Latince’de “barış” anlamına gelen “Pax” kelimesi tarihte uluslararası sistemin belli dönemlerini anlatmak için sıklıkla kullanılmıştır. Ancak bu kelimenin kullanılması ile tarif edilen “barış”ın hiç bir zaman dengeli ve gerçek bir barış olmadığı da bilinir. Örneğin “Pax Romana”, Roma imparatorluğunun aşağı yukarı 200 yıl kadar uluslararası sahnede egemen güç olarak hüküm sürdüğü emperyalist dönemi tarif eder. Milattan önce 27 yılında Avgustus ile başlayıp milattan sonra 180 yılında Marcus Aurelius’un ölümüne kadar süren bu 200 yıllık dönemde görece bir barış, istikrar, bölgesel genişleme üzerine kurulmuş bir düzen vardır. Roma Perslerle savaşmaya devam ettiği halde, hakim güç olarak kendi çıkarına olan düzeni koruyabilme yeteneğini kullanarak bir tür “Roma barışı” kurmuştur. Bu süre zarfında Roma en parlak dönemini yaşayarak dünya nüfusunun üçte birini kontrol eden bir güç haline gelmiştir.
Benzer bir tanımlama, daha sonra “Pax Britannica” adıyla 1815 ile 1914 yılları arasındaki 100 yıllık dönem için kullanılmış olup, Waterloo’da Napolyon’un yenilgisiyle sonuçlanan savaşlardan sonra, yine tam anlamıyla sükunet içinde geçen bir barış dönemi olmasa da, Birinci Dünya Savaşı’na kadar İngiltere’nin uluslararası sistemde egemen güç olarak hüküm sürdüğü dönemi tarif etmek için kullanılmıştır. İngiltere’nin 26 milyon kilometre karelik bir alanı ve dünyanın 400 milyona varan nüfusunu kontrol altında tuttuğu bu döneme de, tıpkı Roma’nın altın çağı olarak anılan dönem gibi, “İngiltere’nin altın çağı” yakıştırması yapılmıştır. Ama bu dönemde de tam bir barış olduğu söylenemez zira İngiltere’nin hakim güç olmasına rağmen karşısında Rusya vardır ve İngiltere bu rakip ile 1853-1856 yılları arasında Kırım savaşını yaşamak zorunda kalmıştır.
'Pax Americana' dönemi
İkinci Dünya Savaşı ertesinde 1945 yılından itibaren başlayan döneme “Pax Americana” yakıştırması yapılır. Savaşın galibi olan Amerika, dünya üzerinde yeni düzeni kuran egemen güç olarak bir tür Roma ve İngiltere benzeri parlak dönem geçirir. Bazı gözlemciler ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki nükleer dehşet dengesinin yarattığı çift-kutuplu sisteme dayalı olarak geçirilen bu dönemi bu iki süper gücün birlikte oluşturduklarına işaret ederek “Pax Americana et Sovietica” ifadesini kullanmayı tercih ederler. Böyle tarif edilince de, ister istemez bu dönemin 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sona erdiği kabul edilir. Ama aslında “Pax Americana” bitmemiştir. Zira ABD bu defa tek süper güç olarak tek-kutuplu bir dünya düzenini sürdürmeye gayret etmiş, bunda ne ölçüde başarılı olduğu ise çeşitli yönleriyle sorgulanmıştır.
Bugün “Pax Americana”nın bittiğini savunan görüşler olduğu gibi, sürdüğünü, ancak gerçekten bitmesinin ise dünya için pek de hayırlı olmayacağını ileri süren görüşler birbiri ile tartışma içinde. Birinci düşüncede olanlar, ABD’nin Trump yönetimi ile birlikte uluslararası sistemdeki hakim rolünün zayıfladığını ileri sürmekte, Paris İklim Anlaşması, Dünya Sağlık Örgütü, Trans-Pasifik İşbirliği, NAFTA gibi kurulu düzenin unsurlarından ayrılmasını, himayeci ekonomik politikalara yönelmesini bu görüşlerini destekleyen gelişmeler olarak sıralamaktadırlar. Aksi görüşte olanlar ise, yeni dönemin bir tür “İkinci Soğuk Savaş” olduğunu, 1945-1991 arasındaki Soğuk Savaş’ı yöneten, sonrasında tek-kutuplu sistemi sürdürdüğü algısı yaratan ABD’nin bu davranışlarıyla aslında konumunu güçlendirdiğini savunmaktadırlar.
'Neo-Pax Americana' dönemi mi?
Trump seçildikten sonra göreve başladığı zaman hem Gazze’deki İsrail-Hamas (Filistin) savaşını, hem Karadeniz’in kuzeyindeki Rusya-Ukrayna savaşını bitireceğini iddia etmişti. Bu savaşların gerçek anlamda bir barış anlaşması sonucunda durması sağlanmadıkça, gerçek bir barıştan söz edilemeyecek ve yine görece bir barışın hüküm sürdüğü bir dönemi deneyimleyeceğiz. Peki, buna “Neo-Pax Americana” mı diyeceğiz yoksa bu dönemin başka özellikleri mi tanımlamamızı koşullandıracak? Örneğin, diplomatik dilin, çok-taraflı diplomasinin tarihte belki de hiç görülmemiş şekilde ayaklar altına alındığı, kaba, güç politikasına dayalı söylemlerle dayatılan davranışlar mı içinde bulunduğumuz dönemin belirleyici özellikleri olacak? Vaşington’da Ukrayna devlet başkanı Zelensky’nin Trump ve yardımcısı Vance tarafından aşağılanarak azarlandığı ve adeta “yersen” denerek Beyaz Saray’dan uğurlandığı sahne mi yeni uluslararası ortamı belirleyen örnekler olacak?
'Savaşlar bitmeyecek, soğutulacak'
Yeni tarz Amerikan Barışı’na hoş geldiniz! Bu dönemde savaşlar bitmeyecek, sadece soğutulacak. Örneğin, Zelensky Beyaz Saray’da uğradığı muameleden sonra Avrupalı liderler tarafından anlayışla karşılanarak desteklendi ve kendisini yalnız hissetmesi önlendi. Ama barışı kurtarmak ve Ukrayna’nın daha fazla yıkılmasını önlemek için yine de ABD’ye muhtaç olduğu söylendi ve geri adım atması telkin edildi. Nitekim, bunun sonucudur ki, Zelensky bu defa Trump tarafından kendisine dayatılan çözümü, üstelik sanki kendi suçluymuş gibi bir de özür dileyerek kabul ettiğini açıklayan bir mektubu Beyaz Saray’a gönderdi.
Avrupa, şu sırada Trump’ın Putin ile yeniden kurmaya çalıştığı ABD-Rusya dengesine dayalı bir düzenin konu mankeni olmaktan korkuyor, Zelensky ve Ukrayna’nın yükünü tek başına üstlenmek istemiyor. Ancak korkunun ecele faydası yok. Yeni düzende, çekingen, hatta pısırık bir Avrupa etkili bir uluslararası aktör olmaktan çok uzak kalacaktır. Bu koşullar altında süren yeni ve Trump’çı Amerikan barışı ise dünyaya barış getirmek yerine belki de çok daha karanlık bir dönemin hazırlığı olarak yaşanacaktır. Tarihte yukarıda sıraladığımız “Pax” örnekleri hep bozulmuş ve yeni büyük savaşlara sahne olmuştur. Bugün Trump’ın kurmaya çalıştığı düzende dengelerin gözetildiği, Avrupa’nın da bir aktör olabildiği bir gelişme olmadığı takdirde, bu yeni “Pax” da başarılı olamayacaktır. Son olarak sihirli ifadeyi kullanmadan geçmeyelim. Avrupa gerçek bir uluslararası aktör olmak için Türkiye’yi dışlamaktan vaz geçmelidir.