Ülkemiz, önemli bir tarihsel döneme girmiş bulunuyor. Bu ilk değil şüphesiz. “Daha önce benzerlerini çok gördük, çıkmaz bir şey” diyen de var, neticenin güzel olacağı iyimserliğinde olan da. Yanı sıra Öcalan’ın açıklamasının, Kürtlerin önemli bir bölümünde hayal kırıklığı yarattığı söyleyen de çok kişi var.
Bahçeli başta olmak üzere, ülkeyi idare edenleri “ihanet”le suçlayan cenah, Öcalan’ın açıklamasından beri, ses tonlarını yüksek perdede sabitlemiş görünüyor.
Kırk yıldır süren çatışmaların taraflarının, görüşmeler, müzakereler konusunda da yeteri kadar tecrübeli olduğu malum. O sebeple açıklama, konunun birinci dereceden muhatapları için sürpriz olamaz. Bir merhalenin sonucunda buraya gelinmiş. Öyle ya, süreç Bahçeli tarafından başlatıldığından beri açık konuşuluyor. Açık olmayan kısmı ne zamandır sürüyor, bilmiyoruz.
Şüphesiz, Öcalan’ın üç sayfalık deklarasyonu sürecin ana duraklarından biri. Kafalardaki onlarca soru işareti ise cevap bekliyor. DEM Partili belediyelere kayyum atamalarının hız kesmeden devam ettiği, bu hukuksuzluğunun CHP’li belediyelere de yöneldiği bir dönemin içindeyiz. Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının engellenmesi hedefiyle akıl sınırlarını zorlayan hamleler yapılıyor. Bundan daha fazlasını da yapmak istediklerinden kimsenin şüphesi yok. Kısa süre önce demokratik zeminde siyaset yapmaya çalışan onlarca insan, gazeteci tutuklandılar. Hukuksuz biçimde içerde tutuluyorlar. İktidarı eleştirmenin doğrudan karşılığı kolaylıkla tutuklama olabiliyor.
Haklı olarak, “Demokrasiyi hepten tedavülden kaldıranlar Kürt sorunu çözebilir mi?” sorusu havada, kocaman asılı duruyor. Bu bir soru da değil aslında.
“Bu işler biraz böyle olur” diyenler var. Yapılanları, masa kurulmadan önceki el güçlendirme hamleleri olarak görüyorlar.
Açıklamanın herkes tarafından doğal olarak en fazla önemsenen yeri şu kısmı; “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim.”
Önemli olarak yine hemen herkes tarafından imlenen bir başka kısım, açıklamada yer almayıp, iletilmesi istenmiş not. O da şöyle; “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”
Buradan çıkacak sonuç, adı henüz konulmamış sürecin bazı karşılıklı adımlarla ilerleyecek olması.
Bir asırdan fazladır süren mesele
Kolay değil, tarihi çok eskilere dayanan, ülkenin en önemli sorunu söz konusu olan. Osmanlı'nın son dönemi Kürt isyanlarından geçilmez. 1806’da, Musul’da başlayan Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı'ndan sonra 15'e yakın isyanın gerçekleştiği, bir asırdan fazla süren bir dönemdir bu. Sonuncusu, 1920’deki Koçgiri İsyanı'dır.
Cumhuriyetin kurulmasının ardından yeni bir evre yaşanmaya başlar. 1924’te Hakkâri, Nasturi isyanıyla başlayan ayaklanmalar; Jilyan, Şeyh Sait, Seit Taha ve Seit Abdullah, Reşkotan ve Reman, Eruh’lu Yakup Ağa ve oğulları, Güyan, Haco, I. Ağrı, Koçuşağı, Hakkari- Beytüşşebab, Mutki, II. Ağrı, Biçar, Zilanlı Resul Ağa, Zeylan, Tutaklı Ali Can, Oramar, III. Ağrı, Buban aşireti, Abdurrahman, Abdulkuddüs, Sason isyanlarıyla sürer. Bu dönemin son isyanı 1937 Dersim’dir.
Genç cumhuriyet isyanları güvenlik meselesi olarak ele alır. O zaman da Kürt sorunu, yalnızca Kürtlerle devlet arasında bir mesele değildir esasında. Takrir-i Sükûn, işçi sınıfı mücadelesine, sosyalistlere karşı bir sopadır aynı zamanda.
Gerek Tek Parti Döneminde, gerekse de Demokrat Parti yıllarında Şark Islahat Planı’yla başlamış olan onlarca rapor hazırlanır. Bunlar ağırlıklı olarak askeri önlemeleri içerirler. Konuşulan, tartışılanlar Kürt gerçeğini kabul etmekten uzaktır.
27 Mayıs sonrası, “Güneydoğu'ya İlişkin Etno-Politik İnceleme” türünden raporlar söz konusu olur.
Meseleye dair, “Kürt sorunu” tespitini yapan ilk parti Türkiye İşçi Partisi’dir. Bunun karşılığı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıdır.
60’lı yılların sonunda Kürt sorunu, yükselen sol hareketin önemli bir başlığıdır. Bu yıllar Kürtlerin kendi örgütlerini kurmaya başladığı da dönemdir. Devrimci Doğu Kültür Ocakları gibi örgütlenmeler ortaya çıkar.
70’li yıllarda yönetenler, Kürt sorununa dair rapor dahi hazırlamaya tenezzül etmezler. Kürtlerin “Dağ Türkü” olduklarına dair “bilimsel söylem” revaçtadır. Darbenin paşası Kenan Evren 80’i yıllarda bunu çok sık tekrar eder.
12 Eylül, bütün ülkeyi ezme harekâtıdır ve Kürtlerin yoğun yaşadığı şehirlerde zulüm katlanarak uygulanır.
1984 yılındaki saldırıyla başlayan yoğun çatışmalı dönem ise ülkemizin 40 yıldan fazladır kanayan derin bir yarasına dönüşür. On binlerce insanımız genç yaşında toprağa düşer. Boşaltılan köyler, milyonlarca insanın göç etmesi, faili meçhuller, her türlü hak aramanın önünün “terör” konseptiyle kesilmesi…
80 öncesinin antikomünizmi 90’larda Kürt karşıtlığıdır. Solcuları “PKK’lı” diye itham etmek rejim açısından çok kullanışlı bir söylemdir. Eskinin “anarşist” yaftasının yerini “terörist” almıştır.
90’lı yılarda Kürt Sorununa dair pek çok rapor karşımıza çıkar. SHP, CHP, DSP, ANAP, RP, hepsi soruna dair raporlar hazırlarlar. Ne yazık ki hiçbiri çözüme yaklaştıramaz ülkemizi.
Bununla birlikte çok defa ateşkes gündeme gelir. Her ateşkes, kanlı bir sürecin tırmanmasıyla biter.
Ortada bir savaş varsa, çok fazla da savaş suçu da vardır elbet.
Öcalan’ın yakalanmasının ardından son Kürt isyanının biteceğine dair öngörüler gerçekleşmez.
AKP iktidarı döneminde defalarca barışa dair umutların yükseldiği, ardından yeniden şiddet sarmalının ülkeyi teslim aldığı dönemler yaşadık.
AB süreci, “açılım süreci” derken, 2013’te başlayıp 2015’te sona eren “çözüm süreci”, meseleye dair somut adımların en çok tartışıldığı, masanın kurulduğu bir dönemdi. Ne yazık ki sonu, ülkemizin tekrar savaş ve çatışma iklimine sokulması oldu.
Şimdi tekrar adı henüz olmayan yeni bir sürecin içine girmiş bulunuyoruz. Bir yanda geçmişin acı tablosu, devrilen masaların arkasından yaşananların acı tecrübesi. Diğer yanda insanlarımızın ölmediği, demokratik zemine bir nebze olsun taşınmış bir ülke özlemi.
Bir asrı aşan, nerdeyse son yarım yüzyılı çatışmayla geçen bu büyük mesele, ülkemiz toplumunun ortak sorunudur. Dolayısıyla çözümünde halkın demokratik katılımı gerekir. Bunca yıldır yaşananların tahribatı başka nasıl giderilebilir.
Barışın tesis edilmesinden yana taraf olmak, insani, ahlaki ve vicdani sorumluluktur. Ama bu yetmiyor! Barış mücadelesiz mümkün olmuyor.
Dilerim bu ülkedeki hiçbir evladın genç yaşında ölmediği günler uzakta değildir.