İLHAN UZGEL
Mayıs 2023 seçimleri AKP - MHP İslamcı - milliyetçi blokunun galibiyetiyle sonuçlanırken, geride CHP ve Kılıçdaroğlu ile ilgili tartışmalar ile milliyetçiliğin yükseldiğine dair yorumlar kaldı. Hatta, hem içeriden hem de dışarıdan yapılan değerlendirmelerde bu seçimin kazananının milliyetçilik olduğu vurgulandı. Bu yazıda seçimler dolayısıyla milliyetçiliğin Türkiye’de geldiği noktayı tartışacağım. Ana tartışma noktası olarak 1) milliyetçiliğin sabit olmayıp her dönemde farklı toplumsal taban, içerik ve farklı ötekiler ile ve evrilerek ilerlediği; 2) ortaya çıkış ve gelişim dinamikleri açısından devletin kontrolünde bir milliyetçilik yaşandığı ve 3) Türkiye’de milliyetçiliğin her zaman güçlü bir ideoloji olduğunu, daha çok söyleminde bir yükseliş olduğunu ve bu kez muhalefetin de katkısıyla ilk kez sığınmacı karşıtlığında gündeme geldiğini ama iktidar tarafından kontrol altında tutulduğunu tartışacağım. Kısa bir hatırlatmadan sonra asıl ağırlığı son döneme vereceğim.
Türk Milliyetçiliğinin Evreleri
Çok genel hatlarıyla belirtecek olursak milliyetçiliğin dönüşümünü şöyle tarihlendirmek mümkün. Kuruluş sonrası ulus inşa etmeye yönelen 1920 ve 30’ların milliyetçiliğinden sonra, milliyetçilik ötekisi bağlamında kabaca dört aşamadan geçti: Sol’a karşı (1945-1980 ortaları), Kürt sorununun tetiklediği (1985 ve sonrası), küreselleşmeye tepki (1990’lar sonrası) ve sığınmacı/göçmen karşıtlığı (2010’lar ortası). Bu dönemlemeye iki noktayı eklemek gerek. İlki, zaman zaman kendisini gösteren ama eşit olarak görülmediği için “öteki” olarak algılanmayan ama devletin ihtiyacı olduğu zaman köpürtülen Rum/Yunan karşıtlığı. Diğeri ise 1990’lardan sonra giren milliyetçi ötekilerin birarada varolması.
Kuruluş yıllarında ulus inşa etmenin en önemli yolu olan milliyetçilik, Soğuk Savaş koşullarında içeride sol, dışarıda Sovyet karşıtlığında bir ideolojiye ve siyasal pratiğe dönüştürüldü. Millet fikrinin ötekisi başka bir millet değil başka bir ideoloji, “sosyalizm” ve ülke, Sovyetler, olarak kurgulandı, ülkenin bir kısım gençliği Batı sisteminin ve sermayenin çıkarı için mobilize edildi. Sol ile silahlı mücadeleye odaklandığı ve içinde şiddet unsurlarını barındırdığı için de toplumsal olarak Batı’daki gibi geleneksel orta sınıflardan çok, insan malzemesini iç Anadolu ve kırsaldan devşirdi.
Kürt Sorunun Yükselişi, Küreselleşme ve Ulusalcılık
Soğuk Savaş koşullarında yeşertilmiş olan, coğrafi olarak iç bölgeler odaklı bu milliyetçilik 1980’lerden itibaren hızla Kürt sorununun şiddete dönüşmesi yüzünden yeni bir mecraya kanalize oldu. Bu toplumsal tepki ve ötekileştirme için devletin fazladan çaba göstermesi gerekmedi. Bunun yanında aynı dönemde, nüve halinde kentli sınıfların başını çektiği, içinde PKK eylemlerine tepkinin de bulunduğu ama bunu aşan seküler bir ulusalcılık 1990’larda kendisini göstermeye başladı. 2000’lerde ise AKP iktidarına karşıtlığında, eski rejimin asker-sivil bürokratik unsurlarıyla örtüşerek yeni bir içerik kazandı. Bu dönemde seküler kesimlerin AKP karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı içine yerleştirilerek ulusalcı bir ideolojik çerçeve içinde boy gösterdi. Bu kesimlerde bir yandan iktidarı İslamcılara kaptırmanın, öte yandan Batı’nın kendileri gibi seküler, Batı’ya daha yakın görünen kentli yerleşik kesimler yerine ılımlı İslamcılarla işbirliğini tercih etmelerine karşı bir tepki ortaya çıktı. Kendisini Batı, Avrupa ve AB karşıtlığında dışa vurdu. Ortaya, o zamanki kimliğiyle AKP’de temsil edilen ılımlı İslamcıların AB üyeliğini istediği, seküler, kentli kesimlerin ise bunu ülkenin kimliğine, egemenliğine, toprak bütünlüğüne aykırı bulduğu, günümüzde unutulmuş olan tuhaf bir kutuplaşma çıktı. AKP’nin o daha liberal göründüğü dönemde Annan Planı’nı kabul etmesi, Kürt sorununda daha ılımlı tavır almasına tepki, bu yeni milliyetçilik türünü siyasal gündeme soktu. Sosyolojik olarak kentlerde, daha eğitimli kesimlerin taşıyıcısı olduğu, coğrafi olarak kıyı bölgelerde güçlenen ve seküler kimliğe sıkıca sarılan ulusalcılık, kendisini MHP’nin temsil ettiği milliyetçilikten ayrıştırırken, MHP de bu yeni milliyetçilikle arasına mesafe koydu.
Sığınmacı Karşıtlığına Dayalı Milliyetçilik Mi?
2010’ların ortasından itibaren Türkiye’de milliyetçiliğin ötekisi olarak tarihinde ilk kez sığınmacı/göçmenlerin konumlandırıldığını gördük. Toplumun her kesiminde daha çok Batılı ülkelerde görmeye alıştığımız türden bir yabancı düşmanlığı, göçmen/sığınmacı karşıtlığı gelişmeye başladı. Bunun anlaşılır bir yönü vardı. Kısa süre içinde milyonlarca insanın büyük kentlere yığılması her toplumda biraz şaşkınlık, biraz karşıtlık yaratabilir. Sorun AKP hükümetinin bu durumu yönetmeye yönelik anlamlı bir girişimde bulunmamasıyla ağırlaştı. Bu insanların hayatlarını düzenlemek için bir çaba gösterilmediği gibi topluma ilerisi için de bir çözüm, bir plan sunulmadı. Sığınmacıların tümü Türkiye’de mi kalacak, entegre mi edilecekler, ne kadarına vatandaşlık verilecek, geri dönüşler teşvik edilecek mi vs. belli değildi, sığınmacılar ile toplum başbaşa bırakıldı.
Ama bir taraftan da, sığınmacı sorunu Türkiye örneğinde bazı istisnalar içeriyordu. Dünyanın birçok ülkesinde sağ popülist/otoriter siyasetçiler sığınmacı/göçmen karşıtlığını milliyetçi söylemlerinin merkezine yerleştirirken, Erdoğan ve AKP bu konuda dünyadaki örneklerden derin bir ayrışmaya gitti. Burada Erdoğan’ın defalarca tekrar ettiği, her kesime yönelik ikili oyununu bir kez deneyimledik. Bir yanda Batı’ya karşı milliyetçiliği besleyen “büyük anlatısı”, Batı’nın tasfiye etmeye çalıştığı ama ona direnen, Batı’nın oyunlarını bozan büyük lider; öte yandan konu sığınmacılara gelince milliyetçiliği unutup, bu kez ümmetçiliği oynamaya başlayan, İslam tarihinden ödünç alınma ensar kavramına sığınan, din kardeşliğini öne çıkaran bir siyaset. Erdoğan ikisini de yaptı ve tuttu.
Daha tuhaf olanı ise milliyetçi MHP’nin de, iktidar ortaklığı uğruna bunu sineye çekmesi oldu. Durumdan AKP seçmeni de hoşnutsuzdu ama onlar da bir kısmı dini açıdan ensar kavramıyla meşrulaştırıldığı için, bir kısmı Erdoğan’ın hatırına Suriyeli karşıtlığını içinde tuttu. Bir dönem CHP de bu topa girmedi, HDP seçmeni ise bütün yoklamalarda sığınmacılara en ılımlı yaklaşan kesimi oluşturdu. Böylece aşağıdan gelen, sığınmacı karşıtlığına dayalı bir milliyetçi yükselişin siyasal temsilcisi olmadı. Öyle olduğu için siyasetteki bu boşluğu CHP’nin Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan, Sinan Oğan gibi isimler ve Zafer Partisi doldurmaya çalıştı ve ilk kez salt sığınmacı karşıtlığına dayalı bir parti kuruldu, ilk kez sığınmacılık seçim kampanyasının konusu oldu. Ama elinde başka koz yokmuş gibi, bu sefer CHP son bir yılda artan bir sığınmacı karşıtlığı üzerinden siyaset yapmaya başlayınca sağ siyasetin sığınmacıları kolladığı, merkez sol siyasetin sığınmacı karşıtlığı yaptığı tuhaf bir denklem ortaya çıktı.
Muhalefetin Rolü
Toplumda içten içe kızışan sığınmacı/göçmen karşıtlığını muhalefet dillendirmese aslında konu sessizce geçiştirilebilirdi. Erdoğan ve bakanları son ana kadar sığınmacı konusunu toplumun dikkatinden kaçırmaya çalıştılar ama son dönemeçte, bu kez onlar da 500 bin Suriyeli’yi gönderdiklerini, bir milyon Suriyeli’yi de briket evler yapıp göndereceklerini söylemek zorunda kaldılar.
Göçmen karşıtlığı Türkiye’de daha çok eğitim ve sağlık sisteminde pozitif ayrımcılık tanınması, yaşam tarzı farklılığı (toplumun yüzde 70’i Suriyelilerle kendileri arasında benzerlik olmadığını düşünüyor) Taksim civarında ve bazı sahillerde olduğu gibi büyük kentlerin belli yerlerinin görünümünün değişmesi, Batı’daki benzerleri gibi demografik bir “büyük yer değiştirme” yani yüksek doğum oranıyla nüfus yapısının değişmesi, kaynakların sığınmacılar için harcanması ve bazı işlerde daha ucuza çalışan Suriyelilerin istihdam edilmesi gibi kaygılar ve endişeler üzerinde şekillendi. Sonuçta, toplum sığınmacı karşıtlığına dayalı bir milliyetçilikle tanıştı ama şimdilik bunu siyasal söyleminin merkezine yerleştiren parti yüzde 2 civarında kalırken, sığınmacılara açık kapı politikasıyla ülkeyi açan iktidar partisi hâlâ yüzde 35, onun lideri yüzde 49 oy alabiliyor, onun ortağı milliyetçiliğin başlıca taşıyıcısı MHP ise yüzde 10 altına düşmüyor. Bu konuyu diline dolayan CHP ile sağ siyasetin temsilcisi olarak sığınmacıların geri dönmesini savunan İYİ Parti’nin oyları ise yerinde saydı. Dolayısıyla, sığınmacı sorununun ve sınırdan kontrolsüz geçişlerin yeni bir milliyetçi algıyı/endişeyi tetiklediği doğru ama bunun doğrudan siyasetteki karşılığı şimdilik Türkiye’ye özgü dinamikler yüzünden sınırlı kaldı.
İkinci bölüm yarın...