Ankara’da pek çok hafıza mekanı ile birlikte, Ankara’nın kültürel ve sanatsal coğrafyasını belirleyen sinemalar kentin hafızasından birer birer kayboldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında modern yaşamın çoklu kültürel ortamının vazgeçilmez paylaşım alanlarındandı sinemalar. Televizyonun internetin olmadığı ortamlarda, üretilmiş kültürün, ortak kolektif belleğin , yeniden harmanlanması ve toplumsal geçirgenliğinin sağlandığı sosyal buluşma ortamlarıydı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ulus ve Kızılay kent merkezinde ve çevresinde yürüme mesafesinde onlarca sinema vardı: Ulus Sineması Ankara Sineması, Büyük Sinema, Gölbaşı Sineması, Kerem Sineması , Eti Sineması, Derya Sineması , Nergiz Sineması, Mithatpaşa Gösteri Merkezi,Kulüp Sineması, Sus Sineması, Sinema 70, Cep Sineması , Batı Sineması , Akün Sineması, Kavaklıdere Sineması, Çağdaş Sahne, Çankaya Sineması,Talip Sineması, Arı Sineması ,Alemdar Sineması, say say bitmeyecek gibi. Birde bankaların sinemalarını ekleyince, müthiş bir Ankara kültürel coğrafyası çıkardı karşınıza.
Sokak bağı güçlü sinemalar
Tüm sinemaların sokakla bağı güçlüydü. Sinema giriş ve çıkışları toplumsal bir yaşam merkezi haine gelirdi. Kuyruklar sıralar, öncesi ve sonrasında oturmalar merkez heyecanlı ve canlı idi yani yaşam doluydu. Öyle alışveriş merkezleri içerisinde tıkılmış özelliksiz mekânlar değillerdi. Hepsinin bir karakteri vardı. Sokağın, bulunduğu apartmanın, çevresinin ve döneminin izlerini taşırdı.
Kent merkezini çevreleyen alanlara, mahallelere de yayılan bu kültürel buluşma aksı, Cebeci’den, Küçükesat’a, Keçiören’den, Emek, Bahçelievler’e, Maltepe’den Kavakıdere , Çankaya’ya kadar uzanır ve kenti bir kültürel çembere alırdı.
Kent merkezine yakın Küçükesat Caddesi, Akay Kavşağında başlayıp, Esat Cami’nin olduğu son durakta sonlanır. Yaklaşık 1,5 km lik cadde üzerinde Dilek Apartamanı’nın altında bulunan Dilek Sineması, Karınca Çarşısı içerisinde bulunan Karınca Sineması ve caddenin bittiği noktada açık hava sineması bulunurdu. Yani her 500 metre mesafede bir sinema, ne büyük bir kültürel zenginlik. Sinema o zaman sadece sinema değildi, bir kongre merkezi, bir konser salonu, söyleşilerin yapıldığı, toplantıların yapıldığı çoklu işlevselliği ile yaşam mekanları idi.
Neoliberalizmin, sinemayı tüketimi
Sinema sektörünün tekelleşmesi, TV’nin hayatımıza girişi, sonra cd ve dvdler, internet ve alışveriş merkezleri ile sinemalar sokaktan el çektirildi. Neoliberalizmin tüketim mabetleri olan alışveriş merkezlerinde olan cep sinemalara mahkum edilen kapalı bir “kültür ticareti” başladı. Sinemaların büyük salonları bölünerek parçalandı, böylece duygudaşlıkta, toplumsallıkta parçalandı. “Böl parçala yönet”, mantığıyla, şimdi hapsolunan evlerde, dijital mecraların film portallarında sinema evlere taşındı. Mekânsal kopuşla birlikte, hafıza da sekteye uğradı.
Sonunda neoliberalizme direnen son sinema Kızılırmak Sineması’da kapandı. Pekçok festivale ev sahipliği yapmış, Sadık Gürbüz’ünden, Fikret Kızılok’a kadar konserler izlediğimiz, toplantılara söyleşilere ev sahipliği yapan, Ankara’nın bağımsız ve gösterilmezi gösteren , sokağa açılan sineması kapandı.
“Beyaz Gül”
Kızılırmak Sineması üniversite yıllarımda beynimde müthiş bir iz bırakmıştı. Her önünden geçtiğimde o izi hatırlatırdı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası’nda Münih Tıp Fakültesi öğrencileri yakalarına beyaz gül takarak faşizme karşı pasif direnişe geçerler. Bildiri yayınlayarak herkesi direnişe çağırırlar. “Beyaz Gül Hareketi” olarak adlandırılan ve direnişin sembolü olan Sophie ve Hans Scholl kardeşler, Alman Nazileri tarafından tutuklanır ve idam edilir. Beyaz Gül Hareketi’ni konu alan Beyaz Gül filminin son bölümünde Sophie Scholl’in ince boynunun giyotine koyulduğu ve giyotinin indiği anda sahne kararır ve sadece giyotinin sesi duyulur. Sinema salonu tamamen doludur sinemada çıt çıkmaz. Film bittiğinde, kapı açılır ve sokağa çıkarsınız. Çünkü kapı bir kapalı alana değil direk sokağa açılır. Filmin etkisi ile içeri ve dışarı arasında çekilen nefes gerçekliktir. O gerçeklik içerisinde gözlerdeki hüzün ve umut bir aradadır. Sinemadan çıkıp sokak merdivenlerinden çıkarken büyük balkonu ve salonu olan sinemadan çıkan yüzlerce insanının omuz omuza, adım adım ilerleyişi bir direniş gibidir… Ağır adımlarla beş dakikada merdivenleri çıkarsınız, kimse birbirini itmez, filmin ağırlığı ile mekanının özgürlüğü birleşir ve işte Kızılırmak Sokak’ta aynı duygudaşlığı taşıyanlar, sokağa taşarlar.
Kızılırmak Sineması adını Kızılırmak Sokak’tan alır. 1960 yılından bu yana Amerikalılarla başlayan hikayesi 1974 yılına kadar sürer ve sonra kapılar herkese açılır. Sinema girişlerinin ve çıkışlarının kalabalık olduğu, sokağa taştığı mekanlardandır.
12 Eylül faşist darbesinden sonra, üniversite gençliğinin buluşma sosyalleşme ve klasik filmlerle buluşma noktalarından biriydi Kızılırmak Sineması. Öğrenci derneklerinin film festivallerine toplu bilet aldığı salonları doldurduğu günlerde, “Potemkin Zırhlısı”, “Z” ve “Beyaz Gül” filmlerini izlediğimiz Kızılırmak Sineması kentin bellek ve anı mekanı da Ankara’dan kaydı gitti. Geçtiğimiz hafta son gösterimini yaparak kapandı. Sadece bir sinema değildi, başka yerde açılsa da aynı tadı verecek mekan ise hiç değildi.
Güçlü simgeler
Mekân hafızanın en güçlü simgeleridir. Hem ülkede yaşanılanı, hem kullanıcıların kişisel hikayelerini barındırarak bir arada sunma becerisine sahip biricikliği ile özgündür. Bireyin toplumsallaşmasının yani bireyle toplumun kesişme anıdır. Anı biriktirir, yaşam biriktirir. O yüzden Kızılırmak Sineması kapandığında, kapandı diyorum çünkü taşınma başka bir şeydir. Hafıza bir yerden bir yere taşınmaz, ya ordadır ya yoktur. İşaret ettiğiniz yer, anlık değildir. Anların birleşimi, hafızanın hatırlaması için tetikleyicisidir.
Bir başınıza gideceğiniz, güvenli bir mekan, film seyrederken duygudaşlık kurup doyasıya ağlayacağınız coşkulanacağınız, uğrak yeri, yere adını ve anlamı veren, çalışanları ve işletmecileri ve sahipleri ile dost canlısı, dönemin muzır kurulu tarafından filmlerinin yasaklandığı, sinemanın özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunan, kapısı sokağa açılan Kızılırmak Sineması’nın kapanması ile hafızamızdan kentimizden bir yıldız daha kaydı.
Yık yap tüketimine teslim olunan kentsel mekanın içerisinde, Çankaya Belediyesi’nden Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne kadar yerel yönetimlerden Cumhuriyet’in zengin kültürel coğrafyasının saklı mekanlarını, kültürel yaşamını, zenginleştirilmesi beklenirken, kentin hafızasını korumak her zaman olduğu gibi yine kentlilere kaldı. Kızılırmak Sineması’nın kapanması ile Ankara , biz ve hafızamız biraz daha eksildi.
Kızılırmak Sineması yaşamımızdan kayarken, Batı Pasajı içerisinde bulunan, Genco Erkal’ın “Yalınayak Sokrates”ini izlediğimiz, duvarlarına sanatsal direnişin izlerinin sindiği Batı Sineması öylece orada duruyor kimsesiz. Genco Erkal’ın sonsuzluğa uğradığı bir dönemde, Çankaya Belediyesi tarafından satın alınsa ve Genco Erkal Kültür Merkezi haline dönüşse, kentsel umudumuzu büyür, kentsel hafızamız güçlenir. Kültürel coğrafyamızın zenginleşmesi, kentsel sanatsal mekanlarımızın özgünlüğü ile arttırılması kent hakkımızdır.