinde Rusya tehdit olarak tanımlanmaya başlandı. Sonrasında bir yandan Polonya ve Baltıklara asker kaydırırken, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya ekseninde üs kurma ve varolan üsleri genişletme, Karadeniz’e daha fazla savaş gemisi sokma, tatkibatlar yoluyla Rusya’yı askeri olarak çevreledi. Rusya’nın buna cevabı Baltık denizi ve Polonya hava sahasında özellikle hava kuvvetleri aracılığıyla uçuşları taciz etme, Ege’den bildiğimiz türde “it dalaşı”nı başlatmasıydı. Ama şunu açık şekilde belirtmek gerek. ABD Rusya’yı askeri olarak çevrelerken, Ukrayna bu askeri angajmana dahil edilmedi.
Ukrayna NATO Üyesi Olacak mıydı?
ABD, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya üye almak istedi. Avrupalı müttefikleri, başta Rusya ile ilişkilerde çok dikkatli hareket eden Merkel Almanyası buna hep mesafeli durdu. 2008’den sonra Gürcistan, 2014’ten sonra ise Ukrayna’nın NATO’ya üyelik konusu fiilen kapandı. İçinde Rus askerleri olan, çatışma süreci tamamlanmamış bu iki ülkeyi NATO’nun üye alma ihtimali kalmadı. Rusya’nın askeri hamleleri bu kapıyı kapatmıştı. Örneğin, son Aralık 2021 NATO zirvesinde Ukrayna’nın üyeliği konusunda hiçbir ümit verilmediği, Ukrayna’nın güvenlik sektöründe reforma devam etmesi, yolsuzluğu bitirmesi gibi net olmayan koşullar sıralandığı görülüyor. NATO en büyük genişlemesini 2004’te yaptı ve o furyada Ukrayna bu genişlemeye dahil edilmedi.
Açık bir kaynak olan NATO bildirisini Rusya’nın bilmemesi mümkün değil. Dahası, ABD ve diğer NATO üyeleri Ukrayna’ya silah vermediler. 2014 Kırım işgali sonrası, Obama yönetimi, Ukrayna’ya “non-lethal,” öldürücü olmayan silah yardımı yapacağını ilan etmekle yetindi. Örneğin, deniz kuvvetleri bulunmayan Ukrayna’ya birkaç sahil güvenlik botu dışında savaş gemisi verilmedi, savaş uçağı, helikopter, drone, top, zırhlı gibi ihtiyacı olan kritik silah sistemleri verilmedi. Ukrayna, elinde Sovyet döneminden kalma çok eski ve bakımı eksik savunma sistemleriyle baş başa kaldı. Ancak son bir yıl içinde ABD’nin Stinger gibi yerden havaya roket ve Javelin gibi savunmaya dönük tanksavar silahları verdiğini görüyoruz. Dolayısıyla, ABD ve NATO’nun Ukrayna’yı bir cephaneliğe çevirdiği iddiası doğru değil. ABD buraya hiç füze yerleştirmedi, üs açmadı, ağır silahları getirmedi. Yalnızca eğitim veren birkaç yüz subay vardı. ABD askeri yığınağını yalnızca NATO müttefiklerine yaptı. Bunun birinci nedeni Ukrayna’nın tam olarak Batı sisteminde yer almaması ihtimali. Yani ABD, Moskova’ya yakın bir yönetimin iktidara gelme ihtimali bulunan bir ülkeye kendi silahlarını vermek istemedi. İkinci nedeni ise Rusya’nın tepkisinden çekinmesiydi.
Bağımsızlığından bu yana 30 yıl geçtiği halde Ukrayna ve Gürcistan NATO üyesi yapılmadılar. Yoğun ABD askeri yardımı almadılar. Aslında bu bir tür orta yoldu.
ABD ve NATO Rusya’yı çevrelediler ama bunu Ukrayna üzerinden yapmadılar ya da yapamadılar. Bu yüzden bu çevreleme politikasının bedelinin Ukrayna’ya ödetilmesine gerek yoktu. Rusya’nın istediği, Ukrayna’nın NATO’ya üye olmayacağına dair garantinin ise ABD ve NATO tarafından verilmesine imkan yoktu. Bu NATO’nun lağvedilmesi anlamına gelirdi.
Batı ve ABD Ukrayna’yı Yalnız mı Bıraktı?
Bu sık tekrarlanan bir görüş. ABD ve diğer Batılı ülkeler Ukrayna’ya ne hukuki ne de sözlü olarak bir güvence vermediler. Bu kamuoyuna defalarca tekrarlandı. Hatta, ABD sıklıkla Ukrayna işgal edilecek derken, askeri güç kullanmayacaklarını, yaptırımlarla yetineceklerini açıkladı. 2014’teki işgalde Batı, ekonomik yaptırımlar dışında bir tepki göstermedi, yukarıda dediğim gibi silah sistemleri bile vermedi. Dolayısıyla, durum bu kadar net iken, Ukrayna’nın Batı’ya güvenerek Rusya’yı kışkırttığı iddiası doğru değildir. Kaldı ki, kışkırtılma ve yalnız bırakılma uluslararası ilişkiler tanımlamaları değildir. Ukrayna, Rusya karşısında edilgen taraftı, toprak kaybetmiş, ayrılıkçı Donbas bölgesini bile kontrol edemeyen zayıf bir güvenlik yapısına sahip bir ülkeydi. Kiev yönetiminin Rusya’yı kışkırtması iddiası mantıklı değil. Bu süreçte Rusya’yı rahatsız eden, sık kullanılan deyimle kışkırtan tek adım, Zelenski hükümetinin NATO üyeliğini statejik bir hedef olarak belirlemesi ve bunu da anayasasına geçirmesiydi. Bu da yüzde 73 oyla seçilmiş bir hükümet olan Zelenski yönetiminin tasarrufuydu. Yine de Rusya ile müzakere edilebilecek bir husustu. Buna benzer bir sorun K. Makedonya ile Yunanistan arasında yaşandı ve ABD arabuluculuğuyla çözülebildi.
Batı işgal durumunda Ukrayna’ya askeri olarak kurtarmaya gidemezdi. Bu, ABD/NATO ile Rusya arasında bir savaş anlamına gelirdi ki, çok korkulan Üçüncü Dünya Savaşı çıkmış olurdu. ABD bu savaşa sınırlı bir şekilde dahil olamazdı. ABD/NATO Rusya ile doğrudan hiç savaşmamışlardı. ABD girerse, topyekün girmesi ve Rusya’yı yenmesi gerekecekti. Yoksa, bu hegemonyasının sonu olurdu. Ruslardan 10 kusur kat savunma harcaması yaparak, korkunç askeri teknoloji geliştirerek Rusya karşısında yenilmeyi göze alamazdı. Böyle bir durumda savaş Ukrayna ile sınırlı da kalmayabilir, Doğu Avrupa’ya yayılabilirdi.
Eğer çatışmalar Ukrayna ile sınırlı kalsa, bu bile Ukrayna üzerinde büyük bir savaş anlamına gelecek ve Ukrayna daha büyük bir hasar alacaktı.
Putin’in Hataları
Putin, kendince uluslararası ortamı, bölgesel koşulları ve elindeki varlık fonunu hesaba katarak böyle bir hamlede bulundu. Her savaş bir risktir ve Putin bu riski göze aldı. Putin’in ilk hatası Ukrayna’daki direnişi hesap edememesi oldu. İşgalin beşinci gününde Rusya, Belarus sınırından 150 km mesafedeki Kiev’e yaklaştı ama alamadı. Zayıf, donanımsız ve deneyimsiz bir orduya karşı yeterince etkili olamadı, en azından şimdilik. Putin yönetiminin beklentisi bir olasılık, Ukrayna ordusunun moral olarak çökeceği, Zelenski hükümetinin paniğe kapılıp ülkeyi terk edeceği ve böylece yoğun bir çatışma olmadan, kolay bir zafer elde etmekti.
Bu Rusya’yı istediği küresel güce ulaştırabilirdi. Bir kez kendisine yakın, komşu Belarus’taki Lukaşenko gibi bir lider başa getirdiğinde bundan sonra Ukrayna’yı Batı’dan tamamen koparmış olacaktı. Bu Rusya açısından çok büyük bir jeopolitik başarı olurdu. Bu senaryo giderek zorlaşıyor, Kiev düşse bile.
Putin’in ikinci hatası, Batı içindeki ABD Avrupa ayrımını fazla önemsemesi hatta abartması oldu. Putin, bir bölgesel gerilime gösterilen tepkiyle, bir işgale gösterilen tepki arasındaki farkı yeterince kavrayamamış görünüyor. Almanya ve Fransa, Ukrayna gerilimine yumuşak bir tepki verebilirler ve ABD’nin baskılarına direnebilirlerdi. Ama Avrupa kıtasındaki bir ülkenin işgal edilmesi başka bir gerçeklik ve Batı bunu 2014 Kırım’ı gibi bir tepkiyle geçiştiremezdi. Böyle bir tepkisizlik Avrupa üzerinde Rusya’nın askeri ve stratejik üstünlüğünü kabul etmek olurdu. Rusya’ya dünya düzenini şekillendirme hakkı tanınmış olurdu.
Üçüncü hata, Çin’in desteğinin fazla önemsenmesi. Çin en başından beri işgale destek olmadı. İlk baştan beri yapılan açıklamalar sürekli müzakere çağrısı içerdi. Çin ekonomisi küresel sistemin sorunsuz işlemesine bağımlı. Enerji fiyatlarının artmasından, küresel gerginliğe ortaya çıkacak sorunları Çin şu anki koşullarda tercih etmiyordu. Hatta, Şubat başında Putin Şi görüşmesinden sonra yayınlanan bildiride Ukrayna adı geçmiyordu. Çin orada mesajını vermişti. Bu noktada Çin’in yönteminin uzun vadeli planlama ve sabıra dayalı olduğu daha net görülüyor.
Putin Kiev’i düşürse bile ekonomik, siyasal bedeli işgalin getirdiğinden daha büyük olacak. Rusya yayılmacı bir ülke imajını dünyada iyice yerleştirdi. İşgal gecesi yaptığı açıklamada küçük ama bir başka hata daha yaptı, Sovyet dönemini, Lenin’i eleştirdi. Kendisine ABD emperyalizm karşıtlığı bağlamında destek olacak dünyadaki sol hareketleri yabancılaştırdı.
Hegemonu Oynamak
Bölgesel bir güç olan Rusya küresel bir güç gibi davranmaya çalışıyor. Bu tehlikeli ve sorunlu bir siyaset. İspanya büyüklüğündeki bir ekonomiyle ABD ve Çin düzeyinde küresel bir kutup başı olmaya çalışıyor. ABD’ye, “seni Suriye’de engelledim, Ukrayna’da da sana yakın rejimi değiştirdim” demek istiyor. Ülke işgal edip, yönetimi devirmeyi, liderini mümkünse ele geçirip, ABD’nin Saddam’ı yargılaması gibi elleri kelepçeli mahkemeye çıkarması gibi planlar yapıyor. Bunu yapması giderek zorlaşıyor. Böyle bir senaryo gerçekleşse bile, yalnızca askeri güç ve enerji kartıyla, hegemonu oynamanın bir anlamı yok. Hele bunu meşrulaştırmak için tanıdığı ve büyükelçilik açtığı Ukrayna devletinin meşruluğunu sorgulamak, aynı dil, kültür üzerinden kimlik tartışması açmak nafile ve tehlikeli işler. Aynı dili konuşan ulusların mutlaka aynı devlet altında yaşamaları fikri 21. Yüzyılda nerden çıktı. ABD-Kanada, Almanya-Avusturya, Karadağ, Bosna-Hersek’i, Sırbistan’ı ne yapacağız. Hatta, bu mantıkla Kuveyt’i kendi parçası olarak gören Saddam’ı desteklememiz gerekecekti.
Putin maksimalist davrandı. Bu yayılmacı siyaseti Batı bir noktada durururdu. Kırım’ı almasına göz yumulmuştu. Bu büyük bir stratejik kazanımdı. Donbas’ı alsa ve operasyonu orayla sınırlasa, dünyanın şu anki hali, Batı’nın içindeki sorunlar vs arada kaynardı. Birkaç yaptırımla halledilirdi. Bütün dış politika tarihi müdahalecilik ve işgallerle dolu olan ABD bile 2003’ten bu yana bu tür geniş kapsamlı askeri müdahale ve işgallerden kaçınmaya başladı. 2012’de Suriye’de kimyasal silah kullanılması sonrası bile, bunu kırmızı çizgi olarak ilan ettiği halde, Obama yönetimi doğrudan müdahaleden çekindi. Onun bıraktığı yerden koca bir komşu ülkeyi işgal ederek büyük güç rüştünü ispat etmeye çalışmak, Putin’e de, Rusya’ya da ve onun temsil ettiği ideolojiye de zarar verecek. Bunun Ukrayna halkında yarattığı büyük zarar ve hatta Rusya Federasyonundaki halklara vereceği zararı söylemeye gerek bile yok.
Şimdiden bir yandan operasyonların ortasında görüşme masasına oturma, öte yandan nükleer kartı oynama Putin için işlerin iyi gitmediğinin göstergeleri.