Uluslararası ilişkilerde görülen gelişmeler son zamanlarda Türkiye'nin dış politikasının yanlış bir kurgu ile mi yürütülmekte olduğu sorusunu daha çok gündeme getirmeye başladı. Aslında bu soru yıllardır soruluyordu, ama bu kez gidişatın bir "eksen değişikliği"ne yol açma olasılığının yükseldiğini düşünenler arttı. Küresel düzeyde tırmanan gerginlik ve kutuplaşmalar nedeniyle, bazı çevreler yeni bir dünya savaşına doğru adım adım ilerlendiğini ileri sürerken, Türkiye'den yükselen seslerin bir dünya savaşına hazır olunduğunu değil, böyle bir savaşın engellenmesi için çalışıldığını dillendirmesi gerekirdi. Ne yazık ki öyle olmadı.
Türkiye'nin küresel kutuplaşmanın böylesine keskinleşmeye başladığı bir dönemde BRICS üyesi olmak için başvuruda bulunduğu haberinin Rusya'dan gelmesi oldukça manidar. İktidar böyle bir başvurunun duyulmasını mı istemiyordu, böyle bir başvuru yapıldığından mahcubiyet mi duyuyordu, pek anlaşılamadı. Yoksa bu üyelik başvurusu, S-400'lerin alınması gibi, bir gereklilikten çok bir mecburiyetten mi kaynaklanıyordu?
2007 yılının Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı sırasında Putin NATO'nun Rusya'ya verdiği vaatleri yerine getirmediğinden, yeni üyeliklerle sınırlarını Rusya'ya doğru genişlettiğinden söz ediyor, Ukrayna ve Gürcistan'da gözlemledikleri bazı gelişmeleri ise Rusya'nın güvenliği açısından son derece önemli gördüğünü ve bu ülkelerin Batı ile yakınlaşmalarının Rusya açısından adeta bir "kırmızı çizgi" olduğunu satır aralarında anlatmaya çalışıyordu. 27 Mayıs 1997'de Paris'te imzalanan NATO-Rusya Kurucu Senedi'ni bir bakıma yeni Avrupa Güvenlik mimarisinin yapı taşlarından biri olarak kabul eden ve akabinde kurulan NATO-Rusya Konseyini de bu mimarinin ortaklık kurumu olarak gören bir anlayışı yansıtıyordu bu çıkış adeta. Oysa durum hiç de öyle değildi. Bu mutabakatlara varılırken Rusya'ya hiç bir şekilde NATO'nun yeni üye almayacağı vaadinde bulunulmamıştı. Aksine, üyeliğin her ülkenin kendi egemen kararı olacağı, şartları karşıladıkları takdirde üyeliğin herkese açık olacağı tekrarlanıyordu.
NATO'nun dikkate almadığı duyarlılık ise işte Putin'in o 2007 konuşmasında vurgulandı. "Bakın" diyordu Putin adeta, "Varşova Paktı dağıldı, teker teker NATO üyesi oldular, SSCB dağıldı, Baltık ülkeleri NATO üyesi oldular, Rusya'yı NATO ile sınır komşusu mu yapacaksınız? Ukrayna ve Gürcistan'ı rahat bırakın!" demenin diplomasi ve KGB tecrübesi ile formüle edilmiş bir çevirisiydi o konuşma. Gürcistan'ın Rusya ile yaşadığı 2008 yılındaki savaş sonrasında Güney Osetya ve Abhazya'yı, dolayısıyla toprak bütünlüğünü kaybetmesinin, ardından 2014 yılında Ukrayna'nın Kırım'ı kaybetmesinin, bugün de Rusya ile Ukrayna arasında süren savaşın ardında bu duyarlılığın Batı tarafından önemsenmemesinin rolü olduğunu bugün birçok kaynak kabul ediyor.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş 2022 yılının Şubat ayından beri devam ediyor. Bugün gelinen aşamada Putin, NATO üyesi ülkelerin Ukrayna'ya yaptığı silah yardımının, özellikle de bu yardımın uzun menzilli füzeleri de kapsamasının tehlikelerine işaret etti ve bu tür füzelerin Ukrayna tarafından kullanılmasının Rusya açısından NATO ülkelerinin savaşa taraf oldukları anlamına geleceğini, Rusya'nın böyle bir durumda gerekli gördüğü yanıtı vereceğini belirtti. Bu uyarıyı NATO ülkelerinin dikkate almamalarının küresel düzeyde ciddi bir gerginliğe, Rusya - Ukrayna savaşında önlenmesi güç bir tırmanmaya yol açacağı açıktır.
Bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye'nin BRICS üyeliğine başvurduğuna ilişkin haberlerin, hele Vladimir Putin'in NATO'ya karşı 2007 yılından beri yaptığı en ciddi uyarıyı dile getirdiği bir sırada, Rusya'dan gelmesi aslında şaşırtıcı olmamalı. Türkiye'nin BRICS üyesi olması en çok Rusya'nın işine yarayacak, zira böyle bir üyelik ilk kez bir NATO üyesi ülkenin BRICS saflarında yer almasıyla sonuçlanacak.
NATO ile Rusya'nın, Putin'in söylediği şekilde karşı karşıya gelmeleri halinde, BRICS üyesi bir ülke olarak Türkiye'nin NATO içindeki uyum ve dayanışmayı nasıl sürdürebileceğini merak etmemek mümkün değil. Böyle bir gerginlik halinde BRICS üyesi ülkelerin haliyle NATO karşıtı bir söylem ve tutum belirlememeleri düşünülemez. Peki, hem BRICS hem NATO üyesi olan Türkiye böyle bir durumda nasıl bir politika izleyecektir? BRICS'ten yana tutum takınarak NATO'yu mu eleştirecektir yoksa NATO üyesi olarak BRICS üyesi Rusya'ya karşı takınılan tutumla uyumlu bir davranış içinde mi olacaktır? Türkiye'nin bu şekilde bir ikilemle karşı karşıya kalması Türkiye ya da NATO'ya mı yarayacaktır yoksa Rusya'ya mı?
Dış politikada adım atarken enine boyuna düşünmek, atılan adımın sadece kendi içinde değil yaratacağı etkiler nedeniyle başka alanlarla ya da dış politikanın genel çizgisiyle ne kadar uyumlu olduğunu iyi hesaplamak, taktik hamlelerle hareket etmek yerine uzun vadeli bir strateji ile planlama yapmak gerekir. BRICS üyeliği ile Türkiye'nin nasıl bir strateji planladığı anlaşılamıyor, ancak Rusya'nın bu üyelik ile ilgili haberleri itinalı bir şekilde yaymakta olmasının ince bir stratejiye dayandığı daha anlaşılır gözüküyor.