İki haftadır Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyaset mühendisliğini izliyor. Evet, ‘siyaset mühendisliği’ diyorum çünkü birçok aktör -ister yeni ister eski- Erdoğan'ın İYİ Parti'nin devrik lideri Akşener'le verdiği pozu ve ardından neden açıklama yapmadığını; hemen ertesine Cumhuriyet Halk Partisi'ne 18 yıl aradan sonra ziyarete gitmesini açıklayamayarak, 'ikinci parti konumuna düşmesine’ bağlayadursun, biz ise madalyonun öteki yüzüne bakalım.
Şüphesiz, AK Parti'nin tarihinde ilk kez ikinci parti konumuna düşmesinin nedenlerini defalarca yazdık, çizdik, konuştuk. Muhalefetin zaferi olarak adlandırılan seçim sonuçlarının doğru bir okumasını yapabilmek için yeterli zaman ayırdık mı? Bana sorarsanız hayır. İşte bugün, Erdoğan'ın bu yumuşama ya da normalleşme süreci olarak yaptığı şey tam da bu: Seçim hezimetini ölçmek, muhalefetin 'etkin ya da edilgen tavrını' anlamak ve seçim sonuçlarına direkt etki eden ekonomi yönetimine nefes aldırmak.
Unutulan konular
Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir resim karesi ile başladığı siyasi mühendislik oyunu ile neler unutuldu? Kamuoyunun günlerdir konuştuğu, toplumu tam manasıyla ortadan ikiye bölen 'sokak köpekleri' yasa tasarısı. Her konu gibi bunun da sınıfsal olduğu ve doğru bir kararın çıkmayacağına inançla çözülmeye çalışılan bir yumak.
İkinci ve en önemli şey; ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı altında açık ve net bir şekilde tarikat ve cemaatlerin elinden çıkmışçasına yazılmış ve kabul edilen eğitim müfredatı. Muhalefet ve dahil aydın kesimlerin 'bu eğitim modeli kabul edilemez, edilmemeli' diye ses yükselttiği ve kamuoyu yaratmaya çabaladığı günlerden geçerken, 'şunun sesini kıs' hareketiyle Erdoğan devreye girdi. Ses düşük de olsa itirazlar devam ediyor ancak gündemde mi? Elbette değil.
Kobane Davası'ndan çıkan kararlar ve Hakkari'ye kayyım ataması. Hakkari halkı kendi direnişini sergiledi, Türkiye ise Akşener-Erdoğan görüşmesi, CHP ziyareti, 'Bahçeli bu işe ne kadar kızdı?' sorularıyla mücadele etti.
Bahçeli normalleşebilir mi?
Halk dilinde kullanılan 'danışıklı dövüş' diye bir tabir vardır ve sanıyorum Türkiye siyasetinin son iki haftasında koalisyon ortağı Bahçeli'nin açıklamaları ve ardından Erdoğan'dan gelen 'ittifakımızın surlarında gedik açılmasına fırsat vermeyeceğiz' çıkışıyla bu söz yerini bu kadar bulmamıştır.
Sinan Ateş cinayeti ile adeta kaynayan bir kazana dönen MHP tabanı ve partililer her ne kadar Bahçeli'nin açıklamalarından rahatsız görünse de AK Parti ile yol yüründüğü günden bugüne konforlu alandalar ve bundan taviz vermek ya da başta yargı olmak üzere devletin bakanlık olmasa da bürokrasinin önemli kadrolarında söz sahibi olmaktan vazgeçmek istemiyorlar. Bunun en somut örneğini ise geçtiğimiz günlerde açıklanan HSK atamalarında net şekilde gördük. Üzülerek belirtmek isterim ki görmeye de devam edeceğiz.
Cumhur İttifakı, CHP lideri Özgür Özel'in tabiri ile 'suç ortaklığı'ndan ziyade bir iş ortaklığıdır. Bugün, 1 seneyi geçkindir bekleyen Sinan Ateş cinayeti davası savcıları değişirken tek bir kelime etmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bundan sonrasında edeceğini düşünmek hayal ya da deyim yerindeyse laf-ı güzaftır. Erdoğan'a sorsanız kendisinden sıkça duymaya alıştığımız cevabı verecektir: 'Yargıya müdahalemiz söz konusu değil'. Evet, değil.
‘Özel söyledi, Erdoğan yaptı’ diye bir durum yok
Eric Hoffer, 1951 yılında kaleme aldığı ve yirminci yüzyılın halen en etkili kitapları içinde sayılan ve kitle hareketlerini incelediği ‘Kesin İnançlılar’ eserinde şöyle der:
“Bir yönetim, ehliyetinin sınırlarını aştığı halde iktidarda kalabilmişse, o yerde ya eğitimli bir sınıf yoktur ya da iktidardakilerle söz erbabı arasında sıkı bir ittifak vardır. Okumuşların hepsinin bürokrat olduğu veya eğitimin insanlara üstün olduğu kabul edilen bir statü bahşettiği yerlerde, hakim düzen büyük olasılıkla protesto hareketleriyle karşılaşmaz.”
Bugün baktığımızda, Erdoğan ve yönetimi 'ehliyetinin sınırlarını çoktan aştığı’ halde iktidardadır. Bırakınız yeni anayasa çalışmalarını, mevcut yönetememezliğini gölgelemek adına muhalefete 'yumuşama' sinyali vermiş, muhalefet ise tam da Erdoğan'ın arzu ettiği tuzağa düşmüştür. Yönetimindeki yanlışlar sebebi ile Cumhuriyet Halk Partisi'ne 'tepki' oyu olarak giden oylarını bu görüşmelerle geri çevirmekle kalmamış, CHP'nin kemik oyu ya da tabanında da ciddi rahatsızlık yaratmayı başarmıştır. Bu gerçek bugün parti üst yöneticilerinin de inkar etmediği bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
Özgür Özel'in 'Cumhurbaşkanına ileteceğim' diyerek yaptığı her açıklama ya da toplumsal durum Hoffer'in de sözünü ettiği gibi 'hakim iktidarın protesto hareketleri ile karşılaşmamasına' olanak sunmak ve 'tek adam' olarak nitelendirilen otoriter düzeni alt benlikte kabul hareketinden öte bir durum değildir.
Kaldı ki; 28 Şubat Generallerinin Cumhurbaşkanlığı affı, generallerin yasa gereği edinilmiş hakkıdır. Generallere gelene dek Erdoğan genel seçimlere günler kala Hizbullah Terör Örgütü'nden ceza yatmakta olan HÜDA-PAR'lı ismi aynı yetkiyi kullanarak salıvermiştir.
Her ne kadar CHP üst yönetimi bu normalleşme sürecinden halkın ve tabanının mutlu olduğunu ifade etse de durum bunun tam aksi yönde. Nitekim Özgür Özel'in erken seçim isterlerse hazırız açıklaması bunun yeter kanıtı mahiyetinde.
CHP'de üye seferberliği
Cumhuriyet Halk Partisi gerçekleşecek Tüzük Kurultayı öncesi ülke genelinde büyük bir üye kampanyasına hazırlanıyor. Pek çok ilde üye stantları da açan CHP, üye seferberliğini bir kampanyaya çevirme aşamasında. Resmi üye sayısı 1 milyon 428 bin olan CHP'nin ilk hedefi 3 milyon üye. Belirlenen hedef tutar mı ya da yerel seçimlerde sandığa yansıyan sonuç üye sayısına yansır mı bilinmez ancak, ilerleyen günlerde Cumhuriyet Halk Partisi'ni bu kampanyayla da konuşacağa benziyoruz.