2011 yılından itibaren Türkiye'nin başına sarılan bir "Suriye Sorunu" var. Kimi çevreler buna sadece bir "sığınmacı" sorunu olarak bakıyor ama işin doğrusunu söylemek gerekirse, asıl sorun Türkiye ile Suriye arasında ve sığınmacılar konusu bu sorunun sebebi değil sonuçlarından biri. Geçtiğimiz 13 yıl boyunca sorunun çeşitli evreleri yaşandı, Türkiye Suriye topraklarına defalarca askeri harekatlar düzenledi. Türk Silahlı Kuvvetleri ile Suriye yönetiminin ordusu zaman zaman sıcak bir çatışmaya dahi yaklaştı. Bugün de sayısı resmi olarak bir türlü açıklanamayan Türk askeri mevcudiyeti Suriye'de sürüyor.
Suriye'de iç savaşa dönüşen kargaşa zaman içinde başlangıcındaki durumdan çok farklı bir sonuca evrildi. Suriye'de Esad rejiminin devrileceğini, hatta ülkenin toprak bütünlüğünün sürmeyeceğini, siyasi birliğinin dağılacağını savunanlar, zamanla rejimin kalıcı olduğunu ve Şam'ın, ülkenin tamamını olmasa dahi, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini büyük ölçüde kontrol altına aldığını kabul etmek zorunda kaldılar. Bu gerçekle karşılaşanlar, zamanında Esad'ı ne kadar hor gördüklerini ve küçümsediklerini unutarak Şam yönetimi ile diyalog arayışı içine girdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Putin üzerinden Suriye yönetimi ile diyalog arayışı yoklaması birkaç yıl önce de gündeme gelmiş, ancak Esad'ın öne sürdüğü koşullar nedeniyle sonuca ulaşamamıştı. Son günlerde aynı deneme tekrar gündemde. Bir yandan Rusya'nın, diğer yandan Irak'ın kolaylaştırıcılık girişimleri sürüyor. Öte yandan, muhalefet de Şam yönetimi ile diyalog içinde olmak için çabalıyor.
Türkiye'de halkın daha çok sığınmacı sorunu olarak gördüğü "mesele"ye bir çare bulunacağı ümidiyle, bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Esad ile diyaloğa hazır olduğu çağrılarının sonucu beklenirken, bir yandan da CHP liderliğinin bir türlü gerçekleşemeyen Azerbaycan ve Filistin ziyaretleri listesine şimdi bir de Şam ziyareti eklendi. Gerek iktidarda gerek muhalefette gerçek amaç Suriye ile salt sığınmacı meselesi olmanın ötesindeki asıl sorunu çözmek mi yoksa "diyalog" görüntüsü altında iç politikaya yönelik bir algı operasyonu mu, bunu erbabı bilir. Ancak "Türkiye-Suriye sorunu"nun çözümü, sığınmacılar konusuna odaklanarak iç siyasette puan toplama çabalarının çok ötesinde bir yaklaşım gerektiriyor.
Ankara, Suriye ile mevcut sorunların çözümü için Şam ile diyaloğa girmekten başka hiç bir çare kalmadığını artık net olarak kavramış durumda. Diyalog ile bir yandan Suriye topraklarından kendi topraklarımıza yönelik terör tehdidinin durdurulması, bir yandan da ülkemizdeki sığınmacıların hiç değilse önemli bir kısmının Suriye'ye geri dönmesinin sağlanması hedefleniyor (sığınmacıların tamamının Suriye'ye döneceğini ne iktidar çevreleri ne muhalefet umuyor). Bunlar sağlanırken Suriye'nin toprak bütünlüğüne bir halel gelmesinin istenmediği de dikkatle vurgulanıyor. Tarafların birlikte çözüm bulmaları gereken konulardan biri de şüphesiz Suriye'de yaşayan Kürtlerin durumu. Suriye Kürtlerinin Suriye içinde, Türkiye'ye yönelik bir tehdit oluşturmaksızın, varlıklarını sürdürmenin yolunu tek başına ne Türkiye ne de Suriye bulabilir.
Suriye, Ankara'nın çağrılarına, sözde ön şart ileri sürmediğini vurgulayarak, diyaloğun gerçekten sonuca ulaşabilmesi için ülkedeki "yasal olmayan" yabancı askeri mevcudiyetin sona ermesi ve teröre karşı birlikte mücadele verilmesini beklediğini açık ve net olarak dile getiriyor. Buradaki "yasal olmayan" ifadesi, Rus askeri kuvvetleri dışındaki unsurları tanımlıyor, Şam'dan bakıldığında da bu unsurları ABD ve Türkiye oluşturuyor. Gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye'nin güvenlik ile ilgili beklentileri garanti altına alındığında, Suriye topraklarında asker bulundurma ihtiyacının da bir gün elbet sonu gelecek. Bunun ani ve apar topar olmasını Suriye'nin beklememesi gerekir.
Öte yandan teröre karşı birlikte mücadele edilmesinden kastedilen de sadece Türkiye'nin terör unsuru olarak gördüğü oluşumlar, yani PKK-PYD-YPG değil. Bu gruplara ek olarak Şam'ın terörist olarak nitelediği Suriye Demokratik Ordusu (nam-ı diğer önceki Özgür Suriye Ordusu), HTŞ, IŞİD ve benzeri aşırı islami unsurlara karşı da Türkiye ile ortak mücadele edilmesi bekleniyor. Türkiye'nin de bu konuyu dikkatle değerlendirmesi gerekiyor.
Sığınmacıların geri dönüşüne ise Şam'da öncelikli bir konu olarak bakılmadığı gibi, aslında bunların büyük bir kısmı, terör unsuru olmasa bile, en azından rejim muhalifi hatta vatan haini olarak görülüyor. Bu yaklaşım da daha baştan itibaren sığınmacı konusunun her iki taraf için de çok daha dikkatli bir şekilde ele alınmasını gerekli kılıyor.
"Suriye sorunsalı" dendiğinde kuşkusuz aktörler sadece Türkiye ve Suriye değil. Rusya, İran, Ortadoğu'da bitişik coğrafya komşuları ve diğer ülkeler gibi, ABD ve Avrupa da bölgeyi ve konuyu yakından takip ediyorlar. ABD, Suriye ile yeterince uğraştığını ve artık bu yükten kurtulma zamanının geldiğini düşünüyor. Ancak, özellikle IŞİD'e karşı verdiği mücadelede Türkiye'den beklediği desteği tam olarak alamadığını ileri sürerek ittifak oluşturduğu PYD-YPG'nin yalnız bırakılmamasının, askerlerini çektiği zaman Suriye'de kontrolün ağırlıklı olarak Rusya, özellikle de İran'a geçmemesinin garantisini arıyor. Türkiye ile Suriye arasında diyalog söylentileri çıkar çıkmaz ABD'nin böyle bir diyaloğa sıcak bakmadığını açıklamasından da, ABD'nin henüz istediği garantileri aldığını göremediği anlaşılıyor.
Rusya ise, eski Başbakan Yevgeni Primakov'un 20. yüzyılın sonunda kurguladığı Rusya'nın Irak ve Suriye ile dostane ilişkiler kurmak suretiyle "Ortadoğu coğrafyasında etki alanı yaratma stratejisi"ni Suriye'de güçlü bir şekilde yerleştirmişken, bu avantajını kaybetmek istemiyor. Putin'in hedefi, Türkiye-Suriye diyaloğu ile bölgede nispeten istikrarın sağlanması ve ABD'nin Suriye'deki varlığının sona erdirilmesine yönelik görünüyor.
Şimdilik sadece söylenti düzeyinde kalan Türkiye-Suriye diyaloğunun ne zaman, nerede, hangi düzeyde ve hangi içerikle gerçekleşeceği meçhul. Bu konuda bazı "yetkililer"in olumlu ifadeleri basında pompalanırken, başka yetkililer de o yetkililerin ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını açıklıyorlar. Olası bir "üst düzey" görüşmenin yeri olarak kah Moskova kah Bağdat anılıyor. Bir diyalog olacaksa buluşmanın içeriğinin ayrıntılı olarak hazırlanması gerekir. Sırf görüşülüyor görüntüsü yaratmak için bir araya gelmenin hiçbir faydası olmaz.
Türkiye ile Suriye arasında 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı, başta terörle mücadele olmak üzere, her iki tarafın da bugün öne çıkardıkları ve üzerinde mutabakat sağlamak istedikleri bir çok konuyu içeren sağlam bir arka plan oluşturuyor. Ancak köprünün altından çok sular aktı. İki ülke arasındaki ilişkilerin son 13 yılda geçirdiği evreler bugün artık iki başkent arasında yeni ve kapsamlı bir "İyi Komşuluk, Dostluk ve İşbirliği Antlaşması"na ihtiyaç gösteriyor. Böyle bir antlaşma, kah eskimiş Adana Mutabakatı'nın, kah iki ülke arasında daha önce imzalanmış bulunan benzeri belgelerin gözden geçirilmesi ve yenilenmesini gerektiriyor. İlişkilerin genel ilke ve esaslarını yeniden belirlerken, kısa ve orta vadede gerçekleştirilmesi gereken takvime bağlı bazı düzenlemeleri de bu belgeyi destekleyecek ek protokollerle ayrıntılandırmak kaçınılmaz olacak.
Türkiye'nin önünde, silahlı kuvvetlerimizin Suriye'de bulunmasına yönelik tezkerenin süresinin bitmesi için daha bir yıl süre var. Bu süre Türkiye-Suriye ekseninde yeniden huzurlu bir ortama geri dönüşün hazırlanması için kullanılabilir, kullanılmaması ise kayıp olur. Bir yıl süre yetmezse, 2025 yılının Ekim ayında, süresi o günkü şartlara göre belirlenecek, içeriği de o günkü şartları dikkate alarak hazırlanacak yeni, ancak son kez Suriye'de asker bulundurma maksadına yönelik bir tezkere ile TBMM'den destek istenebilir. Şeffaflıkla yönetilmesi halinde, böyle bir sürecin TBMM'den de eksiksiz destek alması mümkündür.
İki ülke arasındaki temel dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinin esaslarını belgeleyen antlaşmayı destekleyecek eklerin ise üç önemli konuyu ele alması gerekiyor:
- Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye'deki varlığı Şam için önemli olduğuna göre, bu askeri varlığın ne kadarının ne zaman çekileceğine ilişkin bir takvim ve eylem planının ortaya konması,
- Silahlı terör grupları her iki taraf için de önemli olduğuna göre, güvenliğe tehdit oluşturan terör unsurlarının silahsızlandırılması, temizlenmesi ve bundan sonra Suriye toplumu içinde yeniden uyumlu yaşam koşullarına kavuşmalarının nasıl sağlanacağının belirlenmesi,
- Sığınmacılar konusu Türkiye için önemli olduğuna göre, Suriye'ye dönüşlerini kolaylaştıracak koşulların nasıl yaratılacağının ve dönüş takviminin nasıl olacağının belirlenmesi.
Suriye ile diyaloğa başlarken elinizde bu tür bir hazırlık bulunması hem gerçek bir çözümü arzuladığınızı ve buna hazır olduğunuzu gösterir, hem yitirilmiş güvenin yeniden kazanılması için olumlu bir atmosfer yaratır. Aksi takdirde, dostlar alış-verişte görsün anlayışından öteye gidilemez. Türkiye, iktidarıyla ve muhalefetiyle böyle bir anlayış içinde olmadığı takdirde taraflar arasındaki görüşmeler de diyalog yerine sohbet olarak kalır.