“Yakın”: Fark, pişmanlık ve suçun asıl sahipleri

Lukas Dhont yapımı Close “Yakın” (2022) bizi kendine tekrar tekrar çağırıp farklı şekillerde düşündürecek bir metin fikrimce. Çocukluk, kurumlar, bireyin kendisi ve toplum arasında kaldığı ilk anlar iki yakın arkadaşın ilişkisi üzerinden anlatılırken, yönetmen toplumsal gözetimin, ikili cinsiyet rejiminin nasıl travmatik deneyimler yaşatabileceğini, duygusu oldukça yoğun bir anlatma biçimiyle karşımıza çıkarıyor.

EMEK EREZ


Lukas Dhont yapımı Close “Yakın” (2022) filmi, sizi kendine tekrar çağıran metinlerden bana kalırsa. Bazı filmler ve kitaplar böyledir, orada kalmayacağını bir ânınızda sizi tekrar yakalayacağını fark edersiniz çünkü metinlerin bıraktığı etki her zaman olmasa da bazen temas edildiği an onun hakkında konuşmayı anlamsızlaştırır, sizden zaman talep eder. Böylece, metnin sizde bıraktığı ilk anlamdan öteye geçmek için şansınız olur özellikle de “Close” gibi duygusal açıdan yoğun bir metinle karşı karşıyaysanız. Araya giren mesafe boyunca zihinde dönen metin anları, onun hakkında başka türlü düşünmeyi getirir, kaçırdığınız ayrıntıları, etkilendiğiniz yanları zihninizde tekrar inşa eder ve onun hakkında bir şeyler söyleme cesaretini bulursunuz. Benim için o metinlerden biri “Close”.

Pırıl pırıl bir dünya

“Close”da iki çocuğun “yakın” dostluğu anlatılıyor. Film başlangıçta, çiçek tarlalarının rengârenk atmosferinde, çocukluğun hayal âleminde izleyiciyi dolaştırırken, Léo (Eden Dambrine) ve Rémi’nin (Gustav De Waele) pırıl pırıl dünyasına sokuyor izleyiciyi. Bu dünyanın pırıl pırıl olması tesadüf değil bana kalırsa çünkü hikâyenin açılışında henüz toplumsal denetim mekanizmalarının, ahlâki biçimlerin uzağında bir dostluk anlatısıyla karşılaşıyoruz ve filmin atmosferi bunu yansıtacak şekilde düşünülmüş. Kırmızı duvarlar, huzurlu çarşaflar, gülen yüzler, gelecek düşleri, Belçika’nın çiçek tarlalarından yayılan sıcaklıkla birleşiyor ve bu atmosfer filmin başında izleyiciyi içine almakta epey işlevsel oluyor. Duygu bakımından başlangıçta oluşan bu huzur hissi anlatı açısından da önemli sanırım çünkü bu ortam bir yandan olumsuz bir şeyler olacağı hissini besleyerek zıtlık oluşturuyor. Böylece, merak canlı kalıyor, bozulma ânını beklemeye başlıyorsunuz ve filme devam ediyorsunuz.

Biçimlenme ve Fark

Çocukluk zamanları her ne kadar aile gibi bir kurumun içinde başlasa da bireyin üzerinde kurumsal törpüyü belirgin hissettiği, ne olduğunu anlamaya çalıştığı anda devreye giren biçimleme mekanizmalarıyla, kendisi ve başkaları arasında seçim yapmak zorunda kaldığı zaman okul günlerinde başlıyor dersek yanlış olmaz. Çünkü toplumla, başkalarının gözündeki yerinizle kendi benliğiniz arasındaki çelişkilerin başlangıcı, bu zamanda görünür hale geliyor. Kişinin kendi istekleri, kişiliği, ahşap bir malzemenin işlenmesi gibi, kesilip biçiliyor, arzuları, hayalleri biçimlendikçe renkler tekilleşmeye ve solmaya başlıyor. Bu nedenle “Close” filminde Rémi ve Léo’nun aralarındaki dostluğun aşınmasının okul dönemine yerleştirilmesi tesadüf değil ve bir anlamı var fikrimce.

Filmde en başta iki çocuğun yakın arkadaşlığının anlamı cinsel yönelimi akla getiriyor ki aslında Dhont bunu çok fazla belirginleştirmemiş. Bu da bana kalırsa filmi daha geniş eksenli bir fark temsiliyle ve erkekliğin kültürel sınırlarıyla birlikte düşünmeye izin veriyor. Çünkü okula başlayan iki çocuğun dostluğu en başta çevrenin onlara bakışında farklılaştırılıyor, arkadaş ortamında “birlikte misiniz?” sorusuyla karşılaşma ânı onlar için doğal olan arkadaşlık ilişkisinin “sorun” olarak kuruluşu anlamına geliyor.

Léo ve Rémi maskulen bir görünüme sahip olmamalarının da etkisiyle içine katıldıkları bu yeni grupta aynının alanından çıkarılıp farklının alanına yerleştiriliyorlar. Bu onları kabul gören normalliğin dışına atıyor çünkü erkekliğin kültürel belirleniminden beklenen özellikleri hem ilişkilerinde hem de davranışlarında göstermiyorlar. Böylece devreye giren toplumsal denetim mekanizmaları, onların “yakın” ilişkisinin bozulmasını getiriyor, izleyen açısından da başta bahsettiğimiz huzurlu alandan çıkışın başlangıç zamanı burası oluyor. Léo, “o kadar iyi arkadaşız ki kardeş sayılırız” demek zorunda kaldığında aslında renklerle belirginleştirilen film ortamı, toplumun, ikili cinsiyet rejiminin ve genel ahlâkın gri alanına çekilmiş oluyor.

“Anormal” Hissettirilince

Filmin ilerleyen sahnelerinde “anormal” hissettirilmenin başka gözleri devreye soktuğuna tanık oluyoruz, Léo ile Rémi’nin doğal akışta ve arzuda süren ilişkisi gözetlenmenin alanına geçiyor ve böyle bir durum bireyi kendi kendinin gözetimcisi olmaya, farkında bile olmadan kendini disipline etmeye itiyor. Filmde, özellikle Léo’da bu durumun yansımasını görüyoruz. O artık daha temkinli davranıyor, üzerinde hissettiği gözler nedeniyle Rémi ile ilişkisine belki başta çok da farkında olmadan mesafe koyuyor. Kendi kendini denetler hale geliyor çünkü artık bedeni toplumsal gözetimin biçimleme alanında konumlanıyor, akran zorbalığına varan öteki gözlerin tavrı onu kendinden ve dostundan uzaklaştırıyor.

Erkeklik İnşası

Filmde Léo’dan yola çıkarak kurulan anlatının düşündürdüğü bir şey de kültürel erkekliğin inşasında, aile kurumundan sonraki süreçte o ilk dışarıya adımın, yani okulun nasıl işlevsel olduğu. Léo, Rémi’den gittikçe uzaklaşırken aynı zamanda daha maskulen görünme çabası veriyor. Bu onun açısından yeni katıldığı topluluğa kabul edilme anlamı taşırken, Rémi açısından yalnızlaştırılmak ve dışlanmak anlamına geliyor. O içine dönük bir tavır sergilerken, Léo yüzünü dışa dönüyor ona sırtını çeviriyor; okuldaki diğer erkeklerle yakınlaşıyor, buz hokeyine başlıyor, bu sporla birlikte daha sert bir görünüm çizerek kendisine kültürel erkekliğin alanında yer açmaya çalışıyor. Bu durum onun için, arkadaşıyla ilişkisine çevre tarafından çekilen fark çizgisini aşma stratejisi olarak yorumlanabilir.

Tüm bunlar, arkadaşının ona sırtını dönmesi, uzaklaşması Rémi için yıkıcı oluyor, bir okul gezisi dönüşünde onun dünyadan gittiği haberi yayılıyor. Filmin bundan sonraki atmosferi değişiyor, başlangıçta karşılaştığımız huzur ortamı artık neredeyse tamamen yok oluyor. Metnin buraya kadar olan kısmında birinin üzerine zorla giydirilen, bedenine dar gelen bir elbisenin en küçük harekette yırtılması gibi, Rémi ve Léo’nun ilişkisine biçilen, normlarla dikilen elbiseye sığdırılmaya çalışılan bedenlerinin neşesinin çalınmasına, kendi oluşlarının parçalanmasına tanık oluyoruz.

Duhont, Rémi’nin intiharından sonra anlatının yönünü tamamen Léo’ya çeviriyor ki aslında film boyunca Rémi’yi izlemekten çok seziyoruz, onun hislerini anlamaya çalışıyoruz, böyle bir durumda bir çocuğun neler yaşayabileceğini düşünme kısmını yönetmen seyirciye bırakıyor.

Pişmanlık, vicdan, suç

Léo’nun arkadaşını kaybettikten sonra taşımak zorunda kaldığı vicdan yükü, yüzleşmek zorunda kaldığı suçluluk ve bana kalırsa en çok da pişmanlık izleyiciyi yürek burkan bir anlatının parçası yapıyor. Léo ile izleyici arasında kurulan ilişki bana kalırsa “suçu” sahibine yani toplumsalın, ahlâki edimlerin, ikili cinsiyet temelli bakışın alanına konumluyor. Böylece, Léo’nun durumunu suçluluktan çok pişmanlıkla birlikte düşünmeye başlıyoruz. Bu duygunun içerdiği zamanın geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsadığı düşünülürse, onun küçük yaşta yaşamak zorunda kaldığı bu travmatik deneyimin onun tüm yaşamını nasıl etkileyebileceğini tahayyül etmeye, karakteri de bu zamansal bütünlük içinde düşünmeye girişiyoruz, en azından benim izleme deneyimimde böyle olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Max Scheler’in pişmanlık duygusuyla ilgili şu bahsi, bana kalırsa filmde Léo’nun yaşadığıyla yüzleşme sürecini bu duyguyla düşünmemize izin veriyor: “ Suç pişman olunmadığında geleceğimizi bağlar ve belirler. Pişmanlık suçun etkinliği ve devamlılığını can damarından söker. Eylemi ve eylemin motivasyonunu, tam kökünden, benliğin yaşam merkezinden uzaklaştırır ve böylece yaşamın yeniden, saf, spontan bir başlangıçla, pişmanlık sayesinde ve artık zincirlerinden sıyrılmış bir kişiliğin merkezinden doğan yeni bir akış mahiyetinde başlamasını mümkün kılar.”

Filmde, Léo’nun acısına ve pişmanlığına tanık oluyoruz özellikle Rémi’nin annesiyle yüzleşme çabası onun açısından önemli hale geliyor ki sonunda ona “suçlunun” kendisi olduğunu söylüyor. Anne başta onu kovsa da peşinden gidip ona sarılarak ağladığında aslında gördüğümüz şey belki de pişmanlığın yaşamı yeniden başlatan o durumuna karşılık geliyor. Çünkü pişman olunan deneyim yüzleşmeyi, kabulü ve ondan özgürleşmeyi sağlayarak yeniden başlamayı, geçmişte yaşanan acıyla hesaplaşmayı getiriyor. Bu sahne izleyen açısından keder duygusuyla iç içe geçen bir rahatlama ânı sağlıyor çünkü filmin anlatısı daha önce bahsettiğimiz gibi suçun yönünü zaten Léo’dan alıp toplumsal alana çevirmişti. Geriye onun taşıdığı vicdan yükünü ve pişmanlığı nasıl aşacağı sorusu kalmıştı ki bahsettiğimiz anne ile yüzleşme sahnesi bu açıdan işlevsel oluyor.

Lukas Dhont yapımı Close “Yakın” (2022) bizi kendine tekrar tekrar çağırıp farklı şekillerde düşündürecek bir metin fikrimce. Çocukluk, kurumlar, bireyin kendisi ve toplum arasında kaldığı ilk anlar iki yakın arkadaşın ilişkisi üzerinden anlatılırken, yönetmen toplumsal gözetimin, ikili cinsiyet rejiminin nasıl travmatik deneyimler yaşatabileceğini, duygusu oldukça yoğun bir anlatma biçimiyle karşımıza çıkarıyor. “Suçu” bireysel alandan çıkarıp yönünü toplumsal mekanizmalara çevirmesi, izleyeni sadece duygusal olarak etkilemenin ötesine geçip bu açıdan düşündürmesi “Close”u başka bir yere taşıyor. Film, yürek burkuyor, gözlerimizi dolduruyor, acı çektiriyor ama sorgulatmayı ve suçu sahibine iade etmeyi ihmal etmiyor.

Kaynak

Scheler, M., (2020), “Pişmanlık ve Yeniden Doğuş”, s. 15-16, (Çev. Sinan Oruç), İstanbul: Pinhan Yayıncılık.

Köşe Yazıları Haberleri