Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, enflasyonla mücadele raporunu açıkladığı basın toplantısında Hazine'nin 20 yıl vadeli borçlanmayı gündemine alması gerektiğini söyledi. Bu "danışıklı" açıklama Hazine Müsteşarlığının hazırlıklara başladığını gösteriyor.
Kısa vadeli borçlanma bileşik faiz yükü oluşturmanın yanı sıra hareket alanını daraltıyor, uzun vadeli yatırım planlarını engelliyor. Gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi 20-30 yıl vadeli borçlanmanın avantajları fazla.
Peki borçlanma vadelerinin aylara düştüğü bir dönemde Türkiye bu kadar uzun süreli borç bulabilecek mi?
Önce dışarıdaki tabloya bakalım:
Ülkeler dış borçlanmaya çıktıklarında, borcun geri ödenip-ödenmeme olasılıklarına göre risk primi uygulanıyor. Risk arttıkça primler de yükseliyor. Böylece dış krediye daha fazla faiz ödemiş oluyorsunuz. Ne yazık ki, Türkiye risk primi en yüksek ülkelerden biri.
Son tabloya göre gelişmekte olan ülkeler içerisinde "ambargo altında bulunduğu için" Rusya'nın risk primi 13 bin 775 puanda. Türkiye'nin 5 yıllık risk primi 1 aydır 774 ile 651 puan arasında gidip geliyor. 2013 yılında 119 seviyesinde olan risk priminin 23 Ağustos 2022 tarihinde 815 puanı görerek rekor kırmasından sonra bugünkü rakamlar "düşük" gibi görünebilir. Ancak Suudi Arabistan'ın yardımlarıyla ayakta durabilen, askeri yönetim altındaki Mısır'ın bile risk primi Türkiye'den düşük; 542 puanda. Daha ucuza dış borç bulabiliyor. Brezilya 225, Meksika 158, birkaç yıl önce iflas noktasına gelen Yunanistan 128 puanlık riske sahip. Moral bozmak gibi olmasın ama Almanya'nın risk primi sadece 7.5.
Geçmişinde dış borcunu ödememek gibi hiçbir sabıkası bulunmayan Türkiye'ye uygulanan risk priminin yüksekliği "tartışmalı" bulunabilir ancak kredi verenlerin gözünden bakıldığında, rakamlara itiraz etmenin bir anlamı yok. "Borç istiyorsan faiz böyle" diyorlar. Kaldı ki, bazen yüksek risk primi ödemeye razı olduğunuz halde kredi bulamıyorsunuz.
Geriye tek seçenek kalıyor; içeriden borçlanmak.
Yani... Uzun vadeli devlet tahvillerini iç piyasaya sunmak.
Peki kime satacaksın bu tahvilleri?
Tabii ki bankalara.
Bu noktada acı bir hatıra canlanıyor: Bazı bankalar 2001 yılında ellerinde birikmiş olan devlet tahvillerini geri satmakta zorlanınca ekonomide "gecelik faizleri 7 binlere kadar uçuran" büyük bir kriz çıkmıştı.
Güncel soru şu:
Hafızasında kötü anılar bulunan bankalar - enflasyona kıyasla düşük faizli- tahvilleri almaya yanaşır mı?
İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran Reuters'a yaptığı açıklamada "kredi verme kapasitelerinin düştüğüne" dikkat çekerek tavır koydu:
"Sen beni 50-60 milyar liramı başka bir şey için kullanmaya zorluyorsun. Açıkça bunlar konuşulsun. Yeni ekonomi modelini destekliyorsak hep beraber destekleyelim. Bankalar olarak biz desteklerken Merkez Bankası'nın da bizi desteklemesi gerekiyor."
Hükümetin kontrolündeki bir bankanın genel müdürü "örtülü" de olsa eleştiri yapma cesareti gösterebiliyorsa, ortada bir sorun var demektir.
Kısa Dalga'ya konuşan Ekonomiden Sorumlu Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez de bu noktaya vurgu yaptı:
"Serbest piyasa ekonomisi deyip müdahale ekonomisine dönmüş bir yapıya dışarıda 20 yıl vadeli para bulmak zor. Bulsak bile tefeci faizi ödüyoruz. Şunu yapabilirler; yerli bankaları uzun vadeli tahvil almaya zorlayabilirler. O da bankacılık sektörünün aktif kalitesini son derece olumsuz etkiler. İş Bankası genel müdürünün dikkatli bir üslupla yaptığı konuşma tüm bankacılık sektörü açısından sıkıntının bir yansımasıdır. Uzun vadeli borçlanmayı hepimiz isteriz. Keşke 20 yıl vadeli borçlanabilse, ama bunun koşullarının Türkiye'de bulunmadığı acı gerçeğini kabullenmek zorundayız. Merkez Bankası Başkanı emir komuta ekonomisinde zoraki bir şekilde bazı kurumlara bunu mesaj olarak iletse bile bunun uygulanması zor. Öncelikle Türkiye'nin güvenilir, öngörülebilir, istikrarlı, şeffaf, hukuktan yana bir yönetimle kredibilitesini artırması lazım."
Eski Gelirler Genel Müdürü Prof. Dr. Nevzat Saygılıoğlu ise Kısa Dalga'ya yaptığı değerlendirmede, Hükümetin 20 yıllık borçlanma ile kendini test etmeye hazırlandığını söyledi.
Saygılıoğlu'nun yorumu şöyle:
"Herhalde devletin daha uzun vadeli borçlanabildiğini göstermek istiyorlar. Şu anda maliyetlerin okunmadığı bir dönemdeyiz. Pandemi, savaş ortamı derken tüm dünyada borca erişim maliyetten daha çok önemsenmeye başladı. Devletin dış borcu 110 milyar dolar civarında. Toplam 450 milyar dolarlık borcun kalanı bankalara ve reel sektöre ait. Devlet dış borç bakımından vahim bir noktada değil. Yapılan hazırlıklarda temel şey Hazine'nin 20 yıl vadeyle borçlanabildiği mesajını vermek, diye düşünüyorum."
Eski bir hazine yöneticisi ile de görüştük. Adını vermek istemedi ama söyledikleri önemli:
"Türkiye en son 3 yıl vadeyle borçlanmıştı. Eğer şimdi 20 yıl vadeyle borçlanmalı diyorsa Merkez Bankasının bir fon tahmini vardır. Çünkü 20 yıl borç verecek birisi lazım. İçeriden alınacaksa, 20 yıl parasını kullanmayacağını söyleyen birisi olması lazım. Çok kolay görünmüyor, ama herhalde Sayın Başkan Kavcıoğlu bizim bilmediğimiz bir şeyler biliyor..."
Bu sözlerin altını çizmek lazım. Merkez Bankası Başkanı durduk yere 20 yıl vadeyle borçlanmayı gündeme almaz. Herhalde seçim öncesi Türkiye'ye uzun vadeli borç verecek dışarıda veya içeride büyük fonlar bulundu. Yoksa uzun vadeye çıkıp eli boş dönmek Türkiye'nin kredibilitesi için hiç de iyi bir sınav olmaz...