Sinemamızın en önemli isimlerinden, büyük usta Şerif Gören’i kaybettik. Şüphesiz ülkemizin sanat tarihinde, çok önemli bir sayfa ona ayrılacaktır. Fazlası var, Şerif Gören toplumsal mücadele tarihimizin de çok önemli bir ismidir. Sineması, toplumun gerçeklerine, “sıradan insana” aynadır. Gören aynı zamanda sınıf mücadelesinin bir ferdidir.
Onunla, geçtiğimiz aylarda güzel bir tesadüf sonucu bir arada bulunmuş olmak, soru sormak, dinlemek ne büyük şanstı.
Ağustosun son günleriydi. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Borçka Belediye Başkanı Ercan Orhan, Ali abi (Çerkezoğlu) ve diğer birkaç dostla birlikte Sıraselviler’de bir mekânda henüz yeni oturmuştuk.
Çerkezoğlu, “Şerif abi,” diyerek ayağa kalktı, selamlaştılar, sarıldılar. Meğer Şerif Gören de oradaymış fark etmemişiz.
Hepimizle tek tek el sıkıştı. Hemen bir sandalye daha çektik masaya. “Hiç bozmayın düzeninizi, bir selam vereyim istedim. Ama birazdan uğrarım” dedi.
Heyecanlanmıştım, sanıyorum herkes aynı duyguya kapılmıştır. Onlarca filmini defalarca izlediğimiz Şerif Gören’le tanışmak, sohbet etmek piyango gibi bir şeydi.
Balkanlardan, İskeçe’den göçüp gelen bir göçmen çocuğunun sinemaya nasıl başladığını, Yılmaz Güney’le tanışmasını, ona dair pek çok hatırayı, sendikacılık günlerini, Sine Sen’in kuruluşunu ondan dinledik o akşam.
Her “Yılmaz abi” dediğinde ona olan sevgisini, saygısını gözlerinde gördüm.
Şerif Gören, “arabesk” denilerek bazı eleştirmenlerce eleştirilen filmlerinde de toplumsal gerçekçiliği elden bırakmamıştı. Daha önce de duymuştum; 80 öncesi solcular Orhancı, sağcılar Ferdici diye bilinirmiş. Bunun en önemli nedeninin Orhan Gencebay’ın “Derdim Dünyadan Büyük” ve “Aşkı Ben mi Yarattım” gibi filmleri olduğunu düşünüyordum. Gecekonduları yıkmaya gelen kepçelerin önüne oturduklarında söyledikleri “Bitecek Dertlerimiz” sol içerikli arabesk birkaç şarkıdan biri olmalı.
Şakayla karışık “Şerif abi” dedim, “Ferdi Tayfur’a da bir film yapsaydın, Ferdiciler de solcu olurdu o zaman.” Güldü, “Yok” dedi “O iş öyle olmuyor. Diyalektiğin yasasını biliyorsun.” Güldük.
Şerif abi o akşam sol tarihimize, sinema tarihimize, 12 Eylül sonrası gözaltına alınmasına, işkencelere, tutuklanmasına dair pek çok şey anlattı. DİSK Davası’ndan tutuklanmış, yargılanmıştı. “Filmlerinde halkı isyana teşvik ediyorsun” diyen savcıya, “Başaramamışım demek ki, öyle olsaydı ne siz ne ben burada olurduk” der.
Onlarca filme dair duymadığımız, okumadığımız ayrıntıları bizzat kendisinden öğrendik.
Berrak bir zihinle, koca tarihi, pek çok anıyı önümüze sermişti. Sanıyorum o sohbetin tadı herkesin damağında kalmıştır.
Yakın tarihimizin bir başrolünden pek çok şeyi dinlemek değildi yalnızca keyifli olan. Karşımızda hayalleri, planları, yapacakları olan bir usta vardı.
Öte yandan dünya malına tamah etmeyen, pek çok imkânının önüne serileceği iktidara yakın mahallelerin yakınından geçmeyen, duruşunu bozmayan, eşitliğe, özgürlüğe olan inancını yitirmemiş bir aydını dinliyorduk.
“Yaz ya da yazalım bunları diyen çok oluyor ama ben istemiyorum” deyiverdi. Ben onu ilk defa görüyor olmama rağmen bir densizlik yapmayı göze almıştım oysa. “Şerif abi bunların yazılması lazım” diyecektim. Fırsat vermemişti usta. Elbette kimbilir kimler bu konuda ısrar etmişti ona.
O güzel tesadüf akşamını arkadaşlarıma, yakınlarıma çok anlattım. Dönüp dönüm filmlerine tekrar baktım. Bazı filmlerin onun olduğunu bilmiyormuşum, şaşırdım. Şerif Gören’den yeni kuşakların yeterince faydalanmadığını, bunun için mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğini düşündüm.
22 Kasım’da, evinde düşerek başını çarptığı haberi basına yansıdı. Kötü bir kazaydı. Bütün sevenleri, iyileşmesini diliyordu. İyi haberini bekledik. Olmadı, ne yazık ki geçtiğimiz pazar günü hayatını kaybetti. Arkasında koca bir miras bırakarak bu dünyadan göçtü.
Emekçiliğin kıymetini onun hayatına bakarak daha güzel anlayabiliriz. Sinemanın mutfağından yetişmiştir. Kısa sürede teknik işlerdeki becerisiyle öne çıkmış, ardından setlere adım atmıştır. Yılmaz Güney’in asistanı olması bir başka önemli adımdır. Güney tutuklanınca, yarım kalan Endişe’yi o tamamlar.
Gerisi gelir... Bazılarını yazayım ama hepsine ayrıca bakın derim. Köprü, Darbe, Deprem, Nehir, Almanya Acı Vatan, Yol, Tomruk, Derman, Kurbağalar, Yılanların Öcü, Sen Türkülerini Söyle, On Kadın, Amerikalı filmlerinden bazıları.
Şüphesiz 1981’de çekilen, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı Yol, Şerif Gören’in sinemacılığının en önemli yapıtlarından biridir.
Onun sinemacılık anlayışında her zaman yeniyi aramak, denemek vardır.
Erkek egemenliğine karşı kadın sorununu ele aldığı filmler de çeker.
Bana kalırsa onun sinemasının en önemli özelliklerinden biri de toplumun her kesiminden insanın severek izleyeceği filmler çekmesidir. Hikâyesiyle, temposuyla, oyunculuklarıyla izleyici içine alır filmleri.
Sinema yazarlarının, eleştirmenlerin alanına fazlaca girmeden yazıyı bitirelim. Umuyorum ki onun kıymetini tekrar tekrar anlatacak yazılar okuruz. Adına düzenlenecek etkinliklerle bıraktığı mirasın kıymeti anlatılır.
Uğurlar olsun Şerif abi. Bıraktığın mirasla işçi sınıfının, mücadele edenlerin, halkın kalbinde yaşamaya devam edeceksin…