Türkiye, ABD ve İsrail arasındaki 28 yıllık sır

İran’dan sonra sıra kimde? Türkiye’de mi? Amerika, stratejik politikalarına karşı çıkmayan, İncirlik ve Kürecik üslerine sahiplik yapan Türkiye’yi hedef alır mı, neden alsın?

Osmanlı İmparatorluğunun gerileme ve çöküş döneminden bu yana Türkiye’nin kaderini “dışarı” belirliyor hep. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın kaderini de onlar yani büyük devletler belirliyor.

1. Dünya Savaşı’nın öncesinde sonrasında İngiltere, Fransa, Rusya, 2. Dünya Savaşının sonrasında ise ABD ve Rusya (o zamanki adıyla SSCB yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) Arap tarihi, Kürt Tarihi, Türk tarihi diye okuduğumuz olaylar özünde bu büyük devletlerin planları ve icraatları. Bu gerçeği böylesine yalın fark etmemi sağlayan ise Baskın Oran’ın editörlüğünde hazırlanan üç ciltlik Türk Dış Politikası isimli eser.

Bu eserin ikinci cildinin 564. Sayfasından (2. Baskı) bir alıntı yapmakla başlayalım yazımıza,

"...Nisan 1997'de Savunma Bakanı Tayan'ın İsrail ziyareti sırasında ortak tehdit oluşturan ülkelerin Suriye, İran ve Irak olduğu bildirildi ve ortak askeri tatbikatlar yapılması üzerinde duruldu. Mayısta Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in İsrail ziyareti sırasında İsrail Savunma Bakan Yardımcısı David Ivry ve ABD'li yetkililer yapılan toplantılarda Suriye ve İran'a karşı atılacak somut adımların belirlendiği, bu ülkelerin yol açtığı bir bunalım durumunda üç ülkenin katkısıyla ortak birliğin oluşumu konusu üzerinde durulduğu, üç ülke ordusunun ortak tatbikatlar yapması, Türkiye'de belirlenen bölgelerde gerektiğinde anında kullanılması için acil durum depoları inşa edilmesi, haberleşme kodlarının öğrenilmesi ve ortak kodların geliştirilmesi, etkin istihbarat değişimi gibi konularda kararlar alındığı açıklandı..."

Türkiye İsrail Savunma İşbirliği anlaşması 23 Şubat 1996’da Mesut Yılmaz başbakanken imzalanmış. Türkiye’yi Erbakan Çiller ikilisinin yönettiği 28 Şubat askeri muhtırasının yaşandığı günlerde ise yukarıdaki karar alınmış. Karar alınmakla yetinilmemiş, uygulanmış da. Gazete okuyanlar İsrail ordusu pilotlarının Konya semalarında yaptıkları uçuşlarla tecrübe kazandığını hatırlayacaktır.

Türkiye ABD ve İsrail’in ilk defa ortak tatbikat düzenleyeceğine dair 7 Mayıs 1997 tarihli Milliyet Gazetesi kupürü ise 150 Türk Lirasına satılıyor bu günlerde… Bu tatbikatı haber alan Arap Birliği, “Türkiye’yi dost bilirdik” demiş.

Kararlar uygulanmak için alındığına göre, “acil durum depoları inşa edilmesi, haberleşme kodlarının öğrenilmesi ve ortak kodların geliştirilmesi, etkin istihbarat değişimi gibi konularda” da gerekenler yapılmış olmalı.

Tekrardan karara dönelim, üç ülke varmış, ABD, İsrail ve Türkiye. Bu üç ülkenin 1997 yılında kendilerine tehdit gördüğü üç ülke varmış, Irak, İran ve Suriye.

Bu ülkelerden ilki yani Irak 1997 yılında alınan karardan 6 yıl sonra 2003 yılında Amerika ve İngiltere’nin (Birleşik Krallık) liderliğindeki savaşla işgal edildi. Irak artık kuvvetli bir devlet değil, kabaca üç parçalı bir yapı, kendi anayasasına göre, “Irak milletler, dinler ve mezhepler ülkesidir.” ve Kürdistan Bölgesinde bir federal yapı vardır. Irak işgal edilmeden önce Türkiye’de Ecevit Başbakanlığındaki bir hükümetin olduğunu, Ecevit’in Irak’ın işgaline karşı olduğunu, MHP’nin aldığı bir erken seçim kararı sonrasında iktidara Ak Parti’nin geldiğini de hatırlamakta fayda var. Sonuç olarak 1997 yılında alınan kararın gereği yerine getirilmiş gibi. Irak, artık Amerika, İsrail ve Türkiye için bir tehdit değil...

1997 yılında alınan karara göre tehdit sayılan diğer ülkeye yani Suriye’ye de bakalım. Yıl 1998, Eylül ayında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye’nin PKK’ya verdiği desteğin savaş sebebi sayılacağını ilan eder. Ekim 1998 de Abdullah Öcalan Suriye’den ayrılmak zorunda kalır, sırasıyla Yunanistan, Rusya, İtalya ve Kenya’ya götürülür. ABD istihbaratın desteğiyle Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edilir. Dönemin Başbakan’ı Ecevit’in, “Amerika bize Apo’yu neden verdi onu hala ben de bilmiyorum.. .Belki Kürt politikasına karşı olan bir takım çevrelerin etkisiyle oldu bu..” dediği de iddia edilir… Yıl 2011 olduğunda Ak Partinin desteklediği, eş başkanı olmakla gurur duyduğu Büyük (genişletilmiş) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi neticesinde Suriye’de iç savaş çıkar. Aradan geçen 13 yılda Suriye de tıpkı Irak gibi güçsüzleşir. Suriye Kürtleri tıpkı Irak Kürtleri gibi federal bir yapı kurmaya çalışmakta, Suriye de tıpkı Irak gibi “milletler, dinler ve mezhepler ülkesi” olma yolunda.

Suriye iç savaşı sonrasında sıranın kendine geleceğini fark eden İran, Rusya’nın da desteği ile Suriye’nin parçalanmasını 2024 yılına kadar durdurabildi. Rusya’nın 3 yıldır Ukrayna ile savaşta olması, Hamas’ın İsrail’e altın tepside sunduğu fırsat sonrasında İsrail’in Lübnan Hizbullah’ını Suriye’ye destek veremez hale gelmesi ve ambargo ve Amerika İsrail saldırısı altındaki İran’ın güçsüzleşmesi sonrasında Suriye bugünlerde yeniden parçalanmanın eşiğine geldi. Irak’ın başına gelen benzer bir senaryo ile Suriye’nin başına geliyor?

Suriye’nin Irak gibi “milletler, dinler ve mezhepler ülkesi” olması ve Suriye Kürtlerine federal bir yönetim verilmesi sonrasında sıranın İran’a geleceği açık.

Irak ve Suriye’nin parçalanması sürecinde Kürtler ön plana çıktığı için Amerika’nın Kürtler ile ilişkisine kısaca değinmekte fayda var.

Dünyanın iki kutuplu olduğu dönemde yani Dünyayı Amerika ve SSCB (Rusya) yönetirken yani Arap, Kürt ve Türk tarihini bu iki büyük devlet yazarken Kürtler SSCB blokunda idi. Yani Kürtlerin stratejik ortağı ve hamisi SSCB idi. Hatta Irak Kürdistan Federal Bölgesi lideri Mesut Barzani’nin babası Mustafa Barzani ve Kadı Muhammed SSCB’nin desteğiyle bugünkü İran topraklarında resmi dili Kürtçe olan Mahabad Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. PKK’nın da SSCB blokuna yakın Suriye’den yönetilmesi, Abdullah Öcalan’ın Suriye’de yaşaması, Suriye’den çıkması sonrasında Rusya’ya gitmesi PKK’nın da en azından 1999’a kadar stratejik olarak SSCB ve Rusya yanında konumlandığını gösteriyor.

Irak Kürtlerin SSCB (Rusya) ile stratejik ortaklığı Irak Kürtleri açısından yetersiz gelmiş olacak ki Irak Kürtleri 1970’li yıllarda yönünü Amerika’ya döndürdü. Hatta Mesut Barzani’nin babası Mustafa Barzani 1976 yılında tedavi için Amerika’ya gitti ve 1979 yılında Amerika’da vefat etti. Irak Kürtlerinin Amerika ile kurduğu stratejik ortaklık onların 30-40 yıl içerisinde federal bir yönetim kurmasını sağlamış gözüküyor. Aslında Irak Kürtleri 1958 darbesi sonrasındaki geçici anayasa ile Irak’ta siyasi haklar elde etmiş ve 1970’lerde özerk olmuştu. Ancak Irak Hükümetleri anayasaya uymadığı için Irak Kürtlerinin özerkliği uzun sürmedi.

Öcalan’ın Amerika tarafından Türkiye’ye teslimi sonrasında PKK ile Rusya arasındaki stratejik birlikteliğin sona erdiğini, PKK’nın da YPG ismiyle Amerika ile müttefik olduğunu görüyoruz. Ecevit sağ olsaydı muhtemelen Öcalan’ın neden Türkiye’ye teslim edildiği konusuna açıklık getirirdi.

Üç ülkenin yani Amerika, İsrail ve Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü üçüncü ülke olan İran’da kalabalık bir Kürt nüfusu var. Hatta diğer iki ülkenin aksine İran’ın bir de Kürdistan isimli eyaleti var. İran Kürdistan’ı Talabani Ailesinin yönetimindeki Irak Kürtlerine yani Süleymaniye’ye komşu. Irak ve Suriye’nin parçalanmasında İsrail, Türkiye ve Kürtlerle işbirliği yapan Amerika’nın İran’ın parçalanması sürecinde de aynı aktörlerle işbirliği yapmak isteyeceğini tahmin edebiliriz.

Burada sorulması gereken bir soru da şu olabilir. İran’dan sonra sıra kimde? Türkiye’de mi? Amerika, Amerika’nın stratejik politikalarına karşı çıkmayan, İncirlik (Adana) ve Kürecik (Malatya) üslerine sahiplik yapan Türkiye’yi hedef alır mı, neden hedef alsın?

Bir diğer soru da şu tabi. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğu gerçekten de Suriye sınırlarındaki mayınların temizlenmesi sonrasında mı Türkiye’ye gelebildi? Eğer öyleyse mayınların temizlenmesi için Türkiye’yi 2009 yılında kanun çıkarmaya iten neydi?

Türkiye ile Amerika’nın arası uzun süredir limoni, Türkiye ile Rusya 7-8 yıldır ortak hareket ediyor diyenler olacaktır. Türkiye İsrail’e ihracatı durdurdu diyenler de olacaktır. Bunların büyük bir kısmı doğru da olabilir. Ancak günübirlik gelişmelere odaklanmak yerine 28 yıllık gelişmeye baktığımızda “plana sadık kalındığı”, 27 yıl önce alınan kararların sabırla ve inatla uygulandığı görülüyor. Yani nehir zikzaklar çizse de, nehrin üzerine barajlar kurulsa da o nehir 28 yıldır aynı yöne doğru akıyor.

Yüzbinlerce insanın öldüğü, bir o kadar insanın yaralandığı, milyonlarca insan ülkesinden göç etmek zorunda kaldığı bir süreci “gayri insani” yani “ruhsuz” bir şekilde özetlediğim için okuyucudan özür dilerim…

Dün yaşayıp bugün unuttuğumuz ama yarın tekrardan yaşayacağımız şeyin özetini bir anne söylesin…

“Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece, size hep tatlı gelecek.”

Köşe Yazıları Haberleri