Dünyada gündem Ukrayna savaşına, Türkiye’de ise daha çok Suriye ve askeri operasyon ihtimaline yoğunlaşmışken, Amerika kıtasında önemli bir gelişme yaşandı. ABD yıllardır yaptırım uyguladığı Venezuela’ya petrol alanında bir istisna getirdi, ülkedeki muhalefet ile Maduro yönetimi bir anlaşma yaptı. Venezuela 2000’lerin başında Chavez’in başa geçmesiyle birlikte 20 yıldır ABD hegemonyasına hem de arka bahçesi sayılan bir bölgede, Latin Amerika’da meydan okuyor, direniyor. Küresel sistemde Chavez-Maduro ikilisi, İran ile birlikte Küba ve K. Kore’den farklı olarak, enerji kaynağına dayanan karşı-hegemonik direniş modeli oluşturdu. Bu yazıda amacım ABD’nin sık gördüğümüz ve artık klişe haline gelmiş pozisyon değiştirmesini tekrar vurgulamaktan çok, bu orta boy ülkenin karşı-hegemonik mücadelesinin getirdikleri ve götürdükleri üzerinde durmak.
Bolivarcı Venezuela modeli
Chavez’in Bolivarcılık ve 21. Yüzyıl Sosyalizmi olarak tanımladığı, devletçi, sınırlı kamulaştırma ve enerji kaynağından elde edilen rantın bir kısmının alt sınıflarla paylaşılmasına ve dış desteğin de Çin ve Rusya’dan sağlanmasına dayalı model ABD’nin baskısı altında kaldı. Kendi içinde halkçı, eğitim ve sağlık alanında gelir düzeyi düşük kitlelere yönelik önemli düzeltmeler yapan bu politikalar tabii ki çok olumlu. Ama Chavez tipi Bolivarcılık içinde çok ciddi zayıflıklar ve kırılganlıklar barındırıyordu. Bir yandan ABD hegemonyasına baş kaldırıyor ama petrolünün en büyük alıcısı ABD idi ve 2019’daki yaptırımlara kadar öyle kaldı. Venezüela sosyalizmi içte kapitalizmin tasfiyesi yerine bazı sektörlerdeki kamulaştırmayla yetindi. Bu haliyle Rusya ve İran’daki gibi yolsuzluğa izin veren ucube bir sistem üretti. Ülke ekonomisi tek bir enerji kaynağı olarak petrole, o da iki açıdan küresel kapitalizmin dinamiklerine bağlı kaldı. Birincisi, petrolü çıkarmak için yabancı şirketlere ihtiyaç duyuluyordu. İkinci olarak, yine ara gelir kalemi, küresel kapitalizmin dinamiklerine bağlı olarak seyreden petrol fiyatlarının bağlıydı. Petrol fiyatları yüksek seyrettiğinde başarılı, düştüğünde sıkıntıya düşen bir sisteme dönüştü. Sosyalist bir ekonominin Batı merkezli ekonomilerin belirlediği fiyat hareketlerine ve ABD yaptırımlarına bağlı olması bir başka sorun idi. Chavez ve Maduro yönetimleri 2004’te kurulmasına öncülük ettikleri ALBA bölgesel örgütü etkili olamadı, bu yönetimler Bolivarcılığı bölgeye yayamadılar. “Tek ülkede Bolivarcılık” bekleneni veremedi.
ABD tepkisi
ABD 1823’te nüfuz bölgesi ilan ettiği Latin Amerika’da Bolivar’ın gölgesine bile tahammül edemezdi. Önce Chavez’i devirmeye çalıştı, dirençli Chavez 2002’de düştüğü yerden kalkıp yine ülkesinin başına geçti. Bundan sonrasında, birşey olmamış gibi iki taraf da petrol ticaretini sürdürürken ABD baskısı alttan alta devam etti. Ama asıl ağır yaptırımlar 2018 seçimlerinden sonra, seçimlerin adil olmadığı gerekçesiyle geldi ve ABD petrol alımını kesti, ülkede faaliyet gösteren Chevron şirketini yasakladı, Venezüela’nın ABD ve AB bankalarındaki varlıkları donduruldu. 2019 başında Gauido adında bir muhalefet liderini ülkenin meşru yöneticisi olarak tanıdı ve müttefiklerini de onu tanımaya zorladı. Bu politikanın sonuçları çok ağır oldu. Yüzde 1 milyona ulaşan enflasyon, hala temel ürünlerin bulunmasında zorluk, ülke dışına kitlesel göç.
Rusya ve Çin
Bu koşullarda Rusya ve Çin’in, Venezuela’yı kurtarıp kurtaramayacağı sorusu ortaya çıktı. ABD emperyalizmi altında ezilen bu ülkeyi, ABD hegemonyasına küresel ölçekte meydan okuyan, uluslararası sistemin çok kutuplu olduğunu ilan eden bu iki gücün ne ölçüde koruyacağı, onların desteğinin yeterli olup olmayacağı gözlendi. İktisadi olarak enerji devi Rusya ve ekonomik dev Çin, Venezüela ekonomisini kurtaramadılar, hiperenflasyon önlenemedi. Çin, artık gelenekselleşmiş altyapı yatırımlarına yıllar içinde 68 milyar dolar yatırdı. Hatta, demir madenleri gibi bazı yatırımların sözleşmelerinin Venezuela’nın aleyhine yapıldığı ve demiri çok ucuza kapattığı anlaşıldı. Hatta Çin, Venezuela ile ticaretinin “ideolojik” bir içeriği olmadığını ve “üçüncü taraflara” karşı olmadığını açıkladı. Rusya ise Rosneft petrol şirketinin yatırımlarıyla ülkedeki petrol rezervlerinin yüzde 10’nu kontrol eder hale geldi. Hemen belirtmek gerekirse, istediği kadar ideolojik bir mücadele olarak algılansa da, bu iki büyük ülke Venezuela’ya karşılıksız kaynak ayırmadılar, para aktarmadılar. Piyasa faizi üzerinden borç verip, yatırım yaptılar. Bunun da yaşanan korkunç enflasyona, temel ürünlerdeki eksikliklere bir faydası dokunmadı.
ABD ambargosunun anlamı
ABD kendi sisteminden çıkan, özellikle o dönemin ekonomi politiğine uymayan ülkeleri hizaya getirme konusunda çok sayıda yöntemi tarihsel olarak denemiş bir güç. Darbe, özellikle Soğuk Savaş koşullarında en çok kullandığı yöntem oldu. İran, Yunanistan, Şili, Türkiye, Arjantin ve diğerleri en bilinen darbeler. Ama ABD’nin hegemonik güç olarak her durumda her istediğini elde etmesi de mümkün değildi ve öyle de oldu. Mutlak Vietnam yenilgisi, 1961 ve sonraki Küba fiyaskoları, Chavez’e yönelik 2002, Maduro’ya yönelik 2019 darbe girişimleri ABD’nin diğer başarısız hamleleri. Fakat burada bir noktayı atlamamak gerekiyor. ABD bir lideri, iktidarı deviremediğinde bu kısmi bir stratejik kayıp olsa da, sonuçta asıl zararı o ülke görüyor, asıl bedeli o ülke halkı ödüyor. Bu durum hala değişmedi. Yani, iktidarların yıkılmaması emperyalist bir basınca direnme hikayesi olarak etkileyici olsa da, bunun karşılığında yaptırım, dünya ticaretinden izole edilme, yoksullaşma gibi ağır bedeller yaşanıyor. Zaten ABD de kendisine direnmenin bedeli olduğunu göstermeyi hedefliyor. ABD yıkamadığına hayatı zorlaştırıyor. Bundan örneğin İran’a ya da Rusya’ya yönelik yaptırımlarda olduğu gibi ABD şirketleri de zarar görüyor ama bunu tolere ediyor.
ABD diz mi çöktü?
Ukrayna savaşıyla birlikte yükselen enerji maliyetleri, enflasyon ve sıradan ABD’li için çok önemli olan yakıt fiyatları Biden yönetimini çok zorladı, kendisiyle açık bir şekilde çelişmeye ve pozisyon değişikliğine itti. Bunun ilk örneğini Biden’in “parya” dediği Suudi Arabistan’a yanaşmak zorunda kalmasında ve onu üretim artışı konusunda ikna etme çabasında gördük.
ABD’nin Venezuela’ya yönelik olarak yaptırımları hafifletmesi de bu çerçevede ele alınabilir ama bazı farklarla. Bir defa yalnızca ABD değil, Maduro yönetimi de uzlaşmak istedi.
Bu arada ABD yönetiminin Venezuela’daki muhalefetten umudu kestiğini belirtmek gerek. Seçimleri kazandığını iddia eden Guaido’nun kendisini başkan ilan etmesinin ve ABD ve müttefikleri tarafından bu şeklide tanınmasının pratikte bir sonucu olmadı. Guaido yeterince toplumsal destek de yaratamadı. Trump’ın Beyaz Saray’da kabul ettiği, ABD’ye bu kadar bağımlı bir muhalefetin içeride meşruiyet üretemeyeceği çok belliydi. Hem de ABD bankalarında dondurulmuş bulunan Venezuela’ya ait fonların kullanımı bu muhalefet liderine verildiği halde.
Biden yönetimi, Chevron’a izni verirken, Maduro da muhalefet ile bir araya gelmek zorunda kaldı. Venezuela’ya ait fondan üç milyar dolarlık bir kısmın BM denetiminde toplumsal projeler, sağlık, eğitim, gıda güvenliği gibi alanlarda kullanılması üzerine bir anlaşmaya varıldı. Ayrıca Maduro yönetimi 2024 seçimlerini demokratik ilkelere uygun yapılacağı, siyasi tutukluların salıverilmesi, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanacağı gibi konularda söz verdi. Tahmin edilebileceği gibi Maduro bu anlaşmayı içeriye, ABD’yi dize getirmek olarak sundu. Maduro anlaşmayı petrol ambargosunun kalkması yolunda bir adım olarak görüyor ve böylece seçimlere ekonomide bir iyileşme sağlayarak girmeyi planlıyor.
ABD’nin hamlesinin anlamı
ABD sistemi hiçbir zaman katı olmadı. Açık ve el altından gerektiğinde her muhatabıyla temas kurdu, gerektiğinde politikasında dönüş yaptı. Başka türlüsü siyasetin doğasına aykırı olurdu. ABD’nin Venezuela hamlesinin iki temel nedeni var: Birincisi, ABD’nin petrol fiyatlarını düşürmesi gerekiyor. Ayrıca konunun teknik boyutuyla ilgili olarak “tereyağı kıvamı kadar kalın” olan ve geçmişte günde 1.3 milyon varil ithal ettiği ağır kategorideki Venezuela petrolü ABD rafinerileri için önemli. Ukrayna savaşı, Rusya’dan alınan ağır petrolde sorun yarattı. Bu yüzden yaptırım yalnızca Chevron şirketine petrol arama izniyle sınırlandı ABD diğer yaptırımların devam ettiğini açıkladı. Diğer bir deyişle, ABD henüz bütün kartlarını açmadı. Ayrıca petrol üretiminden elde edilecek gelir Chevron’a geçmişten kalan borcun ödenmesi için kullanılacak. Kaldı ki uzun süredir bazı alanlara yatırım yapılmadığı için günlük 3 milyon varilden, 600 bin varile düşmüş olan üretimi artırmak zaman alacak.
İkinci olarak, ABD Rusya’nın Ukrayna savaşına odaklandığı sırada, Venezuela’nın Moskova ile bağını gevşetmeyi deniyor. Bu yüzden ABD Chevron’a izni yalnızca altı aylığına vererek kontrolü tam olarak bırakmadı. Bu izni bir enstrüman olarak kullanmaya devam edecek, ödün aldıkça uzatacak. Dolayısıyla, Suudilerle yaşadığı türden tam bir geri adım söz konusu değil. Venezüela’nın Muhammed bin Selman kadar eli güçlü olmadığı ortada.
Venezuela’nın Chavez ve Maduro altında ABD’ye direnişi bazı dersler sunuyor. İlki, bunun maalesef ağır bir bedeli var. Hem de dünyanın Suudi Arabistan’dan bile fazla, en büyük petrol rezervine sahip ülkesi olsa da. Bu süreçte 30 milyon nüfusa sahip ülkeden yedi milyon insan göç etti. Bu oran savaş koşulları dışında yaşanan en büyük göçlerden biri. Kalan nüfusun yarısından fazlası günde iki doların altında yaşamak gibi derin bir yoksulluğa itildi.
İkinci olarak, Çin ve Rusya’nın desteği, Maduro yönetimini iktidarda tutmaya yetti ama ülkenin ekonomik ve toplumsal açıdan ağır hasar almasına engel olamadı. Hatta, 2019’da ABD yaptırımları gelince Çin petrol şirketleri petrol alımını durdurdular. Rusya ve Çin, ABD’nin bıraktığı her boşluğu doldurmaya yönelik bir strateji izliyorlar. Bu küresel güç mücadelesi açısından anlamlı ama Venezuela halkının, yaşam düzeyi ve koşulları açısından doğrudan bir karşılığı yok. Tablo, geçmişte örneklerini gördüğümüz, devlet ve yüksek strateji merkezli, çok yukarıda oynanan, halka pek fazla dokunmayan bir güç savaşı, köşe kapmaca olarak görünüyor.
Bolivarcı Venezuela deneyimi küresel kapitalizme üretim ve pazar açısından bağımlı bir direnişin sınırlarını göstermesi açısından önemli. Petrolden elde edilen gelirin verimli kullanılmaması gibi daha detaylı sorunlar da var. Venezuela yönetiminin ve halkının ABD’ye direnişi saygıdeğer olmakla birlikte, örneğin anti-emperyalist mücadele verdiği ülkeye bu ölçüde bağımlı bir ekonomik model politik açıdan sorunlu. Sosyalist bir ekonominin, ABD ve müttefiklerinin petrol alımını ve yatırımı durdurmasına bu ölçüde bağlı olması ve yıkıcı sonuçlar vermesi düşündürücü.