Suriye’de olup bitenlere evrensel hukukun belgelerinden bakılmalı. Doğru zemin orasıdır. BM belgeleri ne diyor? Mesela, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “hükümet otoritesinin temelini halk iradesi oluşturmalıdır” diyor. HTŞ yönetimi, Suriye halkının özgür iradesine yaslanan bir tercih midir? Liderinin Küba diktatörü Batista’yı deviren Castro kılığına girmesi yeterli bir güvence midir? İdeolojiye mi bakacağız kılığa, kravata mı?
****
Suriye 13 yıldır savaş alanı. Ekonomik açıdan da mahvolmuş bir ülke. Elbette kimse cebinden çıkarıp 1 trilyon dolar verip, “hadi toparlan” demeyecek ama bizim 6 ildeki depremin sadece yıkım maliyetinin 103 milyar dolar olduğunu dikkat alınca Suriye’yi ayağa kaldırmak için herhalde bunun 10 katı kaynağa ihtiyaç olabilir diye geliyor aklıma. Kuşkusuz ince bir hasar tespiti yapılmadan bu rakamı bilemeyeceğiz. Benimki kaba bir tahmin. Bir sonraki yazımda Suriye ekonomisinin durumunu (GSYH büyüklüğü, kişi başına gelir, enerji kaynakları, dış ticareti vs.) tartışırız. Suriye belki kısıtlı dış kaynaklarla ama esas olarak iç kaynaklarla toparlanacak. Bu da mesela savaş öncesi milli hasılasını (65 milyar dolar) üretebilir duruma gelmesinin -bugünkü milli hasılayı (23 milyar dolar) üçe katlamasının – yıllar alacağı açık. Bu yazıda ise iyi kötü laik bir toplumun talihsiz kaderlere uğraması hakkında birkaç kelam etmek istiyorum.
Suriye’de olup bitenleri tartışmak için olguları yatırıp ölçebileceğimiz tek zeminin hukuk olduğuna itiraz var mı? Konu bir iç mesele olmadığına göre uluslararası hukukta aramalıyız o zemini. Hukuku nedir bu işin? Nereden kalkarak ne söylemek mümkündür? Altında BM üyesi bütün devletlerin imzası olan uluslararası hukuk belgeleri neye izin veriyor, neye vermiyor? Mesela, sorabiliriz: Günün sonunda Suriye’nin başına HTŞ’nin gelmesi, Suriye halkına, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin teslim ettiği insan haklarının sağlanması, temini bakımından ne ifade ediyor? BM’nin iki önemli belgesine bakabiliriz. BM İnsan Hakları Komitesi’nin, “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” ve “saldırı” tanımını yapan diğer bir belgesine göre Suriye’de olup bitenler uluslararası hukuka uygun mudur? Eğer emperyalistlerle kafa dengi laflardan kaçınacaksak kendi sözlerimizi hukuk belgelerinden seçebiliriz.
Nereden geldim bu konuya? İlgili birçok ülke var ve hepsi kendi pozisyonlarını kendi jeopolitik çıkarları bakımından açıklıyor. Suriye halkının iradesi, isteği, talebi yok ortada! Sorabiliriz, HTŞ’nin Suriye’nin başına geçirilmesi, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkı ile bağdaşıyor mu? Tamam, Suriye halkının diktatör Esat’tan kurtulması olumlu bir gelişmedir, bunun muhtemelen genel bir eğilim olduğunu düşünebiliriz ama ya yerine HTŞ’nin geçirilmesi? Suriye halkı Esat’ın yerine HTŞ’yi mi istiyordu?
BM İnsan Hakları Komitesi’nin 1984 tarihli belgesindeki tanımın birinci maddesi:
“1. Birleşmiş Milletler Şartı'nın amaç ve ilkelerine uygun olarak, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 1. Maddesi bütün halkların kendi kaderlerini tayin etme haklarını tanır. Kendi kaderini tayin hakkı özel öneme haizdir; çünkü bu hakkın hayata geçirilmesi bireysel insan haklarına uyma ve bu hakların geliştirilmesi ve güçlenmesi açısından gerekli bir şarttır. Bu nedenle, devletler kendi kaderini tayin hakkına pozitif hukukta ve her iki Sözleşme'de de yer vermiş ve ayrıca bu hakkı 1. maddede düzenleyerek her iki Sözleşme'deki tüm hakların önünde ve tüm haklardan ayrı tutmuştur.” (BM İnsan Hakları Komitesi Genel Yorum no. 12: Kendi Kaderini Tayin Hakkı)
Demek ki evrensel hukuk diyeceksek, dayanacağımız birinci zemin burası. Suriye halkının kendi kaderini tain hakkı var. Oysa ki orada, Suriye’de yüzlerce yıldır yaşayan, orada yuva kurmuş, orada hayat süren, çocuk büyüten, bostan eken, tavuk besleyen Suriye halkının, halklarının nasıl bir hayat istediklerine, taleplerinin ne olduğuna hiç aldırış edilmedi. Hiç kimsenin elinde Suriye halkının ne istediğini anlatan özgür referandumlar yoktu. Halkın, hiçbir uluslararası kuruma, güce, “Gelin Esat’ı kovun da başımıza HTŞ’yi geçirin” talebini, çağrısını duymadık. Suriye halkı kimseye dilekçe vermedi, “biz HTŞ’yi istiyoruz” demedi. Ama bu ülke halkının istediği değil jeopolitik çıkarlarını bu ülkeyle ilişkilendiren uluslararası aktörlerinin istediği bir düzen onların tepesine dikilmiş oldu. Tartışma gelip gelip “başarı –zafer- kayıp” kabulleri üzerinden yürüyor ama “kimin için” diye sorulduğunda tökezler bu soru, çünkü kazananlar arasında Suriye halkı yok ve evrensel hukuk açısından bakacaksak kazanan sadece o olmalıydı. Evet, Esat yanlıları üzüldü, Esat’ın zulmünden kaçanlar sevindi. HTŞ yanlıları çok sevindi. Ama halk çoğunluğunun ne istediğini biliyor muyuz?
Bu uluslararası operasyonun sonucunda, Taliban Afganistan’ından sonra bir ülke daha BM kararlarında terör örgütü olarak kabul edilen bir grubun liderlik ettiği koalisyonun eline geçti. Bu, -devletleri kastetmiyorum- dünyanın hak hukuk saygısı olan makul insanları için; adil, barış içinde özgür bir hayat talep edenler için iyi bir haber midir? Dünyayı barışa bir adım daha yaklaştırmış mıdır? Suriye’de olup bitenler; evrensel hak ve hukuka, halkların, milletlerin iradesine saygı nahiyesinde duranlara bir teşekkür borcu çıkarıyor mu? İyi bir iş mi oldu ki orada? Hiç olmazsa dünyanın bir parçasına barış, özgürlük ve sükûnet gelmiş oldu mu?
BM’nin diğer bir belgesi… BM Genel Kurulu'nun 3814 (XXIX) sayılı ve 1974 Tarihli Kararı. “Saldırı” tanımının 3. Maddesi g fıkrası şöyle: “Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması…”
Bu tanım Suriye’de vekil örgüt beslemeyi “dostane” bir girişim sayıyor mu?
“İnsan hakları” açısından bakalım. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, “İnsanların korku ve yoksunluktan kurtulmasını, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasını sıradan insanların en yüksek özlemi olarak” ilan ediyor.
“Sıradan insanlar” kapsamına Suriye halkı da giriyor olmalı. Demek ki Suriyelilerin de “korkudan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olması” hakkıdır. Peki HTŞ bunu gerçekleştirecek bir siyasi aktör müdür? Esat kanlı bir diktatördü, HTŞ demokrat mıdır? Suriye’ye demokrasi mi getirecek? Suriye özgür değildi, şimdi özgür mü olacak? Hiç olmazsa biraz daha özgür mü olacak? Aleviler korkusuz, katliamsız bir hayata kavuşabilecekler mi? Kürtler, Hıristiyanlar, Dürziler, diğer azınlıklar… Kendilerini daha mı özgür ve güvende hissedecekler?
“Başarı”dan söz ediliyor. Oysaki Bildirge, başarıyı; “Bütün halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu insan Hakları Evrensel Bildirgesinin” gerçekleştirilmesi yolundaki gelişmeler olarak tanımlıyor.
Bildirge, üye devletleri, “halklarında hem de egemenlikleri altındaki halklarda bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin olarak tanınmasını ve gözetilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası tedrici önlemler alarak çaba” göstermekle yükümlendiriyor. Suriye’de bu işler, Suriye halkını özgürlük ve barış içinde onurlu bir hayatı yaklaştırdı mı?
Bildirgenin 18’inci maddesi… “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar.”
HTŞ bunu mu getiriyor ki bir başarıdan söz ediliyor?
Bildirge diyor ki “halk iradesi, hükümet otoritesinin temelini oluşturmalıdır…”
HTŞ, Suriye halkının özgür iradesine yaslanan bir tercih midir? Hangi ülkedeki deneyim mezhepçilerin demokrasi ve huzur getirdiğini göstermiş ki bu operasyonun Suriye halkı için hayırlı sonuçlar doğurabileceğine prim verelim? Cihat liderinin Küba diktatörü Batista’yı deviren Castro kılığına girmesi yeterli bir güvence midir? İdeolojiye mi bakacağız kılığa, kravata mı?
Suriye’de laik düzenin yerine şeriat düzeni kurulacak. Çünkü yeni yönetim laikliği küfür sayıyor. Dolayısıyla bugünkü iki yüzlü söylemlerin yerini zamanla Laik Türkiye’ye düşmanlığın alabileceğini ihtimal vermek haklı bir ihtiyattır.
Yersiz coşkuyu tartışıyorum. Çünkü hükümet sözcüsü Ömer Çelik’in açıklamasına göre, Türkiye bu dış destekli darbe operasyonunun içinde yok. O zaman tertibin asıl sahipleri olarak iki olağan şüpheli kalıyor geriye… ABD (İngiltere) ve İsrail. Peki o zaman Türkiye’deki coşku ABD ve İsrail operasyonunun “başarı” kazanmasına mıdır? Bu olamaz değil mi? Türkiye, İsrail’in “başarısına” seviniyor olamaz. O zaman anlam nerede?
Suriye’de İsrail ilerledi. Mezhepçilerin mezhep düşmanlığı İsrail düşmanlığını bile aştığı için hiçbir engel de görmeden ilhak ve işgaller gerçekleştirebildi. Yeni Suriye yönetimi toparlanma devrinde komşularına bir süre bulaşmasa bile Suriye, cihatçıların sığındığı, barındığı, örgütlendiği bir zemin olabilir. Olup bitenlerin başka ülkelerde selefi, cihatçı grupların saldırgan eğilimlerini artıracağını düşünmek yersiz değil. Suriye bu yönetimle hem içine doğru çatışmalara sürüklenebilir hem de komşularına saldırganlığın mancınığı olabilir. Umarım yanılıyorumdur.