“Bu davadan döneni vurun! Ben dönersem beni de vurun!” MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 1973.
Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş’in henüz nedeni öğrenilmeyen bir cinayette hayatını kaybetmesi üzerine MHP ve Ülkü Ocakları üzerine yazmayı düşündüm ama bir gazete sayfasında ele alınmayacak kadar kapsamlı bir konu olduğu için sadece “Komando Kampları” ile sınırlamaya karar verdim yazımı. Ama yine de konuya giriş babından bazı dönüm noktalarını anımsatmam gerekecek.
20 Temmuz 1948 tarihinde çoğunluğu Demokrat Parti’den (DP) ayrılan milletvekillerinin kurduğu Millet Partisi (MP) 8 Temmuz 1953’de mahkeme kararıyla kapatılmış ve bu partinin yerine 10 Şubat 1954 tarihinde Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) kurulmuştu. CMP’nin Genel Başkanlığını MP’nin de kurucularından olan Osman Bölükbaşı üstlenmişti. Ardından Türkiye Köylü Partisi (TKP) de CMP’ye katıldı ve partinin yeni adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) oldu. Osman Bölükbaşı 13 Haziran 1962’de bir grup milletvekiliyle birlikte partiden ayrılıp tekrar Millet Partisi’ni kurunca İstanbul milletvekili Ahmet Oğuz CKMP’nin genel başkanlığına getirildi.
1944’teki Irkçılık-Turancılık davasında yargılanan, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından kurulan Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) üyeleri arasında çıkan ihtilaf dolayısıyla yurt dışına gönderilen radikal “14’ler” grubunun üyesi Alparslan Türkeş, Şubat 1963’te Türkiye’ye döndükten sonra siyasete girmek için uygun zemin arayışına başlamış, 31 Mart 1965’te 14’lerden 4 arkadaşı ile beraber CKMP’ye katılmış, partinin 30 Temmuz-1 Ağustos 1965 tarihlerinde Ankara Büyük Sinema salonunda gerçekleştirilen 7. Olağanüstü Büyük Kurultayı’nda da Genel Başkanlığa seçilmişti.
1967 ile CKMP’nin, artık Başbuğ diye anılmaya başlayan Türkeş’in liderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) dönüştüğü 1969 arasında Türkeş ve 14’lerden yakın arkadaşı Dündar Taşer teşkilat ve organizasyon bağlamında önemli hamleler yapmıştı.
“Doğu Gecesi”ne Ülkücü baskını
Bu hamlelerden biri olan Ülkü Ocakları ilk olarak Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ülkü Ocağı adı altında boy göstermiş, 25 Nisan 1966’da bir tüzük yayımlanmış, 1968 yılına gelindiğinde bütün üniversitelerde aynı isimle teşkilatlar açılmaya başlamıştı. Taşrada ise Genç Ülküler Teşkilatı (GÜT) adı altında örgütlenen ve kendilerine kısaca Ülkücü diyen bu gençler, ilk saldırı provalarını 1965’te kurulan ve 1968’de Mihri Belli’nin Milli Demokratik Devrim (MDD) fikrini savunanların kontrolüne giren Fikir Kulüpleri Federasyonu’na (FKU) bağlı gençlere karşı yapmışlardı.
Örneğin FKF İstanbul Sekreterliği, 25 Ocak 1968 günü, “Kürt illerinin yerel öğrenci dernekleri ile birlikte” Spor ve Sergi Sarayı’nda bir “Doğu Gecesi” düzenlediğinde, ilerleyen saatlerde, birbirlerini tanımak için yakalarına görünecek şekilde toplu iğne takan “Ülkücü” gençler, ellerindeki amonyak ve asit dolu şişelerle geceye saldırmışlardı. İzleyicilerin arasına dağılan yüz elli kadar militan, Diyarbakır ekibi folklor gösterisi yaparken, “kahrolsun komünistler!” haykırışları ile birlikte ellerindeki Molotof kokteylleri patlatmaya, getirdikleri şişeleri kırmaya başlamışlardı. Bu sırada dışarıdan atılan taşlarla salonun camları kırılmış, saldırganların başlarındaki kişilerden biri toplantıyı düzenleyenlerce yakalanınca, “fedai” tabancasını çekip iki gencin yaralanmasın neden olmuştu. Bir başka saldırgan da muşta kullanarak bir genci gözünden yaralamıştı. Olay yerinde bulunan toplum polisi yalnızca yedi kişiyi yakalayıp götürmüş, bunlar da konutları belli olduğu gerekçesiyle serbest bırakılmıştı.
Türkeş kampları kabul ediyor
Altı ay kadar sonra, 31 Haziran 1968’de Demokrat İzmir gazetesinin okurları şu satırlarla karşılaşmıştı: “CKMP’li gençler komando kursuna tabi tutulacak!” Açıklamayı yapan CKMP olan hareketin sözcüsü Rıfat Baykal idi.
CKMP Başkanı Türkeş de 18 Ağustos 1968 günü, "Komando kampları adı verilen mahallerde gençlik kolları çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklarımız vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci yetiştiriyoruz," diyerek komando kamplarını açıktan savunmuştu.
Türkeş’e göre kamplarda bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Eğirdir Komando Okulu’ndaki eğitimin eşi olan bir eğitime tabi tutuluyorlardı.
MTBB’nin kampı gibi görünsün!
3 Eylül 1968 tarihli Ant gazetesinde çıkan “Türkeş’in Komando Kampı’nda olup bitenler” başlıklı yazıda, Türkeş’in Siyasi Partiler Kanunu’nun 107 ve 126. maddeleri kendisine hatırlatılınca derhal Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) İkinci Başkanı Atilla Özer’i çağırarak şu direktifi verdiği yazılıydı:
Komanda kamplarının Milli Türk Talebe Birliği tarafından kurulduğu lanse edilecek ve kamplarda CKMP arasında ilinti kurulmamasını sağlayacak her türlü tedbirler alınacak… Ayrıca Dündar Taşer’in yönetimindeki komando kampını CKMP’nin yönetimi dışında göstermek için Dündar Taşer şeklen ikinci plana çekilmiş ve emekli Albay Reşat Gökman ile alelacele temasa geçilerek kendisi Ankara-Eskişehir yolunun 25 inci kilometresindeki Devlet Karayolları Dinlenme Parkı yanında kurulan komando kampının komutanlığına atanmıştır. Dinlenme kampına Ankara yönünde bulunan tarlanın içine bir yarım ay şeklinde sıralanan çadırların karşısında komutanlık çadırı bulunmakta ve onun önünde büyük bir tabela yer almaktadır: MTTB-MİLLİYETÇİ TOPLUMCULAR Yani Nasyonal Sosyalistler…”
Makalenin adsız yazarı “Kampın yüz kişilik olduğunu söylemişlerdi ama içtimada 40 kişi vardı. 14 çadırdan ise birinin kapısı hiç açılmamıştı. O çadırın silah deposu olduğu anlaşılıyordu” diye yazıyordu. Ant’ın o sayısındaki Alberto Bayo imzalı “Gerillacılık Şartları, 150 Soru, 150 Cevap” başlıklı bir yazıda da “solcu” gençlerin alması gereken gerilla eğitiminden söz edildiğini belirtmeliyim…
Kamplardan birine girip fotoğraf da çeken gazeteci Engin Konuksever ise gördüklerini şöyle anlatmıştı:
Çanakkale’de bir komando kampına gitmiştik. Orada yakın dövüş teknikleri, nasıl Molotof kokteyli yapılacağı gibi şeyler öğretiliyordu. Kamp bittikten sonra da olayların içine giriliyordu tabii. Komando Kamplarının arkasındaki bağlantılar tartışılıyor olsa da varlığını inkâr eden yoktur. Türkeş de bu kampların varlığını kabul ediyordu.
Türkeş kampların varlığını kabul etmekle kalmadı, 31 Aralık 1968 tarihinde SBF öğrenci yurtlarına baskın düzenleyen, sopalar ve zincirlerle yurt binasına saldıran bu gençleri 10 Ocak 1969 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportajı ile açık açık savundu da:
Komandoları destekliyorum. Çünkü onları biz kurduk ve eğittik… Soru: İki grup çatışması daha genişlerse, hatta halka kadar inerse, bu tehlikeli olmaz mı? Yanıt: Olmaz, çünkü biz bu gençlerimizle barajı kurduk. Komünistlerin hareketi artık gelişemez. Belki bugünlerde birkaç olay daha olacak sonra yatışacaktır. Çünkü karşılarında biz varız. Komando dedikleri gençler Dokuz Işığı benimsemiştir.
22 Ocak 1969’da gazetelere yansıyan bir haberde şöyle diyordu:
Cumhuriyet Savcılığı'nın CKMP ve komando kamplarına ilişkin açtığı soruşturma sürerken, CKMP'den istifa eden A. Türkeş'in eski Özel Kalem Müdürü F. Turaner'in "komandolar" ve "partinin hukuktan uzaklaşması"na dair iddiaları üzerine Savcılık re'sen soruşturma başlattı.
26 Ocak 1969’ta ise CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in Demirel hükümetinin ülkücü "komandolar" karşısındaki tutumunu eleştirdiğini okuyorduk: "İktidar SS özentisi sokak komandolarıyla ya işbirliği halindedir, ya da onlara yasalar içinde hadlerini bildiremeyecek kadar acizdir.”
Türkeş’in bunlara cevabı 17 Şubat 1969 günü 34 ilde komando kurslarının açılacağını bildirmek olmuştu.
Polis komünizme karşı pasif, o halde görev bizim!
Neydi bu komanda kampları, kaç taneydi, kamplarda neler yapılıyordu, amaç neydi? Evet, Ant Dergisi muhabirinden ve Engin Konuksever’den birkaç satır okumuştuk ama derinlemesine bilgiyi edinememiştik. Yıllar sonra Adalet Partisi’nin 1970’lerde hazırlattığı raporun basılı hali olan Ülkücü Komando Kampları (Kaynak, 1997), Hakkı Öznur’un Ülkücü Hareket, Cilt 3, Komplolar, Provokasyonlar (Alternatif, 1999), Hakan Akpınar’ın Kurtların Kardeşliği (Bir Harf, 2005), Ahmet Haldun Terzioğlu’nun Komando (BilgeOğuz, 2010), Ahmet B. Karabacak’ın Üç Hilal’in Hikayesi (BilgeOğuz, 2011) adlı kitablarında bazı “içerden” bilgilere rastladık.
Bu bilgileri özetleyerek bizlere aktaran Mustafa Eren’in Kanlı Pazar, 1960'lar Türkiye’sinde Milliyetçiler İslamcılar ve Sol (Kalkedon, 2012) başlıklı kitabından öğrendiğime göre o yıllarda sağcı gençlik hareketi içerisinde yer almış olan Karabacak, 1967 yılında, kendileri için birinci hedefin “üniversitelerde yuvalanan komünistler ve bölücüler karşısında, gençleri fikri bakımdan daha üstün konuma getirmek” olduğunu belirttikten sonra Ankara merkez olmak üzere Ülkü Ocakları Derneği’ni kurmaya başladıklarını anlatıyordu kitabında. Komando Kampları da bu dönemde gündeme gelmişti Karabacak’a göre:
Bu teşkilatlanmalar devam ederken Türkiye çapında, Moskova'ya bağlı komünistler, basındaki ve diğer odak noktalarındaki yandaşlarıyla bize saldırıp duruyorlardı. Polis, iktidarın pasifliği yüzünden etkili olamıyordu. Ülkücü gençliğin okullara girmesi, hatta yollarda yürümesi bile tehlikeli olmağa başlamıştı. Bunu önlemek, Türkiye'ye dolayısıyla okullara sahip çıkmak gerekiyordu. İş başa düşmüş, iktidarın yapamadığını biz yapacaktık. 1967 yılından itibaren Türkiye'nin her tarafında, yaz aylarında eğitim kampları açmağa başladık. Bunlara basın KOMANDO KAMPLARI adını yakıştırdı. Bu kamplar öyle hızlı yayıldı ki, bizim kontrol etmemiz bile imkansızlaştı. Türkiye'de Milli şuur, bilhassa gençlik arasında hızla yayılıyordu. İstanbul'da önce Silivri'de İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği başkanı rahmetli dostum Ufuk Şehri’nin, bir sonraki yıl ise Küçüksu'da benim kontrolümde açıldı. Bu kamplar birkaç yıl yaz aylarında devamlı açıldı ve burada gençler hem fikri ve hem de fiziki olarak yetiştirildi.
Hedef: “Yüz bin Ülkücü, yüz bin komando”
Milliyetçi edebiyatçılardan Ahmet Haldun Terzioğlu da Komando Kampları fikrinin Türkeş ve CKMP’nin diğer ileri kadroları tarafından oluşturulduğunu ve “yüz bin komando” hedefiyle yaşama geçirildiğini şu sözlerle anlatıyor:
Ankara’da CKMP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, yakın dostu, ordudan ve 27 Mayıs İhtilali’nde Milli Birlik Komitesi’nden tanıdığı kader arkadaşı ile bu sorunu çözme çabasındaydılar. Bozkurtları nasıl eğiteceğiz? Fikri yapısını nasıl kuracak, ideolojiyi, doktrini nasıl oturtacağız?” “Gençlik kampları kuralım!” “Yüz bin genç… Yüz bin Ülkücü…” “Yüz bin komando…” “Komandolar…” Bu adı almış kabullenmişlerdi. Bir güç kaynağı, dayanağı olarak görülmüşlerdi. Bunda da bir sakınca görmemişlerdi. Madem ki onlara “komando” diyorlardı. Madem ki bu isimden ürküyordu karşısındakiler bunu sürdürmenin yararı vardı. En azından güçlenene, toparlanana kadar! Bir efsane yazmanın gereği ortadaydı… Günlerce sürdü konuşmalar, tartışmalar. Birlikte yola çıktıkları arkadaşlara danışıldı. Fikirleri alındı. “Genelde üniversite öğrencisi olan bu gençleri, okullarından uzak tutmamak, derslerinden geri bırakmamak gerek. Bu nedenle yaz tatillerini…” “Yarıyıl tatillerini…” “Yer!” “Şehirlerden, yerleşim yerlerinden uzak, derneklerimizin güçlü olduğu illere, ilçelere yakın…” “Deniz kıyıları, yaylalar, orman…” “Kamp kurulacak yerler uygun yerler. Halkı rahatsız etmeden, ama çok da gözlerden uzak olmadan…” “Oranın ne olduğu ne yapıldığı bilinsin! Bizim bu milletten saklımız gizlimiz yok! Psikolojik yansımasını, propaganda etkisini düşünerek basına el altından haberler verelim! Haberler yaptıralım!” “Mutlaka olumsuz olacaktır haberler! Basın, kiralık ağzını, onu kiralayan dilinde kullanacaktır bu da bizi olumsuz etkileyecek, yanlış tanıtacak!” “Olsun! Bazen olumsuz propagandanın etkisi olumludan daha iyi olur. Bizim arkadaşlarımız da açıklasınlar amacımızı.” “Doğrudan, parti olarak ilk ağızdan açıklamalar da yapalım!”
Günaydın’dan Namık’ın katkısı
Karabacak ise, komando kamplarının basına nasıl servis edildiğinin ve Günaydın gazetesinde çıkan dizi yazının ayrıntılarını anlatıyor:
Benim o sırada popüler ve çok satan Günaydın gazetesinde çalışan Namık diye milliyetçi bir arkadaşım vardı. (…) Kendisine, bizim Küçüksu’da kurulan Komando Kampında bir röportaj yapılıp yapılamayacağını sordum. O bunun çok güç olduğunu, gazetenin buna hazır olmadığını, fakat kendi gece sekreteri olarak kaldığı bir zaman bunu başlatabileceğini, gazetenin başlayan bir yazı dizisini kesemeyeceğini söyledi. Beraberce bir plan yaptık. Fotoğrafları ve yazıları ben hazırlayacaktım. Kampa giderek gündüz ve gece fotoğraflar çektim. Dört gün sürecek bir yazı dizisi hazırladım. Arkadaş, iki gün sonra sürmanşetten röportajı yayınlamaya başladı. 8 sütun üzerine ve çok büyük puntolarla verilen başlık şöyle idi: Türkeş’in hedefi 100.000 komando… Ben yazıyı dört günlük hazırlamıştım. Fakat Namık, ilk gün iki yazıyı birden, birinciyi birinci sayfadan tam sayfa olarak verdi. Yazı üç günde tamamlandı. İpe tırmanan, gece eğitimi yapan gençlerin fotoğrafları bir anda fırtınalar kopardı. Diğer gazeteler de yavaş yavaş, aleyhte de olsa, bizden haberler yapmağa başladılar.
Bu haberler arasında en ilginci, 6 Temmuz 1969 tarihli Saklambaç gazetesinde çıktı. “Yüzlerce genç kız komando olmak için Türkeş’in partisine giriyor” başlıklı haberde modern giyimli “Ülkücü Asenalar” “erkeklerimiz gibi gerekirse güreşiriz de boks da yaparız judo da…” diyorlardı.
Ardından MHP’nin yayın organı durumundaki Töre ve Ocak dergileri, Millî Hareket ve Devlet gazetelerinde Komando Kampları kapaktan tanıtılır ve propagandası yapılır. Ülkücü gençler, tek tip elbiselerin giyildiği ve askeri nizamla yürüdükleri Dokuz Işık yürüyüşleri yapmaya başlarlar. İstanbul, Ankara, İzmir ve Türkiye’nin pek çok yerinde bu yürüyüşler tekrarlanır.
Terzioğlu, Komando Kampları'nın ilk etapta 34 yerde kurulmasının düşünüldüğünü ve öncelikle üniversite öğrencilerinin katılacağını sonra bu sınırlamanın kaldırılıp bütün gençlerin davet edileceğini belirtiyor. Komando Kamplarındaki günlük programı ise şöyle aktarıyor Terzioğlu:
1- Sabah Ezanı ile uyanış. Temizlik ve toplu namaz… 2- Sabah sporu. Dinlenme ve kahvaltı. 3- Mehter ve milli marşlar. Yürüyüş. 4- Seminer ve konferans (Konuya göre zaman ayrılır.) 5-Toplu çalışma, dinlenme, öğle namazı, öğle yemeği ve yarım saat istirahat. 6-Arazi çalışması. Ferdi çalışmalar. Boks, güreş, judo, karate. 7-Dinlenme. Toplu ikindi namazı. Uyku (1 saat) 8-Kısa bir yürüyüş. Gece tatbikatı ile hazırlık çalışmaları. Akşam namazı ve akşam yemeği. 9-Günlük olaylar ve basının eleştirilmesi. Kitap okuma. 10-Yatsı namazı ve yatış. 11-Gayri muayyen zamanlarda gece eğitimi için alarm.
Terzioğlu, “Pek çok ülkede denendiği gibi Türkiye’de de kızıl bir harekât başlamıştı” dedikten sonra, “çok yakında silahlı mücadeleye döneceğinin sinyalleri görülüyordu” diyor ve “iç savaş öncesinin hazırlıklarıydı süren. Eğer engel olunmazsa…” diye bitiriyor bu cümlesini. Kitabın 258. sayfasında yer alan “Pek çok Ülkücü, özellikle kampta eğitim görenler, tehlikenin farkına varmışlar sürekli silahlı gezer olmuşlardı” açıklaması da tabloyu tamamlıyor.
Hakan Akpınar da kitabında, bu kamplarda “silah ve anti-terör eğitimi” de verildiğini belirtiyor ve “Komando Kamplarında çoğu üniversite öğrencisi olan ülkücü gençler, anti-komünist mücadeleye yöneldiler. Üniversitelerde yoğunlaşan sol gruplarla doğrudan silahlı mücadeleye başladılar” diyerek bu kampların silahlı mücadeleye hazırlık amacıyla kurulduğunu ifade ediyor.
“İlk olarak, İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana gibi büyük şehirlerde hayata geçirilen kamplarda ilk sene toplam 170 çadır kurulmuş ve binden fazla genç eğitime tabi tutulmuştur. 1969 senesinde ise 34 ayrı kampa beş binden fazla ülkücü genç katılır. 1970 yılında eğitimden geçirilen gençlerin sayısı yedi bine ulaşır,” diyen Mustafa Eren ise İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Önemli İşler Dairesi tarafından hazırlanarak, 26 Ekim 1970 tarihinde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve 67 ilin valisine sunulan “gizli” ibareli bir rapora değiniyor.
Eren’e göre rapor 1978 yılında basına sızdığında hem Demirel hem de Türkeş belgeyi “hayal ürünü” olarak nitelemiş ve daha önce hiç görmediklerini iddia etmişti ancak dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı 5 Kasım 1978 tarihinde, bu belgelerin resmi kayıtlarda yer aldığını, devlet arşivlerini göstererek kanıtlamıştı. Bu belgenin “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı bölümünde, “nasyonal sosyalist” anlayıştaki teşkilatlar şöyle sıralanmaktaydı: 1- Ülkü Ocakları Birliği 2- Genç Ülkücüler Teşkilatı 3- Hür Düşünce Kulüpleri Federasyonu 4- Eski Harbiyeliler Yardımlaşma Derneği 5- Milliyetçi Türk Kadınlar Derneği 6- MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) 7- Komando Kampları.
Belgede Komando Kampları için şunlar yazmaktadır:
Milliyetçi Hareket Partisi gençlik kolları, Ülkü Ocakları Birliği, Genç Ülkücüler Teşkilatı, Milli Türk Talebe Birliğinin organize ettiği, yönettiği, maddi ve manevi yönden desteklediği komando kampları gençliği fikri ve fiziki yönden yetiştirmek ve onlara Turancılık ülküsü vermek gayesiyle 1968 yılı yaz aylarından itibaren yurdun muhtelif il ve ilçelerinde kurulmuştur. Belgenin bundan sonraki bölümünde 28 komando kampına dair bilgiler sıralanmakta ve “Sebebiyet Verdikleri Önemli Olaylar”, “Dış Türklerle Olan Münasebetleri”, “Silahlanma”, “Faal Turancılar Hakkında Biyografik Bilgi”, “Netice” başlıkları altında bazı bilgiler verilmekte.
12 Mart darbecileri kampları kapattı mı?
12 Mart 1971 Muhtırası’ndan bir yıl sonra 20 Mart 1972’de, Ülkü Ocakları (ÜO) ve Genç Ülkücüler Teşkilatı’nın (GÜT) sıkıyönetim idaresi tarafından kapatılması “muhtıradan sonra komando kampları da kapatıldı” iddiasına dayanak yapıldıysa hemen arkasından yine 1972’de GÜT’ün yerine Türk Ülkücüler Teşkilatı’nın (TÜT) kurulması, 1973’te bu teşkilatın adının Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) olması; dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın, Ülkü Ocakları’nın gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinden rahatsız olan ve bunu dile getiren İsmet İnönü’ye “canım onlar komünizme karşı mücadele eden çocuklar” karşılığını vermesi, Ülkü Ocakları’nın sayısının ülke çapında 2000’e yaklaştığı 1978 yılının 19-26 Aralık günlerinde Kahramanmaraş’ta Ülkücü Gençler Derneği’nin öncülüğündeki Esir Türkler Haftası kapsamında Çiçek Sineması’nda gösterilen Güneş Ne Zaman Doğacak filmine atılan bir bomba ile başlatılan katliamdan sadece kapısına, penceresine, kepengine Üç Hilal, ÜGD, MHP yazılan binaların kurtulabilmesi; dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in Özel Harp Dairesi’ne bağlı sivil örgütün bazı üyelerinin “olaylarda yer aldığı” kuşkusuyla, o dönem Özel Harp Dairesi başkanlığından sonra NATO İstihbarat Daire Başkanlığını yürüten Tümgeneral olan Sabri Yirmibeşoğlu’na “Farz-ı mahal, buradaki MHP il başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?” diye sorduğunda, Yirmibeşoğlu’ndan “Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır” cevabını alması devletin derin mahfilleri ile MHP ve Ülkü Ocaklarının sıcak ilişkisine kanıttır. Bu mahfillerle CIA’nın ilişkisinin ipuçları da CIA’nın önemli isimlerinden Richard Bissell’in CIA’nın ABD dışı faaliyetlerini anlattığı 1968 tarihli raporundaki şu sözlerdir:
Diğer taraftan, zor ve zaman gerektiren bir çalışma olmakla beraber, bu ülkelerde resmi olmayan bir gizli operasyon servisi kurmamız hem mümkün hem de faydalıdır. Bunun gerçekleşmesi için özel örgütlerden yararlanılmalı ya da böyle örgütler kurulmalıdır. Bu kuruluşların personeli Amerikalı olmayacağından o toplumlara daha fazla karışabileceklerdir. Birleşik Amerika’nın adı faaliyetlere resmen karıştırılmamış olacaktır. Bu gizli hareketlerde CIA ile çalışacakları aramak nazik bir iştir; bunlar kuruluşla aynı gayeye inanan kimseler olmalıdır; ya da o amaca yönlendirilebilen insanlar olmalıdır.
Özal’a suikast düzenleyen komando
Nitekim 1988 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yönelik suikast nedeniyle gözaltına alınan Kartal Demirağ’ın, memleketi Afyon Dazkırı’da Ülkü Ocakları 2. Başkanlığını yaptığı ve gençliğinde, MHP’li gençlerle beraber kamplarda eğitim gördüğü, suikastı araştıran savcı Uğur Tönik tarafından belirtilmişti. Tönik, Meclis Araştırma Komisyonu’na “Afyon Dazkırı’da 1974-1977 seneleri arasında Ege’de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Kartal Demirağ’ın da bu teşkilatın yetişmiş bir elemanı olduğunu” tespit ettiklerini belirtmişti. Tönik’in verdiği bilgilere göre, Demirağ, burada kurulan kampta emekli askerlerce eğitilmişti. Tönik, daha sonra yaptığı açıklamalarda, Sabri Yirmibeşoğlu tarafından “soruşturmayı durdur” yönünde baskı gördüğünü ve kızının kaçırıldığını açıklamıştı.
ABD belgelerinde “komando kampları”
Her ne kadar Komando Kampları’nı CIA bağlantılı yerli Gladio’nun kontrgerilla faaliyetleri içinde görsem de “öteki tarihçi” sorumluluğuyla, ABD arşivlerinde çalışan ve “Ülkücü” harekete yakın oldukları anlaşılan Mehmet Akif Okur ve Kürşat Güç’ün ABD arşivlerinde buldukları belgelere dayanak kaleme aldıkları “Amerikan Belgelerinde Alparslan Türkeş: Kurgular ve Gerçekler” (Milliyetçilik Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 2, Ekim 2019, s. 60-77) başlıklı makalesinden bazı ifadeleri aktarmak istiyorum:
Örneğin 1 Ocak 1973 tarihli, çeşitli ülkelerdeki öğrenci ayaklanmalarıyla ilgili CIA raporunda Türkiye’deki gençliğin hızla iki kutba ayrıldığını, bir yanda genel olarak TİP tarafından yönlendirilen Marksist gençliğin diğer tarafta da CKMP’nin “neo-faşist” lideri Türkeş’in önderlik ettiği “komando” diye adlandırılan gençliğin yer aldığını belirtiyormuş. Yazarlar “Bu belgede, Hitler ve Mussolini ile beraber anılagelen ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’da en az ‘komünist’ tabiri kadar ürperti uyandıran ‘faşist/neo-faşist’ nitelemesinin Türkeş için kullanılması, ABD’nin MHP liderine bakışını gösteren önemli bir işarettir,” diyorlar.
Yazarlara göre Demirel Başbakanlığında kurulan MC Hükümeti ile ilgili değerlendirmelere yer verilen 1 Nisan 1975 tarihli Ulusal İstihbarat Bülteni’nde ise 100.000 ‘komandosu’ olduğu iddia edilen ‘aşırı sağcı’ Türkeş’in koalisyonda yer alışının Demirel için sorun teşkil edebileceği belirtiliyormuş. Yazarlar “20 Haziran 1975 tarihli CIA raporu, Amerika’nın Türkiye’de artmakta olan öğrenci şiddet olaylarının taraflarına nasıl baktığını gösteren ipuçları barındırıyor. Raporda, alınacak sert tedbirlere halk desteğinin sağlanabilmesi için Demirel’in hem sağcı hem de solcu grupları sınırlamak zorunda olduğu fakat özellikle de Türkeş’in liderlik ettiği öne sürülen ‘komandolar’ın baskılanması gerektiği ifade ediliyor. 31 Ocak 1976’da hazırlanan Ulusal İstihbarat Bülteni’nde de Demirel’in artan şiddet hadiseleri karşısında yetkilerini kullanamayışının sebebi olarak koalisyon ortağı Türkeş’e bağlı kesimlerin bu olayların içinde bulunduğu iddiası gösteriliyor.23 02 Kasım 1976 tarihli Ulusal İstihbarat Günlük Telgrafında da aynı görüş tekrarlanıyor,” diye devam ediyorlar.
19 Ocak 1978 tarihli İki Haftalık Uluslararası Narkotik İncelemesi raporunda da Türkiye’de tırmanan terör hadiselerine değinilirken, solda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu şiddetin ana merkezi olarak gösteriliyor; “aşırı sağcı”ların ise Türkeş’in liderlik ettiği MHP’nin ideolojik korumasındaki Ülkü Ocakları’nda yapılandığı belirtiliyor; Türkeş’in “Bozkurtlar” diye anılan ateşli taraftarlarını komando kamplarında paramiliter eğitime tabi tuttuğu iddiası tekrarlanıyormuş. Yazarlar “Bununla beraber, Türkeş’in siyasi konumunu kuvvetlendirmek için bir önceki yıldan itibaren ‘genç savaşçılarından’ solculara geniş çaplı karşılık vermemelerini istediği, bu durumun bazı ateşli sağcıların Türkeş’e bağlılıklarında eksilmeye ve kendi başlarına hareket etmelerine sebep olabileceği ifade ediliyor” diye devam ediyorlar.
Yine makaleye göre ABD, Ecevit Hükümeti’nin Ülkü Ocakları’nı kapatmaya yönelik adımlarını da yakından izlemiş 28 Kasım 1978’de hazırlanan Günlük Ulusal İstihbarat Telgrafında, Ecevit ve Türkeş arasındaki karşılıklı atışmanın Ülkücülere yönelik bir yasaklama gelmesi halinde Türkeş’in de karşılık verebileceği anlamına geldiği ve bu durumun Türkiye’nin kırılgan siyasi tablosunu daha da kötüleştireceği belirtiliyormuş. Ertesi gün Washington’a yollanan raporda, Ankara’da bir ceza mahkemesinin Ülkü Ocakları’nın kapatılması kararını onadığı ve olayların sıkıyönetim ilanına doğru evrilebileceği bilgisi aktarılıyormuş. 27 Aralık 1978 tarihinde CIA’in Ulusal Dış Değerlendirme Merkezi tarafından Türkiye’deki sıkıyönetim durumunun ele alındığı raporda ise, Ecevit’in Türkeş’e Maraş olaylarıyla ilgili olarak yönelttiği ithamların doğru çıkma ihtimaline vurgu yapılarak hükümetin “neo-faşist MHP”nin gençlik hareketini yasaklayışı gerekçelendiriliyormuş.
Yazarlar bu ve benzeri ifadelerden kalkarak yazıyı şöyle bitiriyorlar:
Ülkücü Hareket, hatası ve sevabıyla, büyük mücadelesini ayaklarını yalnızca bu topraklara basarak verdi. Yazımızı, bu hüküm cümlesinin değerini tartmamıza imkân verecek bir soruyla bitirelim. Acaba, Türkiye’nin fırtınalı yıllarına doğru baktığımızda, hakkında aynı cümleyi kurabileceğimiz başka bir büyük siyasi gelenek var mı?
Bu makaleden, yazarların Ülkücü hareketin “hataları” olarak gördükleri şeyleri öğrenemiyoruz fakat raporların tarihinden, kampların 1971’den sonra da devam ettirildiğini öğreniyoruz.
Ebulfeyz Elçibey’e destek ve “Rüzgâr Kampı”
12 Eylül 1980 darbesiyle mensupları yıllarca hapse atılan, ağır işkenceler gören ve bu nedenle devlete küsen ama MHP liderlerinden Agah Oktay Güner’in ağzından “Fikri iktidarda kendi zindanda olan bir siyasi heyetiz” diye kendini teselli eden Ülkücü Hareket’in yeniden yükselişe geçmesi 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Azerbaycan ile birlikte Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla oldu. Son komanda kampı ne zaman nerede açıldı, hala faaliyette mi bilmiyorum ama MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 1992 Haziran’ında Azerbaycan Cumhurbaşkanı olan Ebulfeyz Elçi bey ile yakın ilişkiler kurduktan sonra Azerbaycan-Ermenistan sınırı yakınlarında bir yerde Türkeş’in “Rüzgar Kampı” adını verdiği bir komando kampı kurulması için Ülkü Ocakları Genel Başkanı İrfan Özcan, Atilla Kaya ve isimleri verilmeyen iki kişinin Türkeş tarafından görevlendirildikleri, burada eğitilen militanların Ermeni sınırını geçip bir takım sembolik sabotajlar düzenledikleri iddia edilmişti.
Türkeş'in 1997'deki ölümünden sonra MHP ve Ülkü Ocakları'nın öncülüğünü üstlenen Devlet Bahçeli bazı reformlar yapmıştı. Bahçeli, Ülkü Ocakları’nın sayısını azalttı ve üzerlerindeki kontrolü arttırdı. Bahçeli’nin “Ülkücüleri sokaktan çektim” diyerek ülkücülerin kendisinden önce adeta “eşkıya çetesi” olduğunu ima etmesi hareketin içinde epey rahatsızlık yaratmıştı. Ancak bu restorasyonların da yardımıyla MHP 1999 Genel Seçimlerinde %18’le tarihinin en büyük oy oranına ulaşıp hükümet ortağı olunca eleştiriler bıçak gibi kesilmişti. Çek-senet mafyası, tetikçilik, uyuşturucu kaçakçılığı gibi “yasadışı işlerde” adlarını duyuranların Ülkü Ocaklarından “dışlananlar” olduğunu ileri sürenlerin doğru söyleyip söylemediğini, Ocaklıların ise Alparslan Türkeş’in 1973’teki “Davadan döneni vurun! Davadan dönen ben olsam da vurun!” emrini takip edip etmediğini tespit etmeyi Emniyet kuvvetlerine bırakalım. Ama İçişleri Bakanlığı’na göre sadece 2017 yılına kadarki dönemde devletin envanterinden “kaybolan” silah sayısının 107 bin olduğunu ve ülkenin herhangi bir yerinde bu silahlar kullanmak üzere para-militer güçlerin eğitilmesi ihtimalini unutmayalım.