Per Petterson edebiyatında zaman, mekân, olay ve karakterlerin birbirini tamamlayan bir yanı olduğundan söz edilebilir. Özellikle de mekânın, bazı metinlerinde belirginleşerek anlatının karakterlerinden biri gibi iş gördüğü de oluyor. Yaşanan yerin insanın üstüne sinmesi, onun yaşam ve geçim biçimlerinin, ikliminin; anları, hayalleri, edimleri belirlemesi ve karakterlerin buna göre şekillenmesi gibi bir durum söz etmeye çalıştığım. Örneğin, yazarın “Benim Durumumdaki Erkekler” kitabında, metnin mekânı olan Oslo’nun kitabın karakteri, Arvid Jansen’in ruhsal durumunda belirleyici bir yanı vardı. Genel olarak, melankolik bir karakter olarak yorumlayabileceğimiz Arvid Jansen’in içinde bulunduğu durum, kentin melankolisiyle kesişiyor, karakterin kent deneyimiyle bir bütünlük oluşturuyordu.
‘SİBİRYA HAYALİ’
Per Petterson’ın, Metis Yayınları tarafından, Banu Gürsaler Syvertsen çevirisiyle basılan, “Sibirya Hayali” adlı kitabında da mekânın belirleyici olduğu bir anlatıyla karşılaşıyoruz fikrimce. Yazar, bu sefer Danimarka’da bir kasabadan sesleniyor okura ve karakterlerinin yaşamında bu yerin etkisi belirgin bir şekilde hissediliyor. Kendi içine kapalı, küçük şeylerin büyük olay yarattığı, başka yerden olan her şeyin yabancı olarak algılandığı, zamanın saatlerden çok mekânın belirleniminde aktığı bir yer olarak tasvir edilebilir burası.
Son zamanlarda çağın şartları, kaçışın yönünü şehirden taşraya çevirse de Petterson’ın metninde hâlâ -özellikle de metnin çocuk karakterleri için- bu mekân bir gün çıkılıp gidilecek yer olarak karşımıza çıkıyor. Metnin anlatıcısı için de bu durum geçerli bu nedenle oradan uzaklaşma imkânını hep aklının bir köşesinde tutuyor, bunu bir kaçış fikri olarak yanında taşıyor ve çocukluk zamanını Sibirya’ya gitme hayali üzerine düşünmekle geçiriyor. Onun için Sibirya’ya gitme fikri, yaşamının en önemli konusu denebilir bu nedenle.
Kasabadan kaçış hayalinin genelde iş, kariyer gibi nedenler üzerine kurulduğu anlatıların aksine, Petterson’ın karakterinin Sibirya düşünün “basit” bir nedeni var. Babasının Sibirya’nın soğuk olacağına dair söylediklerine karşı anlatıcı bu hayalini şöyle açıklıyor: “Yaz mevsiminde elbisemin altından çıplak baldırlarıma esen rüzgârı severim ben, öyle sanıyorum ki oraların soğuğu beni çok etkilemez. Hem Sibirya’da değişik kıyafetler giyiyorlar, kışın Danimarka’yla İsveç arasında denizden esen buz gibi rüzgârı içimize işleten ince mantolarımızdan farklı giysiler onlar… O insanlar bana nasıl yaşadıklarını, neler düşündüklerini anlatacaklar ve bana niçin bu kadar uzaklardan, Danimarka’dan geldiğimi soracaklar. O zaman onlara diyeceğim ki: ‘Sizinle ilgili kitap okudum ben.’”
Bu uzunca alıntıyı yapma sebebim çok da önemli görünmeyen, okur açısından pek merak uyandırıcı sayılmayacak bu hayalin hem metin hem de karakter açısından oldukça önemli olması. Çünkü bana kalırsa bu küçük çocuğun Sibirya merakında, rutin içinde akıp giden yaşamda farklı yollar bulma, kendisine benzemeyenle ilişki kurma arzusunun yansıması hissediliyor. Aynının içinde boğulmaktansa kitapta okuduğu o dünyayı bulmak, onu bir ideal olarak önüne koymak bu biraz, metnin akışında karakterin bunun için çabalamasına mesela, bu nedenle derslerine çok çalışmasına, devamlı başka kitaplar okuyup hayalini güçlendirmesine tanık oluyoruz.
SIRADANIN ANLAMI
Bu açıdan, Petterson’ın anlatılarında sıradan olanın anlam bulduğu bir yandan da söz edilebilir. Gündelik yaşamın, zamanın hızı içinde neredeyse deneyimsiz hâle geldiği bir dünyada, yazarın yapmaya çalıştığı şey, basit gibi görünen yaşam parçalarından anlam devşirme çabası belki de. Yazarın bu metninde yorumumuzu destekleyebilecek epey ayrıntı var. Mesela, anlatıcı ve kardeşi arasındaki ilişkide onların maceralarında, hayallerinde, umutlarında bunu gözlemleyebiliyoruz. Erkek kardeş Jesper, aynı zamanda metnin anlatıcısı olan kız kardeşine göre daha haşarı bir çocuk, devrimci olacağına inanıyor, okulda başarılı olmayı çok önemsemiyor ve bunu komünist olmanın bir gereği olarak yorumluyor. Anlatıcı, onun bu muzip, alaycı, isyankâr ve devamlı sorun yaratan tavrına hayran. Birlikte yaşadıkları anlar, geceleri evden kaçışlar, bisiklete atlayıp kasabanın kendilerine verdiği küçük imkânları haz alır hâle getirme çabaları ve bu deneyimlerle aralarında oluşan bağ, yazarın ayrıntıda yarattığı anlamın görünür hâle gelmesini sağlayan etkenlerden.
Petterson, okura “derin bir şeyler göstermem gerek” gibi bir kaygı hissettirmiyor veya aforizma tadı bırakan cümlelere pek yer vermiyor onun kurguladığı dünyada, Lefebvre’in “içinde zenginlik barındıran ve gizli bir yaşamı olan aşağıdaki dünya” dediği durumu buluyoruz. Özellikle, “Sibirya Hayali” kitabında bunun belirgin olduğunu söyleyebiliriz. O bu metinde hikâyesini “aşağıdaki dünyaya” odaklamış.
Mesela, metinde iki kardeş bir gece evden kaçıyorlar, yorulup üşüyünce ahıra sığınıyorlar. Jesper hayvanlarla yatmayı öneriyor, metinden onun bunu daha önce de yaptığını seziyoruz. İneklerle konuşup onları sakinleştiriyor ve yere çökmelerini sağlıyor, aynı şeyi kardeşine de yaptırıyor. İki çocuk üşümüş bedenlerini hayvanların sırtına dayayıp ısınarak uykuya dalıyor, anlatıcı bu andan şöyle bahsediyor: “1934 yılının Noel gecesini yaşıyoruz, Jesper ve ben her şeyin nefes aldığı bir ahırda iki ayrı bölmede, iki ayrı inekle sarmaş dolaş yatıyoruz, belki de uykuya dalıyoruz, çünkü gerisini pek hatırlamıyorum. “Her şeyin nefes aldığı ahır” bir şekilde sıradan görünendeki o zenginliğin ortaya çıkarılışı ve Petterson bu konudaki maharetini “Sibirya Hayali”nde epey gösteriyor.
GEÇMİŞTEN ŞİMDİYE
“Sibirya Hayali” kitabında anlatının geçmişten şimdiye doğru hatırlama anlarıyla oluştuğu söylenebilir en azından anlatıcının ağzından metne sızan ayrıntılar bunu düşündürüyor. Yazarın bilinçli tercihi mi bilinmez ama çocukluk anılarının bellekte daha canlı olduğu düşüncesi bu metinde gerçekleşmiş görünüyor. Yaşamın büyük kaygıları henüz ortaya çıkmamışken, hayaller kesintiye uğramamışken, (anlatıcının Sibirya hayali Almanların yaşadıkları bölgeyi işgal etmesi nedeniyle yıkılıyor) metnin anlatısında savaş yokken, muhafazakâr anneye, sevgisini çok göstermeyen marangoz babaya rağmen, iki kardeşin aileden, diğer akrabalarla olan ilişkilerden kaçışın bir yolunu bularak hayatlarını anlamlandırdıkları anların, âdeta sahnelendiği kısımlar, kitabın anlatısında belirleyici unsur olarak değerlendirilebilir.
Metnin son cümlesinde, anlatıcı şunu söylüyor: “Yirmi üç yaşındayım ve hayat bitti. Şimdiden sonrası yalnızca hayattan arta kalanlar.” Petterson, daha yirmi üç yaşında yaşamının bittiğini düşünen anlatıcısının o güne kadar olan hikâyesini anlatıyor diyebiliriz. Bu hikâyede, -kısaymış gibi görünen bu yaş aralığında- savaş, çocukluk, kardeş olmak, aile meseleleri, sınıfsal çelişkiler, babalar ve oğullar arasındaki sorunlar, direnmek, dostluk, ölüm, acı, kayıp, intihar gibi pek çok farklı tema etrafında dönen bir hikâye var.
Özetle söylersek, bir hayattan kalabilecek olanın çok daha fazlasını içeriyor metin. Bu nedenle belki de anlatıcının hayatının bittiğini düşünmesi tesadüf değildir, bu kısmı metni okuyacak olanların kendi yorumlarına bırakalım ancak şunu ekleyebiliriz, Petterson’ın, “Sibirya Hayali” bir yaşamın insanın başına getirebileceği büyüklü küçüklü pek çok olayın hikâyesini anlatıyor, metnin farklı noktalarını keşfetmek okura kalıyor.