AKP siyaseti yıllardır belirsizlikler üzerine inşa ederek kurguluyor. İktidarın bunca zamandır sürdürülebilir olmasının alametifarikası her an her şeyin olabileceği, her an her şeyin olmayabileceği, sürekli muallak süreçlerin yaşandığı bir ülke yaratmış olmalarında gizli. Geçmişte söylenenlerin tam zıttı bir politika ile karşılaşmak muhalefet açısından da kafaların karışması ve tutarlı bir siyasal çizgi izlenememesi anlamına geliyor. Demirel’in “dün dündür bugün bugündür” ünlü atasözüne taş çıkartacak radikal geri dönüşler yaşayarak geçiyor ömrümüz. “Sisi’ye asla gitmem”den, “EYT ben olduğum müddetçe asla çıkamaz” gibi sözlerin nerelere evrildiğini hep birlikte gördük.
Bu her an her şey olabilir, taş düşebilir, ayı çıkabilir hali, başka deyişle belirsizlik siyaseti birçok konuda kendini gösteriyor. Misal, yeni anayasa başlığı altında sergilenen oyunun detaylarını hiçbir şekilde bilmiyoruz. Zaman zaman Devlet Bahçeli’nin neden Ferdi Tayfur müzikleri eşliğinde buza yazı yazar gibi yaptığı çıkışların ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Tahminlerimiz var ama onların da ne derece mantıklı olduğu konusunda bir fikrimiz yok.
İşte tam da böyle bir ortamda sokak canlılarının itlafı konusu gündeme geldi. Ortada dolaşan bazı metinler, iddialar var, Cumhurbaşkanının sosyal medyada ve meclisteki görüşleri var, trollerin bu konuda sık sık paylaştıkları orantısız vicdansızlıkları var…Bunlar var da; meclisteki tasarının detaylarını, nasıl bir yol haritası planlandığını kimse bilmiyor. Milyonlarca canlının hayatından bahsediyoruz oysa ki…Hal böyle olunca da canlı katliamı yaşanmasını istemeyenlerle, aslında belki de aynı saflarda yer alabilecek, bu sorunun çözülmesini isteyenler arasında ciddi bir yarılma yaşanıyor.
Görece en basit konuların çözümünde dahi ortak bir dil tutturabilmek gittikçe zorlaşıyor. Bu konuda bilimsel yöntemlerle “Türkiye’nin sokak canlılarına dönük tarihsel ve kültürel kökenlere dayanan sevgisi, merhameti de dikkate alınsın, onlar da canlı ve bu toprakların senin benim gibi paydaşı, batının yüzlerce yıl önce konuyu konuyu çözerken uyguladığı yöntemler bugünkü değer yargılarımızla bağdaşmaz” diye düşünenlerle “Köpekleri Çin’e satalım”cılar arasında devasa bir boşluk oluşmuş durumda. Muallaklık üzerine inşa edilen, şeffaf süreçler yerine gerilimli tartışma ortamından beslenen mevcut siyaset anlayışı sorunu daha da karmaşık bir yumak haline getiriyor.
Hayvan hakları yasasını biz çıkardık ile övünmek yeterli mi gerçekten? Bu zamana kadar 22 yılda neden sahiplendirme kampanyası yapmadınız, sanayiye, ticarete yaptığınız teşvikleri neden sokak hayvanlarının sahiplendirilmesinden esirgediniz? Neden Türkiye’de son derece az sayıda barınak var, neden sokak canlılarına hiç bütçe ayırmadınız? Neden kısırlaştırmada bu derece yavaş hareket ettiniz gibi çok sayıda soru havada kalmaya mahkum. Madem 2004 yılında yasada belediyelerin hepsinde kısırlaştırma merkezi kurulmasına karar verdiniz, neden ülkede sadece 255 barınak var sorusuna önce yanıt vermekle sorumlusunuz. Peki AKP iktidarı döneminde bir köpeği dahi kısırlaştırmamış yüzlerce belediye olduğunu troller bilmiyor olabilir mi?
Elbette biliyorlar, ancak zaman zaman aile bireyleri ya da komşularımızın başına gelen “saldırı” haberlerinden, kendilerini muhalif olarak tanımlayanların da rahatsız olduğunu bilerek hareket etmek bu paralı askerlere daha kurnazca geliyor. Muhalefeti parçalara bölerek kristalize etmenin dayanılmaz mutluluğu bu tarz işlerde sıklıkla kendini gösteriyor. Başta CHP tabanı olmak üzere toplumsal rahatsızlıkları kaşıyarak oraların bam teline basma konusunda AKP’nin üzerine kimse su dökemez.
Bu noktada önceki yıllardan “Ben de karşıyım ama…” başlıklı yazıdan destek almak isterim. Oldukça geniş bir yelpazede yer alan bu "Ama"cı kesim, kendilerini "Gezici", "Vatansever", CHP'li, olarak tanımlayabiliyorlar. Aslında sorsan hepsi istisnasız ve iflah olmaz biçimde "anti AKP'li.” Fransa'da ya da başka yerde katliamlar olur, "Ama onlar da bize zamanında üzülmediler ki"... Bebekler denizlerde, boğulur, "Ama onlar da Fetöcüydü ya da kaçak göçmendi"... Barış İçin Akademisyenler’in adeta hayatları kararır, “Ama metin çok kötüydü be abi.” Sınır ötesi harekatlar için “Ben de savaşa karşıyım ama ülkemizin bekaası söz konusu…” Kayyım atanır “Kürtler de çok oldular ama…”
Şimdi de sokak hayvanlarının uyutulması gündeme gelince “Ben de karşıyım ama onlar da sokakta güvenlik sorunu oluşturuyorlar, geçen gün inanır mısın saldırdılar bana…” gibi aslında ipe sapa gelmese de insanda şüphe uyandıran argümanlarla sık sık karşılaşıyoruz.
Aslında AKP'nin bu noktada hakkını teslim etmek gerekir; kendisine son derece karşı gibi görünen kitleleri, kendi istediği politikaları yürütürken yanına çekmeyi iyi biliyor, çünkü bu kitlelerin hassasiyetlerini belki o kitlelerin kendisinden bile çok daha iyi biliyor. Hatırlarsanız son derece muallak ifadeler barındıran anayasa referandumunda "Yetmez Ama Evet" kampanyasına temel teşkil eden, 12 Eylül'ün yargılanması maddesi, birçok aydın ve demokrat kesim tarafından üzerine hararetle atlanır bir hamle olmuştu.
Bu noktada “peki ağzımıza bir parmak bal çalınınca neden hemen oltaya atlıyoruz ve böylelikle egemen zihniyeti bilerek ya da bilmeyerek yeniden dönüştürüyoruz" sorusu akla gelebilir. Bunun iki nedeni olsa gerek. Mevcut toplumsal muhalefetin siyasal bilinci daha çok AKP dönemi ile sınırlı. Tecrübemiz, 1980’den beri iğdiş edilmiş toplumsal örgütlenme pratiğimiz çok zayıf. Bu “ama”larımızla iktidara güç verdiğimizin ayrımına dahi varamıyoruz.
İkincisi de AKP’nin yazının başında bahsettiğimiz belirsizlik siyaseti kafalarımızı karıştırıyor. “İtlaftan önce sahiplendirme kampanyası yapacaklarmış bak, bu güzel bir şey ama kabul et…” tarzındaki cümlelere maruz kalıyoruz, bu vicdanları zorlayan yasayı çıkartacaklarla mı yoksa bu aynı mahalledeki “amacılarla” mı uğraşacağız bilemiyoruz. Zaten kimse ne olacağını bilmiyor, bilmeyince de sağlıklı tartışma ortamı yerine, kötü (kakos)seslerden (phone)dan oluşan kako-foni hayatımıza yön veriyor. Belirsizlik siyaseti zihnimizi de bulurlaştırıyor.
Bu nedenle sözüm anti-AKP'ci olmakla her fırsatta gurur duyanlara... "Ama"larınızla gittikçe AKP ve MHP'ye yakınlaştığınızı hakikaten görmüyor musunuz? Bilimsel yöntemlerle sokak canlıları sorununu çözmeyi savunmak yerine “benim de Kürt, Ermeni, Rum arkadaşım var” der gibi, “ben de seviyorum hayvanları ama köpekler büyük tehlike” diyerek bu iktidar koalisyonu ile aynı safta yer aldığınızı idrak edemeyecek kadar kör mu oldunuz? En saygın haber siteleri, böylesi bir can katliamı konusunda “hayvanlar öldürülsün mü” gibi saçma sapan anketler yapılamayacağını göremeyecek kadar etkileşim kasmaya utanmıyor musunuz? Bu satırları hala okuyorsanız, ikinci yüzyılın ilk yılında bunları tartışıyor olmamız nedeniyle içiniz hiç acımıyor mu?