Trump'lı yıllar başladı...

ABD kadar, dünyayı da Trump'ın görevi sırasında hukuk çelişkileri ile dolu bir dönem bekliyor. Bakalım Trump'ın üstünlüğü, hukukun üstünlüğünü yenebilecek mi...

Ve Donald Trump ABD'nin 47. Başkanı olarak görevine 20 Ocak 2025 tarihinde başladı. Şimdilik şaşırtıcı bir gelişme yaşanmadı. 2016-2020 yılları arasındaki başkanlığı sırasında zaten yeterince şaşırtmış ve tüm dünyanın dikkatlerini çekmiş, bir çok alanda endişe yaratmıştı. O dönemde göreve başlar başlamaz ilk adımları Barack Obama yönetiminin izlerini, uygulamalarını ve kararlarını yok etmek ve kendi iktidarının damgasını taşıyacak uygulama ve kararlarla değiştirmek olmuştu. 2020'de seçimi kazanamayınca bu defa onun sildikleri Biden yönetimi tarafından "sil baştan" denerek yeniden eski haline döndürüldü. Şimdi Trump aynı Obama yönetimine yaptığı gibi Biden'ın iz, uygulama ve kararlarını silmekle işe başlıyor. Daha doğrusu, "Nerede kalmıştık?" sorusuyla Beyaz Saray'da oval ofisteki yerini aldı.

Trump'ın uluslararası kurum, kuruluş, anlaşma ve beraberliklere nedense bir husumeti var. Daha önce ABD'yi Paris İklim Anlaşması'ndan çıkarmıştı. Biden onun bu kararını değiştirerek ABD'yi yeniden bu anlaşmaya taraf yapmıştı. Rövanş gecikmedi. Trump'ın imzaladığı ilk kararlardan biri yeniden ABD'yi Paris İklim Anlaşması'ndan çıkarmak oldu. Açılışı ise ABD'yi Dünya Sağlık Örgütü'nden (WHO) çıkaran kararı imzalamakla yaptı. Birçok siyasal gözlemci bu tür adımların başka alanlarda da geleceğinden kuşku duymuyor. Demek ki, ABD'nin çok taraflı diplomasiye meydan okuyan bir döneme girmeye hazırlandığını beklemek mümkün. Trump'ın çalışma yöntemi de zaten çok taraflılık üzerine oturan bir yöntem değil. Tercihi daima ikili, doğrudan, özellikle de telefon konuşmalarıyla kurulan, uygulanan ve sürdürülen, sözüm ona "lider diplomasisi" olarak anılan yöntemden yana.

Çok taraflı diplomasiye dünyada yaşanan gelişmeler nedeniyle en çok ihtiyaç duyulduğu bir sırada en etkin küresel güçlerden biri olan ABD'nin bunu küçümseyen bir yöntemle uluslararası ilişkilere bakmaya başlaması diğer küresel aktörler tarafından memnuniyetle karşılanmıyor. Rusya ve Çin, esasen 21. Yüzyılın başından beri çok taraflı diplomasinin önemine işaret ediyorlar ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kısa bir süre uluslararası ilişkilere hakim olduğu ileri sürülen "tek kutuplu" dünya sisteminin, bir diğer deyişle "ABD hegemonyası"nın, karşısında yer aldıklarını belirtiyorlar. Trump'ın yemin töreninin hemen ardından yapılan bazı açıklamalar arasında AB Komisyonu Başkanı Ursula von Der Leyen'in "ABD'nin en yakın müttefiki olarak AB'yi görmesi gerektiğini" vurgulaması da, Brüksel'den bakıldığında Atlantik'in iki yakası arasında bir rekabet ve karşı karşıya gelme yerine beraberlik ve birlik içinde hareket etme arzusunun ifadesi olarak kabul edilebilir. Trump'ın bu beklentilere ne cevap vereceğini ve Amerika'yı Yeniden Büyük Yapalım (AYBY-MAGA) megalomanisini nasıl sürdüreceğini zaman içinde göreceğiz.

En zor geçecek zirvelerden biri olmaya aday

AB ülkeleri ile ne zaman buluşacağı, ya da ilk büyük uluslararası etkinlikte dünya liderleriyle ne zaman bir araya geleceği şimdilik net olarak belli olmamakla birlikte, Avrupa için bu buluşmanın en önemli merhalesi 24-25 Haziran tarihlerinde Hollanda'nın başkenti Lahey'de yapılacak olan NATO zirvesi olacak. Hollanda, son olarak 2024 yazında seçilen Mark Rutte ile birlikte NATO Genel Sekreterliği görevini dördüncü defa olmak üzere en çok alan ülke, ama şimdiye kadar hiç bir NATO zirvesine ev sahipliği yapmamış. Bu yıl ev sahipliği yapacağı zirve ise Trump'ın ABD başkanı olması sebebiyle en zor geçecek zirvelerden biri olmaya aday. NATO ülkeleri 2014 yılında üye ülkelerin NATO için ayırdıkları savunma harcamalarının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'nın (GSYİH) %2'si kadar olmasını kararlaştırmışlardı. Trump ise ilk başkanlık döneminde bunun %4 olması gerektiğini ısrarla belirtmişti. Şimdi bu oranın %5 olmasını talep ediyor. Bu oranı hiçbir Avrupalı müttefik kabul etmiyor. "Ukrayna'ya yardım edecekseniz elinizi taşın altına sokun" diyen Trump, müttefiklerinin direnmesi karşısında NATO'ya çok da güçlü bir taahhüt içinde bulunmayı düşünmeyeceğinin işaretlerini seçilmeden önce defalarca dile getirdi. Yemin töreni sırasında yaptığı konuşmada Ukrayna'nın adının geçmemesi ve Zelensky'nin defalarca başvurmasına rağmen yemin törenine davet edilmemesi de Ukrayna bağlamında Atlantik okyanusunun iki tarafında farklı görüşler olduğunu ortaya koyuyor.

NATO'nun Trump etkisiyle geçireceği zorlukların başında savunma harcamalarına olan katkı geliyorsa da, başka bir sıkıntıyı Trump'ın "yayılmacı" söylemlerinin oluşturduğunu göz ardı edemeyiz. Her ne kadar konuşmasında Ukrayna gibi Grönland'ın adını da anmamasına rağmen, bu konuda farklı düşünceleri olduğunu daha önce belli etti. Bu tutumunun Danimarka ile ABD arasındaki ilişkileri ekşitmeye aday olduğunu öngörebiliriz. Meksika Körfezi'nin adını "Amerika Körfezi" olarak değiştirmesi, Panama Kanalı'nın kontrolünü almayı bir hedef olarak belirtmesi de bu "yayılmacı" algısını güçlendiren diğer söylemleri oluşturuyor. En çarpıcı örnek ise Mars'ta bir koloni kurulmasına yönelik hedefini dile getirmesiydi. Trump'ın bu sözleri söylediği sırada Elon Musk'ın adeta bayram yapar bir eda ile sevinç gösterilerinde bulunması da izlemeye değerdi.

Ancak Trump'ın her yaptığını, bazı başka otoriter rejimlerde görüldüğü gibi "ben yaptım oldu" anlayışıyla sürdürmesinin önünde hukuk devletinin önemli bir engel oluşturduğunu da unutmamak gerekiyor. Nitekim, ABD topraklarında doğanların ABD vatandaşlığını almasına ilişkin ABD vatandaşlık kanununun toprak esasına dayalı hükmünü değiştiren bir kararı imzalaması, göreve başlamasının daha ilk gününden itibaren ABD'de önemli bir hukuk gerilimine sebep oldu. Bu uygulama ABD Anayasası'nın 14. değişikliğindeki sivil haklar ile ilgili taahhütlere tamamen aykırı bulunduğu için, hemen 22 federal mahkeme tarafından dava konusu edildi. Anayasa, hangi ülkede olursa olsun, temel hak ve özgürlüklerin korunmasındaki en önemli dayanaklardan birini oluştururken, hükümlerinin yürütme tarafından bir imza ile değiştirilmesi önemli bir hukuk sorunu oluşturur. ABD'yi olduğu kadar, dünyayı da Trump'ın görevi sırasında buna benzer başka hukuk çelişkileri ile dolu bir dönem bekliyor olmalı. Bakalım Trump'ın üstünlüğü, hukukun üstünlüğünü yenebilecek mi...

Köşe Yazıları Haberleri