Siyaset hem muhalefetsiz hem de kimliksiz

Bugünün MHP’sinde bu yoktur. MHP’nin içinden bu katı ideolojik disiplinden geçmiş 2 ayrı parti çıkmıştır. (Tuğrul Türkeş’in kurduğu ATP’yi kapatıldığı için özelikle saymadım.) İyi Parti bu katı ideolojik geçmişe karşın MHP’nin karşısındaki blokta yer almıştır. BBP ise ayrıldığı parti olan MHP ile aynı blokta, BBP’nin içinden çıkan Milli Yol Partisi ise bu ittifakın karşısında Millet İttifakına yakın politik pozisyon almıştır.

SEDAT BOZKURT


Yaşadığımız memleket, 21. yüzyılda keşfedilmiş yeni bir gezegen gibi. Binlerce yıllık insanlık tarihinin elde ettiği birikimlerin, hafızanın burada olmadığını görüyorsunuz. Sadece hukuk, demokrasi ve insan hakları üzerinden kurmuyorum bu cümleyi. Bu eksiklikleri giderecek ve tespit edecek siyaset bile yok. Her şeyin anlamını yitirdiği, içinin boşaltıldığı, kimliksizleştiği bir dönemden geçiyoruz. 12 Eylül darbesi sonrasındaki ezberlerden biri, “ben siyaset yapmam” söylemiydi. Oysa bu bile bir siyaset yapma biçimiydi. Şimdilerin “bu konuyu siyaset üstü ele almalıyız” yaklaşımı da benzer tutumdur. Siyaset üstü ele almak en üst düzeyde siyasete dahil etmektir. Toplumsal yaşamdaki bireysel tutumlar, görevler de dahil her şey siyasetin içindedir, politiktir yani.
TDK’ya göre Arapça kökenli bir sözcük olan siyaset, “egemen olmak, yönetmek” anlamını taşıyor. Sözlük, devletin, idari anlamda yürüttüğü faaliyetleri de devletlerarası ilişkileri de siyaset olarak tanımlıyor. Devlette görev alan politikacıların ülkenin yönetimi, ekonomisi ve güvenliği kapsamında yürüttükleri faaliyetler de siyasete dahildir. Siyasetin amacı, önce iktidara gelmek daha sonra da iktidarda kalmaktır. İktidara geldikten sonra siyaset yerine iktidarda kalmak için devlet devreye sokuluyorsa işte orada çok ciddi rejim tartışması da başlıyor demektir. Ama bu da siyasete dahildir. Siyaseti burada kısa özet halinde okuduğunuz gibi kolay anlaşılabilen bir disiplin olarak görmeyin. Fizik, kimya, matematik gibi bir bilim dalıdır. Sürekli değişerek tekrar tahlil gerektiren her meseleyi, akademik olarak ele alarak değerlendiren, elde ettiği verileri kuramsal olarak paylaşan bir sosyal bilim dalıdır siyaset bilimi.
Reel pratik siyaset üzerinden bakarsak, Fransız devrîmi sonrasında kurulan meclisteki oturma düzeninden esinlenerek ortaya çıkan sağ ve sol kavramları, siyaseti de kategorize ederek çok net 2 hatta ayırmıştır. 230 yıl önce Fransız ihtilali sonrasında oluşturulan parlamentoda, özgürlüğün destekçisi olan halkçılar başkanın solunda, değişimlere karşı çıkan, burjuvanın temsilcileri ise sağında otururdu. Fransa parlamentosundaki bu gelenek halen sürmektedir.
Kendine göre bir yönetim sistemi olan ABD’de “sağ ve sol” kavramları yoktur. Cumhuriyetçi ve demokrat ayrımı vardır. Siyaset tam olarak bu iki parti üzerinden 2’ye bölünmüştür. Cumhuriyetçiler net sağcıdır. Ama mevcut siyaset şablonu üzerinden bakıldığında demokratların solcu olduğunu söylemek hayli zordur. Zaten bu nedenle ülkedeki demokrat ve cumhuriyetçilerden sonra 3. güçlü akım Kuzey Avrupa sosyal demokrasisini işaret eden sosyalistler olmaktadır. ABD’de, kendine özgü sistemi nedeniyle, başkanlar üzerinden yaşanan iktidar değişiklikleri fark bile edilmemektedir.
Avrupa’daki sağ sol meselesi diğer dünya ülkelerine göre daha net bir ayrım içindedir. Sosyal demokratlar ile liberaller, sağ sol geçişlerini daha yumuşak hale getirmektedir. Türkiye’de ise Cemil Meriç’in bile içinden çıkamadığı bir sağ sol meselesi var. CHP’nin 10 kurucusundan biri olan Celal Bayar, Adnan Mendereslerin ihracından sonra partiden istifa etti. Kuracakları DP ile Türkiye sağının devletleşmiş en katı halini uygulamayla gösterecek olan kadro, sosyalist Sertellerin yayın organı Görüşler dergisinde, Behice Boran, Aziz Nesin, Pertev Boratav ile birlikte yazar kadrosunda yer almıştı. 1938 yılında, Bayar başbakan olduğu dönemde, yazarı olmaya hazırlandığı Sertellerin Tan gazetesi hakkında 3 ay yayın yasağı getirmişti. Özellikle devletle buluşan sağ siyasetin somut ortaya çıkan bir özelliğini göstermesi açısından bu bilgi önemli.
Bugünün Türkiye’sinde de sağ sol karmaşası devam etmektedir. Örneğin MHP. İdeolojik milliyetçi sağ parti olarak genel kabul görür. Politik kimliğini Alparslan Türkeş’in genel başkanı olmasıyla ve adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmesiyle bulan hareket, Devlet Bahçeli’ye kadar önemli sayılabilecek bir değişim yaşamamıştır. MHP bir Alparslan Türkeş hareketidir. CKMP’den itibaren “9 ışık milli doktrin”, MHP’nin de parti programı olmuştur. Bugün yaşı 40’ın altındaki MHP’lilerin, seçmenlerinin uzun zamandır duymadıkları ve bilmedikleri bir ideolojik kavramdır bu. Bugünün MHP’sinde bu yoktur. MHP’nin içinden bu katı ideolojik disiplinden geçmiş 2 ayrı parti çıkmıştır. (Tuğrul Türkeş’in kurduğu ATP’yi kapatıldığı için özelikle saymadım.) İyi Parti bu katı ideolojik geçmişe karşın MHP’nin karşısındaki blokta yer almıştır. BBP ise ayrıldığı parti olan MHP ile aynı blokta, BBP’nin içinden çıkan Milli Yol Partisi ise bu ittifakın karşısında Millet İttifakına yakın politik pozisyon almıştır.
Millî Görüş de bir Necmettin Erbakan hareketidir. Ekonomik sistemi adil düzendir ama aynı milli doktrin 9 ışık gibi o da tarihe emanet edilmiştir. Millî Görüş içinden AKP ve Yeniden Refah Partisi (YRP) çıkmıştır. YRP ile AKP son genel seçimlerde aynı ittifakta yer alırken AKP’nin içinden çıkan Deva ve Gelecek ile SP millet ittifakında yani AKP ile YRP’nin tam karşısında yer almıştır. CHP genel başkanlarından Bülent Ecevit’in CHP’den ayrılanlarla kurduğu DSP de, AKP ile aynı blokta CHP’nin karşısındaki ittifaka dahil olmuş, genel başkanı AKP listelerinden milletvekili seçilmiştir. Kafanız karıştı değil mi? Haklısınız, bu tabloyu ucube cumhurbaşkanlığı sistemi yarattı. Niyeti de politik kimliklerin tamamını kendine benzetmek, kimliksiz hale getirmekti. Bunu başardığını görüyoruz.
Buna direnecek, itiraz edecek temel yapı, doğal olarak CHP’ idi. Ama o da “değişim” sloganının arkasına sığınarak, yönetimini değiştirerek belediye başkanlıkları ve belediye meclisi üyeliklerini Vikingler dönemini aratmayacak bir “ganimet” paylaşımıyla gerçekleştirmeye ayırdı tüm mesaisini. Oysa ekonomist dostumuz Mustafa Sönmez’in TÜİK verilerinden derlediği bilgilere göre sadece İstanbul’daki gelir dağılımı memleketin somut durumunu gözler önüne seriyor. Ülke kaynaklarının yüzde 28’ini İstanbul alıyor. Bu kaynakların yüzde 38’ini en tepedeki yüzde 10’luk nüfus paylaşıyor. En alttaki yüzde 10 ise sadece bu kaynağın yüzde 2,5’unu görebiliyor. Vahşi bir paylaşım adaletsizliği var zenginler lehine. Türkiye genelinin tablosu belki de bundan daha vahimdir. Ve ana muhalefetin derdi, bu çarpık kentteki atama ile belirlenen belediye başkanlıklarını ve delege üretme sistemi haline gelen belediye meclis üyeliklerini paylaşmak.
İktidar ile muhalefet ayrımı kaldırdığınız zaman bütün partilerin hepsinin aynı olduğunu görüp umutsuzluğa kapılıyorsunuz. Çok fazla görünür olmayan ama ilkeli bir politik duruş sergileyen pek çok partinin varlığının da altını çizelim. Kimliksiz partilerin işgal ettiği alanın geniş olması nedeniyle çok görülmeseler de…

Köşe Yazıları Haberleri