Siyaset bilimini, sosyal bilimlerin en “garibanı” olarak nitelendirebiliriz. Çünkü bu dal, siyasetin pratiğinde tanıklık yaptığımız pek çok meselede yetersiz ya da eksik kalıyor. Siyasetin pratiği, siyaset biliminin ürettiği kavramlardan daha hızlı hareket ediyor, değişiyor ve gelişiyor. Oportünizm mesela, fırsatçılık ya da çıkarcılık, olaylardan faydacı yaklaşımlarla avantaj elde edinilmesini ifade eden politikayı anlatıyor. Muhtemelen anlatıyordu, günümüz Türkiye’sindeki siyaset için hem eksik hem de yetersiz. Makyavelizm mesela, “amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun” olduğu şeklinde özetlenen kavram. Hemen kafanızda bir şablon canlandı, bazı isimler belirdi ama biraz düşününce yetersiz kaldığını fark ettiniz.
AKP ve Recep Tayyip Erdoğan dönemi için siyaset biliminin çok çalışarak yeni kavramlar üretmesi lazım. Bakın AKP ilk kurulduğunda ortaya koyduğu politik kimliği parti programında yayınlamıştı. Dibine kadar özgürlükçü parti programını yazanların hiçbiri bugün AKP kadrolarında yok. Aslında programın kendisi de AKP’nin resmî sitesinde yok. Kimliksiz, programsız bir parti AKP. Kaleme aldığı parti programından bile 22 yıl sonra, içinde yazanlara tamamen aykırı bir rota izlendiği için kaçan, onu yok sayan bir siyaset pratiğini ifade edecek yeni bir kavrama ihtiyaç yok mu sizce de?
AKP iktidarda olduğu için eleştiri alanında daha fazla yer kaplıyor. Bu durumun diğer partilerde farklı olduğunu mu düşünüyorsunuz? İşte CHP, son kurultaydaki vaatlerine bakın, bir de yaptıklarını izleyin. Ya da İyi Parti, MHP. İktidar olma kısmını göz ardı ettiğiniz zaman partilerin nasıl aynı işleyişe sahip olduklarını şaşırarak tespit ediyorsunuz.
Bu genel siyasete ilişkin tartışmaları, siyaset bilimine bırakalım. İktidar cephesinde 2 alanda büyük sıkıntı yaşanıyor. Yerel seçimi bile aşan öneme sahip bu 2 mesele. Birisi tahmin edebileceğiniz gibi ekonomi, diğeri de iç siyaseti domine edeceğine de inanılan diplomasi.
"Yarım kalan" işler
Cumhurbaşkanı Erdoğan her seçim döneminde olduğu gibi bu seçimlerde de siyasetinin merkezine “terörle mücadeleyi” koymayı ihmal etmedi. Suriye ve Irak’taki sınır ötesi harekatları kastederek “Yarım kalan işleri” tamamlayacağını belirtti miting alanlarında. Tabii ki bunu söylemek kolay ama yapmak hayli zor. Yazının girişinde bu siyaseti anlatmaya çalıştık.
ABD seçim dönemine girdi. Artık seçim sonuna kadar ciddi kararlar almazlar. ABD aynı zamanda Trump’ın tekrar gelme ihtimaline de hazırlanıyor. Niyetleri, O gelmeden bir “mıntıka” temizliği yaparak hareket alanını daraltmak. Bunlardan birisi de Suriye’den ABD askerlerini çekmek. Ama orada PYD / YPG’yi yani SDG’yi Türkiye ile karşı karşıya bırakmak istemiyorlar. ABD’nin beklentisi, “Türkiye’deki Kürtler ile bir süreç başlatılırsa bunun Suriye’deki Kürtleri de olumlu etkileyeceği” yönünde. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Müsteşarı İbrahim Kalın bu aralar ABD’ye birkaç kez giderek bu konuyu ele aldılar. Daha doğrusu ele aldıkları konulardan birisi ve en önemlisi buydu. ABD yönetimi Suriye’deki Kürtlere çok yatırım yaptıklarını, o nedenle onlara destekten vazgeçmelerinin söz konusu olmadığını ama Türkiye için risk yaratmayacakları konusunda garanti verebileceklerini iletiyorlar.
(Suriye’de askerlerin geri çekilmesi konusunda, ABD’nin devlet şablonuna da uygun bir biçimde Beyaz Saray ile Pentagon çok zıt görüşlere sahip. O nedenle, bu konuda karar yeni yönetime, belki de Trump’a bırakılacak. Bu, Türkiye için de önemli bir risk oluşturuyor)
Kalın ve Fidan ikilisi, Milli Savuma Bakanı Yaşar Güler’i de yanlarına alarak Bağdat’a gittiler ve bazı toplantılar yaptılar. (Erbil ve Bağdat’a birkaç sefer yapıldı) ABD, İran’ın Irak’taki hakimiyetini güçlendirmesinden rahatsız. Türkiye de bu konuda ABD gibi düşünüyor. ABD gezisinin hemen ardından aynı kadronun Bağdat’a gitmesi, meseleyi, ABD’den bağımsız düşünmemizi engelliyor. İçeriğini bilemediğimiz “bazı görevlere talip olabilir miyiz?” kuşkusu hayli fazla. Bağdat yönetimi, KDP ve KYB ile PKK meselesi görüşüldü. Irak topraklarında var olmaları istenmiyor. Bu konuda ortaya ortak bir irade de kondu. Ama Milli Savuma Bakanı Güler’in açıkladığı gibi, “Irak yönetimi PKK’yı terör örgütü” olarak nitelendirdi mi? Orası muallak. Çünkü bu tanımda KYB’nin direnci var. Ortak metinde de sadece “yasaklı örgüt” tanımına yer verildi. Bağdat yönetiminde KYB etkin, cumhurbaşkanı onlardan. Ve KYB’ye göre, PKK için “yasaklı örgüt” tanımı bile çok iyi bir ilerleme.
Nitekim bu görüşmenin hemen ardından, çok fazla konuşmayan Hakan Fidan’dan KYB’ye yönelik çok sert, açık eleştiriler geldi. Fidan, KYB’nin varlığının aynen PKK gibi Türkiye açısından ulusal bir sorun haline geldiğini söyleyerek meseleyi başka bir aşamaya da taşıdı. Yaşar Güler’in “terörle beraber mücadele” edeceklerini açıkladıkları KYB’yi, Fidan’ın bir nevi “düşman” ilan etmesi sıkıntılı bir duruma işarettir. KDP de KYB de PKK’yı mücadele etmek için karşılarına almayacaklarını sık sık dile getiriyorlar. Bu, Türkiye tarafından da bilinen bir gerçek.
(Irak’la ilgili Aydın Selcen’in Medyascope’da geçen haftaki “hangi Irak’la neyin anlaşması” yazısını bilgilenmeniz için öneririm)
Şimşek çok sert geliyor
Ekonomik tablo seçimlere 10 gün kala yüzde 5’lik faiz arttırımını bile gerektirecek kadar kötü. Emeklilere müjde olarak banka promosyonunun açıklandığı bir durumdayız buna ek olarak. 2023 yılında 4,5 trilyon lira vergi tahsil edildi, 2024 için hedef 7,4 trilyon lira ama bu da yetmiyor. KDV oranları yüzde 20’de eşitlenecek. Yani pek çok ürün ve hizmete zam gelecek.
1 Nisan’dan sonra ekonominin direksiyonuna tam yetki ile Mehmet Şimşek’in geçeceğini ve önünde oluşturacağı programı uygulamak için 3 yılı bulunduğunu yazmıştım. Çünkü bakanlık görevini kabul ederken öne sürdüğü koşul buydu. Bugüne kadar alınan bazı kararlarda da çok etkisi olduğunu görüyoruz. Emeklilere zam oranı ve ikramiye miktarı bunların somut uygulaması. Seçime kadar her istediğinin yapılmamasına ses çıkarmıyor, seçimden sonra aynı durumla karşı karşıya kalırsa bırakıp gideceğini de açıklamıştı. Seçimlerden sonra ekonomide tek yetkili Şimşek olacak.
Mehmet Şimşek tam bir teknokrat. Elinde hesap makinesi ile geziyor bir nevi. Siyasi kaygısı hiç yok. Ekonomiyi belli bir kıvama getirerek buradan CV’sine bir başarı öyküsü eklemek istiyor. Kendisine politik bir gelecek ya da politik kariyer planı yapma derdinde değil. Bu elini rahatlatıyor. Bir de Erdoğan, Şimşek ve politikalarına bir biçimde mahkûm, seçenek yok elinde.
Şimşek’in programının ana temeli belli. Memur ve emeklilere enflasyonun üzerinde yarım puan bile olsa yüksek zam olmayacak. Önümüzdeki dönem bayram ikramiyesine de veda edebiliriz. Bayram ikramiyesinin konuşulduğu toplantıda “Bayram ikramiyesi nedir? Böyle bir şey dünyanın neresinde görülmüş” tepkisini bile göstermiş. Bu bir sinyal.
Cumhurbaşkanı kabinesi deniyor ama eskinin bakanlar kurulu yerine kullanacağımız bir kavram yok. Kabine de yok. Yapılan toplantının adı cumhurbaşkanının bakanları ile bir araya gelmesi. Yine böyle bir toplantıda Şimşek, elektrik ve doğalgazda devletin katkısına itiraz etmiş. Bunun kaldırılmasını istemiş. Erdoğan buna “yoksulları öldürdün” diyerek o bilinen tarzıyla itiraz etmiş. Bunun üzerine Şimşek, “Bunu ben (Hazine ve Maliye Bakanlığı) ödemem. Yoksullar içinse Aile Bakanlığı bunları tespit edip sadece onlara ödesin, herkesinkini niye ödüyoruz?” demiş. Buradan anladığımız 1 Nisan sonrasında elektrik ve doğalgaza 3 haneli oranda zam gelebilir. Enflasyon ölçümüne göre bile, yüzde 80/90 arası bir düşük fiyat uygulaması var elektrik ve doğalgazda. Şimşek’in açıklamasına göre, 1 Nisan sonrasında dövizin serbest kalmasıyla, kur farkı nedeniyle ortaya çıkacak zam oranı bir anda kâbus halini alıyor.
Konut piyasasının beklediği sürpriz de Mehmet Şimşek’ten gelmeyecek. Tam tersine bugüne kadar bu alana yatırılan paraya itirazı var. Şimşek’in açıklamalarına göre batma ihtimalinin ortaya çıkması halinde elini uzatmayacağı tek sektör konut sektörü. Kira meselesini çözmüş Şimşek, kira kontratları artık e-devlet üzerinden yapılacak ve buradan vergilendirilecek. Kira gelirlerinin tamamı artık kayıt altında olacak.
1 Nisan’da bu ağır ekonomik programı uygularken Şimşek’in en önemli kozu, kendisine söz verildiğini söylediği, Türkiye’ye gelecek olan Arap ve Batı sermaye yatırımları. Bu konuda çok emin konuşuyor.
Şimdi bu tabloda yazının başına dönersek, “yarım kalan” işleri tamamlamanın diplomatik ve ekonomik olarak mümkünü var mı? Burası siyaset biliminin işi.
Ama bu tabloya bakıldığında biz bile söyleyebiliyoruz:
“Türkiye’yi her anlamda çok zor günler bekliyor”