Osmanlı İmparatorluğu döneminde Tanzimat Fermanı ile başlayan süreç, Cumhuriyetin ilanı ve sonrasındaki devrimler ile memleketin yönünü Batıya çevirmişti. Batıdan kasıt kıta Avrupası idi tabii.
Köy Enstitüleri projesi akamete uğramasaydı muhtemelen benim gibi köylü çocuklarının babaları köyünde geçinme imkânı bulacak ve Türkiye başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi gibi nüfusunu ve sanayisini ülkenin geneline dengeli bir şekilde yayacak, nüfus patlaması yaşanmayacak, Türkiye ihtiyacı olan şehirleşme sürecini şehirlerini talan etmeden sürdürebilecekti.
İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gelişmeler, Hitler zulmünden kaçan Alman profesörlerin Türkiye üniversitelerini gerçekten üniversiteye benzetme çabaları, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalarak memleketin ve insanların mutlak bir yıkımdan, ölümden kurtarılması derken olmayacak şeyler oldu.
İkinci Dünya Savaşı sürecinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) İstanbul ve Çanakkale boğazlarından yapılacak geçişlere yani Montrö Sözleşmesi’ne yönelik talepleri savaş sonrasında Türkiye’den toprak istediğine dair iddialar vs. derken Türkiye bu defa yönünü Avrupa’nın da batısına yani ABD’ye çevirdi ve ‘Küçük Amerika olacağım’ dedi.
Türkiye demek yerine, öngörüsüz, çapsız politikacılar demek daha doğru sanki. Aslında Tanzimat Fermanı da Cumhuriyet de Küçük Amerika olmak da halkın değil yöneticilerin tercihiydi.
Neler yapmadık ki Küçük Amerika olmak için…
Adını, haritadaki yerini bilmediğimiz Kore’de ABD ve SSCB tepişirken ABD’den yana saf tuttuk ve binlerce Türkiye askeri Kore’de savaştı, yüzlerce Türkiye askeri hayatını kaybetti, yaralandı.
ABD gibi komünizmle mücadeleye giriştik, memleketin okumuşlarını, aydınlarını cezaevlerine doldurduk, işkence yaptık, yetmedi astık.
Türkiye ordusu ve Türkiye istihbaratı Küçük Amerika olma sürecinde en önemli rolleri oynadılar. Gerçi Amerika da boş durmadı. 1971 askeri muhtırası, 1982 askeri darbesi, Özal, Ak Parti… (yazarın korkağı derdini anlatamazmış, en iyisi siz Mehmet Ali Birand’ın Youtube’daki 32. Gün Kanalından Türkiye ABD ilişkilerini izleyin.
Takvimler 1990’ları gösterdiğinde Amerika meselesi tekrardan gündeme geldi. Üzeyir Garih tedbir alınmazsa Türkiye’nin Latin Amerika olma yolunda olduğunu iddia etti. Üzeyir Garih’e ait olduğu iddia edilen sözler şöyle,
“Türkiye kötüye gidiyor, öğrenim düzeyi kötü. Eğitimsiz kalabalıklar yetişiyor. Çok adaletsiz bir gelir piramidi oluştu. Bu adaletsiz dağılım, kaçınılmaz bir şekilde sosyal barışı bozacak. Türkiye'nin daha uzunca bir süre, üç farklı Türkiye’yi yan yana taşıması, götürmesi mümkün değil. Hızla, bu çarpıklığı giderici çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Aksi halde, evlerin bahçe duvarları yükselse de, o evlerde rahat oturmak kısmet olmayacak. …
O vakit geldiğinde bu ülkeden kaçmak da sizleri kurtaramayacak. Latin Amerika’da da benzer süreçler yaşandı. Önce evlerin bahçe duvarlarının boyu yükseldi. Sonra o duvarların arkasında da huzur olmadığını anlayınca sizin gibi düşünenler Miami’ye kaçmak zorunda kaldılar. korkarım ki, Türkiye de böylesi bir kaos ortamına sürüklenecek. Sokaklarda rahat rahat gezemeyecek, korumalı evlerde huzur içinde uyuyamayacaksınız. Benim böyle bir problemim yok. Ben istediğim an yurtdışında yaşayacak birikime sahibim ama bu ülkeyi seviyorum ve Türkiye’de yaşamak istiyorum. Onun için siz ve sizin gibileri burada ikaz etmeyi bir görev biliyorum."
Üzeyir Garih’in sözlerini aktaran kişi, Garih’e ait bir tanımlamadan da bahsediyor. Üç farklı Türkiye: En alttaki kesimi oluşturan kocaman fakir bir Bangladeş. Onun üstünde yer alan orta büyüklükte bir kıt kanaat geçinen bir Pakistan. Ve mini minnacık bir İsveç düzeyinin de üstünde yaşayan Türkiye'nin kremasını, balını, kaymağını yiyen mutlu ama bundan böyle huzuru kaçmış bir kesim.
Garih bu konuşmadan 4-5 yıl sonra, 2001 yılında İstanbul’da öldürüldü…
AK Parti iktidara geldi ve AK Parti ve cumhurbaşkanlığı sistemi orta büyüklükteki Pakistan’ı yani orta sınıfı da epey bir eritti.
Takvimler 2024 gösterdiğinde Latin Amerika benzetmesini bu defa Sedat Peker yaptı.
“…Ne mi olacak? Devletten ayrılma, ordudan atılma veya mecburi hizmetini tamamlayıp ordudan ayrılan, genç, çılgın, şiddet eğilimi olan tipte bazı subay arkadaşlar var. Devlette görevli olanların devreleri nasıl Kolombiya’da devlet içinde görev yapmış… Aile yapımız bozulmadığı için Türkiye geriden gidiyor. Ama süreç hep aynı. Önceden aile tarzı olanlar. Ondan sonra sokakta oluşan genç gruplar. Sonra da devletten ayrılmış büyük kartelleri kuran yapılar. Yani şu an Türkiye benim görüşüme göre üç- beş seneye kadar böyle bir yapıya evrilecek…
Türkiye’ye böyle bir tehlikenin geldiğini öngörüyorum… Yani bugünkü bu arkadaşları, genç arkadaşları da bu sosyolojik çöküntüyü ortadan kaldırmadan suçlayamayız. Neden suçlayamayız? Dediğim gibi gecekonduda büyüyor. Yanında gökdelenler. Zengin çocukları arabalarla gezerken o gencecik, üstünde yok başında yok. Asgari ücret bile vermiyorlar. Bir yerde çalışsa sigorta yapmıyorlar. Şimdi bu çocuk buraya yöneldiğinde yani bunu bir de bu açıdan düşünmek gerekir. Bu ortadan kaldırılamazsa, gelir adaletsizliği ve gecekondularla o gökdelenlerin aynı anda yaşayan sistemi, bu çocukların bu genç arkadaşların bu şekil daha da güçlenmeleri devam edecektir….
MET üretimi, eroin gibi büyük üretim yerlerine ihtiyaç duyan bir şey değil. …Önceden İran’dan, Uzak Doğu Asya ülkelerinden geliyordu… Şimdi adam Türkiye’de üretiyor ve burada da satıyor…”
Gazete haberlerini günlük takip eden veya ceza hukukçuları ile sohbet edenler Türkiye’de son 10-15 yılda uyuşturucu kullanımının istikrarlı bir şekilde arttığını fark etmişlerdir. Peker’in belirttiği metamfetamin (met) gibi kimyasal uyuşturucular kokain, eroin, esrar gibi uyuşturuculara göre ucuzluğu nedeniyle daha kolay ulaşılan ama kendisine bir şekilde ulaşanların beynini çökertmeden bırakmayan cinsten. Kanımızı donduran, olmaz böyle canilik, olmaz böyle sapıklık dediğimiz birçok haberin, cinayetin sorumlusu metamfetamin aslında. Bir nevi kimyasal şeytan.
Üzeyir Garih’in kehanetinin üzerinden geçen 30 yılda merhumun tüm kehanetleri gerçekleşti. Basiretsiz politikacıların Küçük Amerika hedefi ile başlayan hayali; ABD’den yoz hali kopyalanan uygulamada iyice yozlaştırılan başkanlık sistemin de etkisiyle Latin Amerika kıyılarında karaya vurdu. Sistem çöktü, Menderes, Özal, Erdoğan üçlüsünün Küçük Amerika kumpanyası iflas etti.
Memleketin yeni bir paradigmaya ihtiyacı var. Bu paradigma değişikliğinin ülkeyi umut vadeden Avrupa Birliği sürecinde devralıp ülkeyi umutsuz bir şekilde Latin Amerika kıyılarında karaya çıkartanlarla olmayacağı kesin. Olan biteni eleştirmek kadar Türkiye’nin yeni rotasını belirlememiz ve AK Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminden bir an önce kurtulmamız gerek.
Bu yeni paradigmanın, bu yeni rotanın olmazsa olmazları ise kreşten üniversiteye ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık olmak zorunda. Bir şekilde özel okullardan ve de özel sağlık kurumlarından kurtulmamız lazım.
Özelleştirilen sağlık sisteminin tek amacının daha çok para daha çok kar olduğunu bebek ölümleri ile tecrübe ettik. Özelleştirilen eğitim sistemi ise dar ve orta gelirli ailelerin çocuklarının umutlarını çaldı. Sınıf atlamalarını neredeyse imkânsız kıldı.
Ücretsiz sağlık, ücretsiz eğitim, hukukun üstünlüğü ve sosyal adalet için ‘hemen şimdi erken seçim’ talebi yükseltilmeli.