Savaşların normalleşmesi

Savaşların küresel çapta büyümesi ve büyük güçlerin bu çatışmalara dahil olma ihtimali, uluslararası sistemin sürdürülebilirliğini ciddi anlamda tehdit ediyor.

Geçtiğimiz hafta sosyal medyada haberler ardı ardına gelmeye başladı. İran'ın İsrail'e misilleme yapacağına dair haberleri gördükçe, sosyal medyadaki kopuk bilgilerin yerini daha güvenilir kaynaklarla doldurmak için konvansiyonel medyaya yöneldim. CNN International ve BBC gibi kanallarda patlayan bombaların görüntülerini izlerken, aile içinde hangi bombanın patladığını, hangisinin patlamadığını tartışırken bulduk kendimizi. Köpeğimiz burnunu bana yasladı, 9 yaşına gelen oğlum ise dünyadaki tüm silahları yok etmenin yollarını düşünmeye başladı... Birden çocukluğuma döndüm. Yine CNN, ABD'nin Irak'ı bombaladığı görüntüleri canlı yayında izliyoruz. O zamanlar oğlumla aynı yaştaydım ve babama sürekli "Füzeler Ankara'ya düşer mi?" diye sorardım. Zaman ve mekan adeta birbirine karıştı.

Bu anekdotu neden paylaşıyorum?

Polonya'nın "Rzeczpospolita" adlı gazetesi, "Dünya artık savaşlara alıştı" sonucuna varmış. Gazete, savaşların siyah-beyaz bir perspektiften değerlendirildiğini ve özellikle Batı kamuoyunun savaşları kanıksadığını ileri sürüyor. Savaşların genişleyip normalleşmesi, gelecekte dünyanın karşılaşacağı en büyük tehlikelerden biri haline gelse de, birçok insan için patlayan bombalar "oralarda bir yerlerde" gerçekleşiyor.

7 Ekim 2023'ten bu yana bir yıl geçti.

Malum, İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar, 7 Ekim 2023'te İsraillilerin rehine alınmasıyla alevlendi. Bu rehine krizinin ardından İsrail, Filistin'e yoğun saldırılar düzenlemeye başladı, Hamas ise bu saldırılara misilleme yaptı. Artık bu çatışmanın ana hattından çıkmış bir savaş hali var. Filistin, Lübnan ve zaman zaman İran'ı da kapsayan geniş bir bölgeye yayılmış durumda. İnsani trajediler görmezden gelinemiyor. Can Ertuna'nın dünkü yazısında bahsettiği "ailesinden hiç kimse sağ kalmayan yaralı çocuk" gibi acı hikayeler, bu savaşın sadece yüzeyde görülen dramlarından biri.

Ukrayna-Rusya Savaşı

İsrail-Filistin çatışmasına paralel olarak devam eden Ukrayna-Rusya savaşı, savaşların nasıl normalleştiğine dair başka bir çarpıcı örnek. Vladimir Putin'in 2022'de Ukrayna'yı işgal etmesiyle başlayan savaş, başlangıçta uluslararası kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. Ancak iki yılı aşkın süredir devam eden bu savaş, medyada ve kamuoyunda giderek sıradanlaşan bir olay haline geldi. Çatışmalar günlük bir rutine dönüşmüş, tarafların stratejileri üzerine konuşuluyor ama insani kayıplar ve yıkımlar görmezden geliniyor. Avrupa'da herhangi bir uluslararası toplantıya katıldığınızda Ukrayna'ya destek amacıyla bir rozet veriliyor — farkındalık dediğimiz şeyin ne kadar kolay basitleştirilebileceğine bir örnek.

Savaş sadece Ukrayna topraklarıyla sınırlı kalmadı, Avrupa'nın doğusundan Asya'ya kadar yayılan etkileri, dünya kamuoyunun savaşları sıradanlaştırmasına neden oluyor. Her gün "Üçüncü Dünya Savaşı mı çıkacak?" diye haberleri takip ediyor, normalleşen çatışmalar arasındaki insani trajedileri göz ardı ediyoruz. İnsanoğlunun doğasında var sanırım; başa çıkamadığı anormallikleri, normalmiş gibi ele almak.

Hem İsrail-Filistin-Lübnan-İran bölgesel çatışmaları hem de Ukrayna-Rusya savaşı, bölgesel sınırları aşan geniş çaplı çatışmaların dünya kamuoyunda nasıl normalleştiğini gösteriyor. Aynı gazeteye göre, Putin'in başlattığı savaş politikaları ve İsrail'in Filistin'e yönelik operasyonları, savaşlara olan duyarlılığı büyük ölçüde azalttı. Savaşların küresel çapta sıradanlaşması, toplumsal empatinin körelmesine ve uluslararası hukukun, barışçıl çözüm yollarının zayıflamasına yol açıyor. İsrail, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres'i "istenmeyen adam" ilan etti ve ülkeye girişini yasakladı. Guterres'in yerine biri gelse bu durum değişir mi? Sanmıyorum.

Bu normalleşme süreci, savaşların daha sık yaşandığı bir dünya düzenine zemin hazırlıyor. İnsani krizler, mülteci dalgaları, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık gibi sonuçlar, savaşların etkisini bölgesel sınırların ötesine taşıyor. Savaşların küresel çapta büyümesi ve büyük güçlerin bu çatışmalara dahil olma ihtimali, uluslararası sistemin sürdürülebilirliğini ciddi anlamda tehdit ediyor.

Bu köşede, 2024'ün süper seçim yılı ile yükselen aşırı sağın etkilerini düzenli olarak aktarmaya çalışıyorum. Avrupa'daki merkez partilerin karşısında giderek daha fazla güç kazanan aşırı sağcı partiler, otoriterleşme dalgalarının on yılı aşkın süredir yükseldiği bir dönemde, uluslararası kurumların etkinliğinin azaldığı ve devletin içindeki kurumların gücünün zayıfladığı bir düzeni beraberinde getiriyor. Türkiye, aslen Avrupa'daki merkezde duran partilerin ders alması için örnek bir ülke niteliğinde. Negatif bir anlamla, gelecekten geliyoruz. Yazının başında değindiğim zaman ve mekan kaymasını bizler uzunca bir süredir yaşıyoruz.

Köşe Yazıları Haberleri