Türkiye Cumhuriyeti'nin 101. yılı: Nasıl bir gelecek?

Türkiye Cumhuriyeti'nin 101. yılı, bir yandan AKP iktidarının yarattığı derin ekonomik ve siyasi sorunlarla şekillenirken, diğer yandan Cumhuriyet'in kurucu ilkelerine olan inançla geleceğe dair yeni bir yol arayışı içinde.

Açıkçası, ergenliğimi çok pozitif geçirmedim. Babamın cinayeti, ondan önce ve sonra yaşanan faili meçhul cinayetler gençliğime damgasını vurdu. Ayrıca, Umut Davası süreci de bitmedi ve sonucu hala belirsiz. Hani, "günyüzü göremedim" derseniz, doğrudur. Cumhuriyet'in 101. yılına denk gelen bu yazıyı yazarken, kişisel geçmişimden bahsetmeden geçemedim.

Umudumu nasıl korudum? Sanırım bu benim için de bir soru işareti. Tüm baskılara rağmen, kendi alanımda üretmeye çalışarak ve öğrendiğim şekilde "dürüst" kalmaya çalışarak. Bir de siyaset bilimi, farklı okumalar yapmayı içeriyor. Sevdiğim düşünürlerden biri olan Ernest Bloch, "Umut İlkesi" kavramından bahseder. Geleceğe yönelik umut ve toplumsal dönüşümün insanın yaratıcı eylemleriyle mümkün olduğunu savunur. Bloch, ütopyayı gerçekleşmesi imkânsız bir hayal değil, daha iyi bir toplumu hedefleyen somut bir amaç olarak tanımlar. İnsanlık, geleceğe yönelik arzularıyla dünyayı değiştirme potansiyeline sahiptir ve bu umut devrimci bir nitelik taşır. Gelecek, geçmişin koşullarından bağımsız olarak inşa edilebilir ve bu umut, toplumsal mücadeleyle somut bir şekilde gerçekleşebilir. Bloch, insanların daha adil ve özgür bir dünya yaratma gücüne sahip olduğuna inanır.

Cumhuriyet'in 101. yılı, Türkiye tarihinde hem umut dolu bir geleceğin kapısını aralayan hem de derin siyasi ve ekonomik tartışmaların merkezinde yer alan bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında geçen 22 yılı aşkın sürenin ardından, Cumhuriyet'in kuruluş ilkeleri ile mevcut yönetim arasındaki gerilim ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılarla birlikte toplumun düzenli baskılara alışmış olması da dikkate değer bir arka plan oluşturuyor.

Geçtiğimiz hafta, Türkiye'nin önce "hizmet hareketi" adı altında yapılanan Fethullah Gülen'in ölümü, yakın geçmişi hatırlattı. O dönemin ana akım televizyon stüdyosundayım, Ergenekon ve Balyoz davaları henüz açılmamıştı. Gülen cemaatinin sahip olduğu kanaldan son dakika haberleri geçiyordu ve ana akım muhabiri "doğrudur" diyordu. Devletin içinde, emniyette ve her alandaki bu yapılanma ne zaman Adalet ve Kalkınma Partisi'yle ters düşse, maskeleri düşüyor, gerçekler ortaya çıkıyordu. O dönemki adıyla "Gülen hareketi", 1970'lerden itibaren Türkiye'nin çeşitli devlet kurumlarında gizli bir ağ kurmuştu. 2000'lerin sonlarına doğru, bu ağın devlet içinde paralel bir yapı oluşturduğu iddiaları daha belirgin hale geldi. Gülen'e bağlı yargı mensupları ve emniyet yetkililerinin devlet kadrolarında kritik pozisyonlara sızdığı ve bu yapıların devletin işleyişini manipüle ettiği sıkça dile getirildi. Ancak bu yayınlara ya basın yasağı geliyordu ya da başka engellerle karşılaşıyordu. "Ilımlı İslam" modeli farklı şekillerde üzerimize giydirilmişti artık.

2002'de iktidara gelen AKP, ilk dönemlerinde ekonomik istikrar sağlama, AB ile ilişkileri güçlendirme ve demokratikleşme reformlarıyla dikkat çekti. Ancak, bu görece reformist dönem zamanla daha otoriter bir yönetim anlayışına evrildi. 2010'lardan itibaren artan merkezileşme, hukuk devletinden sapma ve demokratik kurumların zayıflaması, partinin kuruluş idealleriyle çelişen bir tablo çizdi. Gezi Parkı eylemlerinin bu döneme denk gelmesi bir tesadüf değildi. Aynı zamanda başarısız bir "açılım süreci" de devam ediyordu. Bu süreç, 2015-2016 yıllarında şehir merkezlerindeki patlamalar ve 15 Temmuz darbe girişimiyle son buldu. Olağanüstü Hal ilan edildi. AKP, bu darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen'in olduğunu iddia ederek, onu "Fetullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) lideri olarak tanımladı. Darbe girişimi, Türkiye'de büyük bir travma yarattı; 250'den fazla insan hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı. Darbe girişimi sonrasında FETÖ'ye yönelik kapsamlı bir tasfiye süreci başladı, binlerce kamu görevlisi görevden alındı ve hareketin Türkiye'deki tüm yapılanmaları çökertildiği iddia edildi.

Sokağa çıkmaya korkar hale geldiğimizi hatırlıyorum.

CHP'nin yerel seçim başarısı ve siyasi değişim

CHP'nin 2019 yerel seçimlerindeki başarısı, Türkiye'nin siyasi dengelerini önemli ölçüde değiştiren bir dönüm noktası oldu. AKP'nin uzun yıllardır iktidarda olduğu büyük şehirler, CHP önderliğindeki Millet İttifakı'na geçti. İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi metropoller, CHP'nin yerel yönetimlerdeki başarısının sembolü haline geldi. Bu zafer, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesinde muhalefetin elini güçlendirdi.

Ekonomik kriz, konkordato patlaması ve iflaslar

Türkiye'nin 101. yılında, ekonomi derin bir kriz içinde. 2024 yılının ilk dokuz ayında konkordato başvuruları geçen yılın toplamını ikiye katlayarak 1.187'ye ulaştı. Aynı dönemde iflas eden esnaf sayısı 2,5 milyona yaklaştı. İcra dairelerine her gün ortalama 21 bin yeni dosya eklenirken, toplam icra ve iflas dosyası sayısı 23 milyona ulaştı. Batık kredilerde ise %50 artış kaydedildi.

Bu durum, Türkiye'nin ekonomik sürdürülebilirliğini ciddi anlamda tehdit ediyor. Son yıllarda hız kazanan iflas ve konkordato dalgaları, Türkiye'de küçük ve orta ölçekli işletmelerin kırılgan yapısını ortaya koyuyor.

Yabancı etki yasa tasarısı: Sivil toplum ve muhalefete yönelik bir tehdit mi?

Son dönemde gündeme gelen "Yabancı Etki Yasa Tasarısı", Türkiye'nin siyasi atmosferini daha da gergin hale getirdi. Tasarı, yabancı fon alan sivil toplum kuruluşları (STK'lar) ve medya kuruluşlarının daha sıkı denetlenmesini öngörüyor. Ancak, muhalefet ve sivil toplum çevreleri bu tasarının hükümet karşıtı sesleri susturmak için kullanılabileceğini savunuyor.

Cumhuriyet değerleri ile mevcut durum arasındaki uçurum

101. yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ideali ile bugünkü yönetim tarzı arasında büyük bir çelişki yaşıyor. Özellikle yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve güçler ayrılığı gibi demokratik ilkelerde yaşanan aşınma, Cumhuriyet'in temel değerlerinin büyük ölçüde erozyona uğradığı eleştirilerini beraberinde getiriyor.

Bu noktada, CHP'nin yerel seçimlerdeki başarısı demokratik işleyişe dair umut ışığı oldu. CHP'li belediyeler, yerel hizmetlerde şeffaflık ve katılımcı bir yönetim anlayışı geliştirmeye çalışarak, demokratik değerlerin yeniden güçlendirilmesi adına önemli bir fırsat sunuyor.

Gelecek için umut var mı?

Türkiye'nin 101. yılı, toplumda derin bir umutsuzluk ve endişe ile karşılansa da, Cumhuriyet'in ideallerine bağlı kitleler için hâlâ bir umut ışığı var. Gençler arasında demokratikleşme, özgürlük ve insan haklarına olan inanç güçlü bir şekilde sürüyor. CHP'nin yereldeki başarıları, Türkiye'nin siyasi geleceğinde önemli bir rol oynayabilir.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin 101. yılı, bir yandan AKP iktidarının yarattığı derin ekonomik ve siyasi sorunlarla şekillenirken, diğer yandan Cumhuriyet'in kurucu ilkelerine olan inançla geleceğe dair yeni bir yol arayışı içinde. Türkiye'nin geleceği, halkın bu arayışta nasıl bir yol seçeceğine ve mevcut yönetimin bu taleplere nasıl yanıt vereceğine bağlı olarak şekillenecek.

Ernest Bloch'un "Umut İlkesi"ne göre, "insanlık, sürekli olarak geleceğe yöneliktir ve dünya henüz tamamlanmamıştır. Gelecek açık uçludur ve insanlar bu geleceği yaratma gücüne sahiptir. Henüz olmamış olan, insanın yaratıcı eylemleriyle gerçeğe dönüştürülebilir."

Yaşamaya devam edebilmek için Umut İlkesi'ne inanmaya devam. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim." sözünü de unutmadan, Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!

Köşe Yazıları Haberleri