Covid-19’un 2020 yılı boyunca bir getirisi olarak evlerinden çalışma fırsatı bulan beyaz yakaların artık yeni bir paranoyası var: tekno-fobi. Bu fobinin en önemli kaynaklarından birisi artık teknolojinin kendisini pandemik bir biçimde hepimizin hayatlarına biraz da metazori dayatıyor olması.
Teknolojiyle arası en iyi olması beklenen bu sınıfın son zamanlarda iyice sıklaşan kişisel verilerin korunması tartışmalarından ve biraz da küresel komplo teorilerine gösterilen teveccühten kaynaklanan bir korkusu var. Bu korku her yeni uygulamayla ya da mevcut uygulamaların revizyonuyla birlikte yeniden su yüzüne çıkıyor. WhatsApp’ın mesaj içeriklerimizi üçüncü partilerle paylaşacağı korkusu, geçtiğimiz hafta ortasından itibaren sesimizin CIA tarafından kaydedilerek klonlanacağı korkusuna bıraktı. CIA bu şeytani planını tedavüle sokmak için harika bir uygulama geliştirmiş: Clubhouse!
Clubhouse gerçekte bir grup ABD’li gencin başlattığı bir start-up. Kullanıcıların açtıkları özel ya da herkese açık odalara rehberlerindeki diğer kişileri davet ederek sohbet ettikleri bir ortam. Her uygulama gibi Clubhouse’un da bazı kuralları, kısıtlılıkları ve tabi ki avantajları var. Örneğin geçtiğimiz Pazar gecesi Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu davet edildiği bir odaya girerek katılımcıların sorularını yanıtladı. Böylece Davutoğlu’na sesini duyurması çok zor olan bir grup “sıradan” insan kendisine soru sorma fırsatı yakalamış oldu. Bu haliyle bakıldığında yeni bir iletişim kanalı olarak oldukça elverişli bir ortam sunduğunu söyleyebiliriz. Clubhouse’la kendi toplantılarınızı düzenleyebilir, başkalarının düzenlediği toplantılara katılabilir ya da eşiniz dostunuzla “geyik” yapabilirsiniz.
Peki bu Clubhouse hayatımızda neleri değiştirebilir? Yine Covid-19 marifetiyle gündemimizin baş köşesine oturan podcastlerle Clubhouse odaları arasında bir gerilim yaşanacağından emin olabiliriz. Aynı biçimde Twitter gibi mikro-bloglar sadece Clubhouse duyurularına indirgenebilir ve insanlar dün söylenmiş sözün değil de o anda söylenmekte olan sözün peşine düşebilirler. “Söz uçar, yazı kalır!” mottosuyla büyüyen son kuşak artık “Bırak söz uçsun, yazı kasar!” itirazına alışmak zorunda kalabilir. O an olmakta olanın cazibesi, az önce olmuş bitmiş olanın bayatladığı duygusunu daha da pekiştirebilir. Buna “Carpe Diem”cilerin kaçınılmaz zaferi de diyebiliriz. Ya da biraz daha iyimser bir bakışla varolan iletişim platformlarının ve biçimlerinin Clubhouse’la etkileşime girerek onu bir senteze sürükleyeceğini savlayabiliriz.
Henüz gelir modeli tam olarak belli olmayan Clubhouse’un verilerimizi ne şekilde değerlendireceği de henüz belli değil. Bu da elbette bazı şüpheleri beraberinde getiriyor ve işin içinde bir çapanoğlu arayanlar için müthiş bir zemin sağlıyor. Kuvvetli şüphelerden bir tanesi Clubhouse’un seslerimizi kaydederek söylemediğiniz şeyleri söylemişsiniz gibi gösterebileceği ya da seslerimizin, üretilecek cyborglarda kullanılması. Seslerimiz cyborglarda kullanılınca ne olacağını henüz pek bilmiyoruz; ancak iddia sahipleri bunun bizler için iyi olmayacağı konusunda hemfikir gibiler.
Sözün özü Clubhouse da akıllı telefonlarla hayatımıza giren yüzbinlerce uygulamadan sadece bir tanesi. Güvenip güvenmemek, kullanıp kullanmamak bizim elimizde. Verilerimizi nasıl saklıyor, hangi, amaçlar için kullanmak istiyor gibi soruların yanıtını bulabilmek için Terms of Sevice ve Privacy Policy bölümlerini okumakta yarar var. Eğer İngilizce bilmiyorsanız Google Translate kullanarak en azından yüzde 70 oranında anlayabilmeniz mümkün. Bir de kendinize güçlü bir şifre seçmeyi unutmayın!