Soru kaçınılmaz olarak hukuki bir sorudur. Ve Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığını bir çırpıda cevaplamamıza imkan verir. Çünkü bu ülkede ceza hukukunda özerk bir siyasal koruma alanının bulunup bulunmadığını anlamamızı sağlar.
Buna karşılık bu sorunun Türkiye’de cevabı hep hukuk dışından peşinen verilmiştir. Nitekim Cumhuriyet tarihi içinde 2007 yılına kadar sorunun cevabı bellidir: “Türk ordusu asla suç işlemez.” Bu nedenle ordu mensuplarının sivil şikayetlerle yargılanmasına pek rastlanmamıştır. Genellikle emekliliklerinden sonra yargılandıklarını görürüz. Örneğin emekli general Ali İhsan Sabis, 1944’de Galatasaray postanesinden İnönü’ye yolladığı mektup nedeniyle yargılanır. Emekli general Mustafa Muğlalı gözaltına alınmış, 33 köylüyü infaz etmek suçuyla 1947’de yargılanmıştır. 33 köylünün sorgusuz sualsiz öldürüldüğünü o dönemlerde de bilmeyen yoktu. Fakat bir ordu mensubunu böyle bir gerekçe ile yargılamayı reddettiler. Emekli olunca da yargılanması ölümüyle yarım kaldı. Yakın zamanlarda muvazzaf kuvvet komutanının yolsuzluk nedeniyle ailesiyle birlikte yargılandığını da biliyoruz. 12 Eylül döneminde işkence ile öldürülenlerin asker ve polis faillerinden ancak çok açık ve saklanması mümkün olmayan bir kaç tanesine soruşturma açıldığını da unutmayalım. Fakat Türk ordusu içindeki meslek mensuplarının suç ile ilişkisi yakın dönemlere kadar yok sayılmıştır.
Bütün askerler terörist mi?
Buna karşılık 2007 sonrası Ergenekon ve Balyoz davaları ile birlikte bu kez ordunun bütünüyle suç örgütü olduğu ileri sürüldü. Hatta Genelkurmay Başkanı terörle mücadele yasasından yargılandı. Artık Türk ordusunun da suç işleyebileceği, hatta kurumsal olarak suç işlediği iddia edildi. Balyoz harekat planında sadece ismi yazıldığı için yıllarca ne suç işlediklerini anlayamayan bir kısım subaylar cezaevlerinde uzun yıllar ömür tükettiler. Ordu ve suç sorusu ve sorunu konusunda oldukça trajikomik bir haldeyiz anlayacağınız… Ordunun pir-u pak olduğu savı ile AKP-cemaat iktidarı boyunca kullanılan adli strateji üzerinden bakarsak bir “suç merkezi” olduğu yaklaşımı arasında bir yerde ilerliyor askeri kuruma dair hukuki meseleler…
Bugün bu geçmişi hatırlamakta fayda var. Özellikle de Prof. Şebnem Korur (Fincancı) hocanın gözaltına alınmasına yol açan güncel mülakatı nedeniyle…
Hukuk helva mıdır?
Şebnem Korur “Türk ordusu suç işler mi?” sorusunu ve cevabını toptan değiştirmiş. Kendisine gösterilen fotoğrafları inceleyerek tipik bir batılı uzman gibi şöyle cevaplamış:
“Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik gazlardan, zehirli gazlardan, kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Tabii çok çeşitli kimyasal silahlar var. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da ne yazık ki bu yasaklanmış silahların çatışmalarda kullanıldığını da görüyoruz. Böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl araştırma yapılacağının da Minnesota Protokolü’yle ele alınması gerekiyor. Bağımsız heyetlerce bu bölgelerde inceleme yapılması bir zorunluluk.”
Şebnem Korur, sorunu geleneksel Cumhuriyet yaklaşımının ve dahi Akp-cemaatin “herkes teröristtir” toptancılıklarının dışına doğru, yani hukuk sorununa taşıyor. Hukukta o suç işler bu işlemez diye bir kesin kanaat yoktur çünkü. Böyle bir kanaat ileri sürerseniz sorunu hukukun dışına çıkarttığınızı itiraf etmiş olursunuz…
Bugün o itirafı Ömer Çelik yapıyor. Geleneksel Cumhuriyet söylemi bu kez AKP sözcüsü Ömer Çelik’in sesinde yeniden çınlıyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kimyasal silah kullanmakla suçlayanlar, alçak bir iftira şebekesinin parçasıdır…Kahraman TSK terörle mücadelesini en yüksek hukuki ilkelere ve standartlara bağlı şekilde yürütmektedir.”
Ne TSK’sı? Ne kurumu allasen? Şebnem Korur bir kurumdan, TSK’dan vb. bahsetmiyor. Bir olaydan, olaya dair belirtilerden ve protokolden bahsediyor. Ama umurunda da değil zaten Çelik’in… Hem iyi de daha bir iki yıl önce emekli amiraller ortak bir “dilekçe” yazdıkları için darbeye teşebbüs suçundan gözaltına alınıp tutuklanmamışlar mıydı?” Hem de görevde değil emeklilerdi!
Aynı Ömer Çelik bu kez şunu dememiş miydi emekli amiraller dilekçesine: “…Burada önemli olan demokrasi ikliminin zehirlenmesi... Bunları masum görmemek lazım. 'Fikir hürriyetidir' diyenler tüm tarihi görmezden geliyor…”
Yani emekli amiraller bir suç eğilimi içindelermiş imzaladıkları dilekçeyle… Fikir hürriyetini bile kullanırken suç işliyorlarmış! Bırakın askeri, TSK’yı, asker emeklilerinin bile “suç içgüdüsü” altında hareket ettiğini söylüyordu Ömer Çelik! Eee ne oldu TSK? Hukuk? Heyhat! Kartondan bir dünyanız olursa tabii ki tutarlılık sizin için bir dert olmayacaktır. Çıkarınıza neyin geldiği derttir… İşine geldiğinde rüzgardan nem kapma hakkı olduğunu söylüyor… işine gelmeyince de bir türlü gelmiyor… İşine yararsa TSK sayıklarken bile suç işleyebiliyor işine başka türlü yararsa “ kahraman TSK”…
Belli ki Ömer Çelik için “hukuk bir helvadır ve acıkınca yemektedir…”
Aslında sorun nedir?
"Türk ordusu suç işler mi?" sorusuna verilecek cevap hukuk devleti ile mesafemizi ölçer demiştik değil mi? Hukukun içinden olaya yaklaşıyorsak şurası açıktır: Hiç bir kurum tanım gereği doğrudan suç işlemez. Ancak görevliler ve mensuplar suç işler. Bu nedenle hiç bir kuruma karşı da suç işlenemez. Çünkü kurumların maddi ve manevi bir iradesi yoktur. Kurumlara bu nedenle hakaret de edilemez. Kurumların suç işlediğini söylemek de suç olmaz. Olamaz. Zaten Şebnem hocanın beyanları da oldukça açıktır. Yani iddia konusu bir olay, bir prosedür ve teknik bir mesele olduğundan yapılacaklar bellidir. Hem ulusal ve hem de uluslararası mevzuat açıktır. Muhatabınızı sonsuza kadar susturmak böyle mümkündür. Kendiliğinden gelip ifade verebilecek kişileri vaveyla ile gözaltına alıp bir de kayyum atanması için talepte bulunarak değil… Çünkü bu halde hukuka ve yasalara karşı mücadele ettiğiniz ortaya çıkar…