SERPİL SANCAR
Türkiye’de hem ulusal hem yerel düzeyde siyasetin eril karakterini dönüştürmenin önemi yaklaşan yerel seçimler nedeniyle yeniden gündemin sıcak konularından biri haline geliyor. Çünkü yine ve yeni bir seçim nedeniyle, kamu kaynakların kimler arasında paylaşılacağına karar verecek koltuklara oturmaya aday kişilerin çoğunluğu yine erkeklerden oluşuyor. Bu nedenle, geçmişte yaptığımız gibi, ülkede mevcut siyasetin kaotik ortamında, kadınların kendi hayatlarını etkileyecek siyasal kararlarda yer alıp mevcut gidişe karşı adımlar atabilmeleri gerekiyor.
Bugüne kadar kadınların aile, evlilik, annelik süreçlerindeki haklarını düzenleyen medeni haklar konusunda, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bu yana çok şey yapıldı ve bu sayede birçok kadının hayatı olumlu yönde değişti. 1998-2005 yılları arasında medeni kanun ve ceza kanunundaki erkek ayrıcalıklarına yönelik hükümler değiştirildi; aile içi şiddeti önlemeye yönelik yasa ve kurumsal düzenlemelerle kadınların temel insan haklarını daha iyi korumak mümkün hale geldi. Bugün ise, mevcut hükümetin siyasal ittifak politikaları ve Diyanet’e kadın hakları konusunda verilen yetkiler bu alandaki kazanımlarına karşı ciddi geri adımlarla karşılaşıyoruz.
Kadınların kazanılmış medeni haklarında geri gidiş riskinden bahsederken kadınların eşit siyasal katılım hakkı söz konusu olduğunda geri gidişten bile bahsedemiyoruz. Çünkü zaten Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana gelen, kadınların siyasal kararlara eşit katılım hakkı konusundaki duyarsızlık devam ediyor. Bugün için Kürt ve sol siyasi hareketlerin TBMM’de yer alan siyasal partilerini dışarıda tutarsak, ana-akım siyasal partilerde kadınların eşit katılım olanağı hemen hiç var olmadı; bu konuda kadın hareketinin güçlü bir siyasal mücadele yürütüldüğünü de, söylemek zor. Kadınların eşit siyasal katımının gerçekleşememesi, kadınların kendi haklarını korurken atacakları birçok demokratikleşme adımından da Türkiye’yi mahrum bıraktı. Eğer kadın hakları siyaseti, siyasal partilerde ve parlamentoda örgütlü ve güçlü kadrolarla var olabilseydi ülkede daha fazla eşitlik, laiklik ve özgürlük olacaktı; örneğin başta kadınların yaşam haklarının korunmasında, sosyal refah harcamalarında kadınların aldığı payın eşitlenmesinde, dini hizmetlerin cinsiyet eşitliğine uygun yürütülmesinde, dinin kadınların medeni haklarına müdahalelerinin engellenerek laikliğin korunmasında güçlü adımlar atılmış olacaktı.
"Kadınları dışlayan erkek egemen siyasetin somut tezahürlerini çok net olarak tanımlıyorlar"
Bunlar niye gerçekleşmedi? Çünkü bugün kadınların siyasette eşit söz hakkı sahibi olamaması karşısında hala siyasal toplumdan ciddi ve örgütlü bir siyasi talep oluşmuyor. Artık eskisi gibi “vatandaş kadın politikacıya oy vermez” gerekçesiyle kadınları siyasal alandan dışlamanın inandırıcılığı da yok. Çünkü artık ülkenin her bölgesinden, en uzak ve erkek egemen, az gelişmiş illerinden, kadınlar seçilerek belediyelere ve TBMM’ye gelebiliyorlar. Bu konudaki eril bariyerleri, Kürt siyasetinin geçmiş partileri ve en son olarak HDP/DEM Parti de çoktan aştı; TBMM’deki HDP/DEM Partinin kadın vekil oranı 2023 genel seçimlerinde %49 oldu. Yani kadınların önündeki engelin “geri kafalı cahil seçmenler” değil, partilerin seçimlerde adayları belirleyen politikacıların erkek egemen bakışı olduğu açıkça görüldü.
Aslında geçmişten bugüne aşılan yola ve başarılan kazanımlara baktığımızda önemli değişimlerin bir kısmının hal-i hazırda gerçekleştiğini görüyoruz. Yakın zamanlarda kadın politikacılarla yapılan görüşmelerde (bu kadın politikacıların sağ ya da sol partilerden geliyor olması çok da fark etmiyor), kendi siyasal deneyimlerine ilişkin egemen anlatı değişmiş durumda. Bir şekilde siyasetin il ve ilçe düzeyinde kadroların girmeyi başarmış kadın politikacıların söyleminde önemli bir dönüşüm olmuş. Bu kadınlar içinde, çok fanatik olan, eril siyasetin kadrolarınca kontrol edilebilen ve ideolojik olarak da bu çevrelere angaje olmuş küçük bir kesim hariç, genellikle siyasal süreçlerde ve partilerde yaşadıkları cinsiyetçi ayrımcılıkları, erkek egemen siyasetin kendilerini nasıl dışladığını, çok detaylı olarak ve birbirine benzer sözcüklerle tanımlıyorlar. Bu durum 20-25 yıl önce böyle değildi. Kadın politikacılar, özellikle kendi siyasal çevreleri ve örgütleriyle ilişkili olarak erkek egemenliği, ayrımcılık ve eril tahakküm eleştirisi yapmazlardı. Köprülerin altından bir hayli sular akmış; fark etsek de etmesek de durum böyle. Kadın hakları mücadelesi bazı şeyleri değiştirmiş ve biz bunları belli zaman aralıklarıyla yaptığımız karşılaştırmalarda daha net görebiliyoruz. Ama bu dönüşümün meyveleri siyasal partilere hala taşınamamış durumda.
Artık siyasal partilerde ve TBMM’de daha çok kadın var; her kesimden, her ideolojiden kadın var (Saadet, Yeniden Refah ve Hak-Par gibi siyasal İslamcı partiler hariç) ve kadın politikacılar yaşadıkları cinsiyetçi ayrımcılığı ve kadınları dışlayan erkek egemen siyasetin somut tezahürlerini çok net olarak tanımlıyorlar. Ama bu cinsiyetçiliğin nedenlerini ve kaynaklarını, ideolojik tercihlerine bağlı olarak, farklı tanımlayabiliyorlar. Bu değişim bize artık cinsler arası eşitliğinin sağlanması için gerekli koşulların varlığını ve gerisinin de bir şekilde geleceğini mi söylüyor? Yoksa bu noktadan ileri adım atamayıp donup kalarak, zamanla geri mi gidilecek?
Siyasal haklar için çalışan kadın dernekleri, platform ve ağ örgütleri, her seçim döneminde siyasal partilerden kadın adaylara listelerinde daha fazla yer vermelerini istiyorlar. Kadınlara da aday olma çağrısı yapıyorlar. Sonuçta ana-akım partilerden AKP ve CHP’de kadın milletvekili ve parti merkezlerindeki kadın yöneticisi sayısı, zaman içinde yavaş da olsa, artıyor. Hatta bugünlerde TBMM’de iki büyük partinin, AKP ve HDP/DEM Partinin, grup başkan vekilleri ve sözcüleri kadın. CHP grubu adına ise hala bir kadın grup başkanvekili ve parti sözcüsü göremedik.
Ama bu durum partilerin cinsiyet eşitliğini sağlama ve kadın haklarına yönelik sistematik ve ideolojik saldırıyı ciddiye almada gönülsüz ve başarısız olduğu gerçeğini değiştirmiyor. AKP’nin, dinci Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR’ın temsil ettiği Sünni dine dayandırılan eril tahakküm düzenini sürdürme arzusuna yeşil ışık yakmasıyla bunların TBMM’de 8 vekil ile temsil edilmelerine yol açıldı. Yani AKP’nin, eril tahakkümün pekiştirilmesi yanlılarının gönlünü hoş tutarak oy alma stratejisi iş başında. Muhalefetin “amiral gemisi” CHP ise artan kadın hakları ihlallerine karşı yaygın, örgütlü, hem sivil, hem siyasal hem de hukuki düzeyleri kapsayan çok boyutlu ve çok katmanlı bir siyasal muhalefeti örgütleyemediği ortada; dahası böyle bir hedefi olduğunu gösteren bir emare de yok. MHP, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA gibi partilerde ise zaten kadınların siyasete karışmasını açık ya da kapalı şekilde dert etmeyen bir eril atmosfer egemen. Aslında İYİP’i de, başkanı kadın olmakla birlikte, bu guruba dahil etmek gerekir.
TBMM’de kadınların eşit temsili açısından bir hayli yol kat etmiş ve siyasal-örgütsel yapısını dönüştürmüş ve hala da dönüştürmekte olan parti HDP/DEM Partinin, kadınların eşit siyasal katılımını, yaklaşık on yıllık bir sürede nasıl sağladığı ise, ilginç dersler çıkartılacak önemli bir konu. Ama TBMM’deki ana-akım partiler bu örnekten ne kadar etkileniyorlar ve bir siyasi partinin ideolojisi ve politikalarını kitleselleştirmekte kadınların ne kadar etkin olabildiğine dair nasıl bir değerlendirme yapıyorlar, doğrusu bilmiyoruz. Çünkü hala ana-akım siyasal partilerde kadın politikacıların sınırlı sayıdaki varlığı, hatta bazen üst yönetimlerde bile yer alabilmeleri, bu partilerin kurumsal yapı, kültür ve davranış kalıplarındaki köklü cinsiyetçilik ve erkek egemen ağlara uyum sağlamaları ile mümkün görünüyor.
Öte yandan HDP/DEM Parti ise, uyguladığı hem kota, hem eş başkanlık, hem de örgütlediği kadın meclislerince kadın adayların belirlenmesi stratejisi ile cinslerin eşitliği politikalarını bir paket halinde uygulayarak önemli bir başarı kazandı ve kendi kesiminin kadınlarını kitlesel olarak siyasal süreçlere kattı. Bu sayede yerel yönetimlerde önemli bir dinamizm yarattı; hem yerel yönetimlerde hem TBMM’de, hem de parti il ilçe yönetimlerinde kadın oranını %40’ın üzerine taşıdı ve hatta TBMM’de kadın vekil oranı % 49 oldu.
"Ana-akım partiler hala gereğini yapmıyor"
Ama TBMM’deki ana-akım sağ ve sol partiler bu örnekten çok da etkilenmediler; ciddi bir rekabete girişmediler; “onların yolu kendilerine, bizimki bize” diyerek görmezden geldiler ve hala böyle yapmaya devam ediyorlar. TBMM’de çoğunluğu oluşturan bu ana-akım partiler hala kadınların siyasal kararlarda eşit varlığını açıkça kabul edip gereğini yapmıyor; gerekli adımları atmayı kabul etmiyor; “mış gibi” yaparak ayak sürüyor; kapı arkasından dolanıyor vs. AKP’ye söylenecek bir sözümüz artık kalmadı ama CHP için ne söylense az gelir durumdayız.
Dünyada son 30-40 yılın kadın hareketi deneyimi bize gösterdi ki, siyasal partiler kendi içlerinden cinsiyet eşitliğini hedefleyen ideolojik, kurumsal ve siyasal dönüşümleri gerçekleştiremezse, siyasette kadın sayısı artsa bile siyasal partilerdeki eril siyaset düzenini -hızlı ve gerekli doğrultuda- dönüştürmek mümkün olmuyor. Kadın hakları savunucularını partilere devşirmeden, özellikle parti yapılarındaki eril kültür ve erkek öncelikli kararları ve tercihleri değiştirmek nerdeyse imkânsız. Başarılı örnekler bize birkaç değişimin bir arada hedeflenmesi gerektiğini söylüyor. Hem kadın politikacı sayısı artacak, hem partilerin cinsiyet eşitliğine duyarlı hala gelebilmesi için stratejik ve politik deneyim ve uzmanlık bilgileri olan kadın hakları savunucularının karar mekanizmalarına içerilmesi sağlanacak. Bu da yetmiyor, aynı zamanda partinin kurumsal yapısında bu amaca yönelik değişimleri planlayıp yönetecek ve başarıya ulaştıracak bir parti birimi/kurumsal yapı oluşturulması da gerekli. Bu üç önkoşuldan birini eksik yapıp da partisinde kadın erkek eşitliğini sağlayan ve erkek egemen siyasal yapıların gücünü sarsmayı başaran bir parti dünyada var olmadı. Peki, bu gerçeği hem kadın hareketinin, hem de CHP gibi yerleşik tarihsel partilerin uzmanlarının bilmesi çok kolayken neden hala sadece partilerin “kadın sayısını artıracağız” vaadinden ve kadın örgütlerinin de “kadın sayısını artırın” talebinden öte başka bir siyasal gelişme göremiyoruz.
Kadın hareketinin örgütlü yapısının bu konuda harekete geçirerek bir mücadelenin neden kadınların öncelikli hedefi haline gelemediğini sormamız gerekiyor. Bu sorulara çeşitli geçiştirici yanıtlar verilebilir ama ben açık ve samimi olarak bir yanıt verilmesi gerektiğini ve bu konuda bir siyasi tutum ve strateji savunularak somut adımlar atılmasının kaçınılmaz olduğunu öngörüyorum. O zaman her şey için geç olmadan bunu konuşmak gerekiyor.