"Yol bitmez, hikâye sürer": Tiyatroyu bir yolculuk gibi yaşamak

Ersin Umut Güler, "Yolcu olmak, yolda olmak bizim için bir tavır. Varılacak bir yer değil bu; sürekli arayışta olma, değişime açık kalma hâli" dedi.

6 Kasım Perşembe günü yayınlanan Apaçık Radyo Kulis Sesleri’nde, tiyatro yönetmeni, oyuncusu Yolcu Tiyatro kurucusu Ersin Umut Güler ile konuştuk.

– İstersen önce Yolcu Tiyatro’dan başlayalım. Nasıl kuruldu, nasıl bir araya geldiniz?

Yolcu Tiyatro, 2013 yılının Mart ayında ilk oyununu sahneledi: Kapıların Dışında. Wolfgang Borchert’in yazdığı bu eser, İkinci Dünya Savaşı’nda savaşmak zorunda kalmış bir yazarın, vicdani reddin erken dönem örneklerinden biri sayılan güçlü bir metnidir. O oyunla başladık.

Aslında hazırlık sürecimiz 2012’de başladı. 2013’te Çevre Tiyatrosu’nda Kapıların Dışında’nın prömiyerini yaptık. Ardından Ariel Dorfman’ın gerçek hikâyelere dayanan Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler adlı oyunu geldi (2014). Bu oyun, farklı ülkelerde insan hakları ihlallerine uğramış kişilerin tanıklıklarını sahneye taşıyordu.

Sonrasında Joko’un Doğum Günü (2016), Kürklü Venüs (2017) ve pandemi döneminde sahnelediğimiz Gomidas (2020) geldi. Kapıların Dışında’yı 2019’da farklı bir ekiple yeniden ele aldık. Daha sonra Muhammed Ali oyunu ve en son Zakir (2025) sahnelendi.

Şu anda Zakir ve Muhammed Ali aktif olarak oynanıyor. Gomidas’ı ise koşullar elverdiğinde, özellikle kilise mekânında yeniden sahnelemek istiyoruz. Henüz bu sezon için net bir takvimimiz yok ama umarız 2026’da seyirciyle tekrar buluşturabiliriz.

– Peki “Yolcu Tiyatro” adı nereden geliyor?

“Yolcu olmak” ve “yolda olmak” fikri, gençlik yıllarımdan beri üzerine düşündüğüm bir meseleydi. Tiyatroyu kurarken de hiç tereddüt etmeden adını “Yolcu” koydum.

Yolcu Tiyatro, bir “bitmişlik” hâlini değil, sürekli arayışı ve dönüşümü temsil ediyor. Yolda olmak, devingen olmak, hem anlatacağımız hikâyelerde hem de sahne estetiğinde yeni yollar denemek demek. Bizim için bu, bir felsefe: daima gelişime, değişime ve yenilenmeye açık olma hâli. Böyle bir felsefi tarafı var.

“Varılacak bir yer değil, bitmeyen bir yolculuk”

– Yolun kendisinin, yani yolda olmanın, “varmaktan” daha önemli olmasıyla ilgili sanırım?

Evet, kesinlikle öyle. Bizim varacak bir yerimiz yok; yoldayız. Her adımda öğreniyoruz. Hatta iyi bildiğimiz bir işi yaparken bile o sürecin içinde yeni şeyler keşfediyoruz. Yani yolculuğun kendisi bir keşif alanı aslında.

Yolda olmak, bizim için yeni estetik biçimler denemek, yeni söylemler aramak ve sanatsal olarak sürekli bir arayış hâlinde olmak anlamına geliyor. İşte bu yüzden tiyatromuzun adı Yolcu Tiyatro. Adının hakkını verebilmek için de sürekli yenilenmeye, farklı meselelere eğilmeye ve farklı estetik biçimler denemeye çalışıyoruz.

Oyunlarımızı bazen farklı mekânlarda sahneliyoruz, bazen de farklı tiyatro akımlarına ait biçimlerle denemeler yapıyoruz. Böylece yolculuğumuz, yaklaşık 13 yıldır kesintisiz bir şekilde sürüyor.

“Kendimizi tek bir tarza ya da ideolojiye sıkıştırmıyoruz”

– Oyun seçimleriniz açısından bakarsak, günümüzde “eylem tiyatrosu”, “politik tiyatro”, “hafıza tiyatrosu” gibi kavramlar da sıkça tartışılıyor. Siz kendinizi bu tanımlardan birine yakın görüyor musunuz?

Açıkçası, belirli bir ideolojiye ya da tiyatro tarzına bağlı değiliz. “Biz politik tiyatro yapıyoruz” ya da “avangard tiyatro yapıyoruz” gibi bir tanımın içinde kendimizi görmek istemiyoruz. Demin de söylediğim gibi, biz farklı konulara, farklı estetik biçimlerle ve farklı mekânlarda yaklaşmayı seviyoruz. Oyunlarımız birbirine çok benzemez. Çünkü her birinde başka bir söz, başka bir biçim, başka bir arayış peşindeyiz. Dolayısıyla kendimizi tek bir yere koyan, oradan var eden ya da oraya sıkıştıran bir tiyatro değiliz. Farklı biçimler, farklı eylemler ve farklı estetik diller üzerinden düşünmeyi, üretmeyi tercih ediyoruz.

“Zakir, gerçek hikâyelerden beslenen masalsı bir anlatı”

– Oyunlara gelirsek, Zakir’den başlayalım. Zakir, bir gerçek hikâyeden esinlenme diye biliyorum. Hikâye nereden yola çıktı? Ayrıca ‘zâkir’ kelimesinin anlamıyla başlayarak anlatır mısın?

Zakir, aslında bizim Gomidas’ın yazarı, sevgili dostumuz Ahmet Sami Özbudak’la tanışma vesilesiyle doğdu. Sami bu oyunu, Almanya’da katıldığı bir yazarlık atölyesinde kaleme almış. Sonrasında bana “bunu birlikte yapalım” dedi. Önce bir okuma tiyatrosu olarak denedik; hatta bir otelin garajında sahneledik o dönemde. Farklı bir formattaydı, elimizde iki metin vardı. Ardından süreç biraz ertelendi çünkü Gomidas gündeme geldi ve onu sahneledik. Daha sonra da “hadi artık sıra Zakir’de” diyerek bu oyuna geri döndük.

“Zâkir” kelimesi, Alevi inancında cemlerde çalıp söyleyen, yani 12 görevliden birini ifade eder. Bir anlamda, türküleri, deyişleri aktaran kişidir. Oyundaki hikâye de bu anlamdan yola çıkıyor: Alevi kültürü, Anadolu’nun kadim ritüelleri ve yakın dönem Türkiye tarihiyle iç içe geçmiş bir anlatı. Zakir, gerçek olaylardan ve tanıklıklardan esinlenen ama masalsı bir dille kurgulanmış bir oyun. Ana karakterimiz Ali Ilgaz, çocukluğundan beri Hacı Bektaş Veli’nin bir tablosuna bakarak onunla konuşan, dertleşen bir genç. O tablo, onun için hem rehber hem de içsel bir yoldaş gibi.

Oyunda, Ali Ilgaz’ın çevresindeki kişiler — mahalledeki Alevi dedesi, çocukluk arkadaşı, üniversiteden dostları, siyasi mücadele içindeki arkadaşları, farklı kültürlerden gelen sevgilisi — aracılığıyla bir dönemin toplumsal ve kültürel panoraması da çiziliyor. Aslında bu, kendi ideallerinin ve hayallerinin peşinde koşan bir gencin, hem kişisel hem de toplumsal bir yüzleşme hikâyesi. Dolayısıyla Zakir, sadece bir bireyin değil, Anadolu’nun da hikâyesi.

Oyun Haziran 2025’te prömiyer yaptı. Ardından Ekim ayında dört kez sahnelendi ve Kasım–Aralık aylarında da oynamaya devam edecek. İki kişilik bir oyun: sahnede Ali Seçkiner Alıcı’yla birlikteyiz. Yönetmenliği ben üstlendim, müzik direktörlüğünü ise Ali Seçkiner Alıcı yaptı. Kendisi aynı zamanda çok iyi bir müzisyen. Oyunda bağlama çalınıyor, türküler söyleniyor; ritüelistik, performatif tarafı çok güçlü bir yapısı var. Daha önce yaptığımız oyunlardan biçimsel olarak da oldukça farklı bir iş Zakir.

“Dede, çocukları korumak için onları yola davet ediyor”

– Oyunda bir dede karakteri var ve iki çocuğa ısrarla ‘zâkir olmanız lazım’ diyor. Burada tam olarak neyi kastediyor, onlardan nasıl bir şey bekliyor?

Dede, Ali Ilgaz ve Bedrettin karakterlerinde bir ışık görüyor; onların zâkir olabileceğini hissediyor. Oyunda bir yerde “ilk geldiklerinde çalıp söylemeye başladılar, çok yetenekliydiler” diyor. Bu yüzden onların “yola girmesini”, yani ikrar vermesini istiyor.

Oyunun hikâyesi 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde başlıyor. Dede karakteri, 1980’lerde devrimci mücadeleye katılmış, hapis yatmış bir geçmişe sahip. Bu yüzden hem deneyimli hem de korumacı bir figür. Çocukları tehlikelerden uzak tutmak, onları kendi deyimiyle “yola sokmak” istiyor.

Ama iki genç bu çağrıyı farklı biçimlerde karşılıyor. Ali Ilgaz kendince yarattığı başka bir zâkirlik yolu buluyor — hikâyesini başka bir biçimde anlatmayı tercih ediyor. Bedrettin ise bambaşka bir yöne gidiyor. Dedenin ısrarı biraz da bundan: mahallenin çocuklarını korumak, onların potansiyellerini doğru bir yere kanalize etmek istiyor.

“Türküler hikâyenin içinden doğdu”

– Müzik parçaları çok güzeldi; çok duygusal ve etkileyiciydi. Seyirciler arasında ağlayanlar oldu. Müzikler neye göre seçildi?

Aslında seçim süreci tamamen metnin ve hikâyenin bizi getirdiği yerden şekillendi. Oyunun başında, ortasında, sonunda ya da bazı sahnelerin ardından duyduğumuz türküler, o anın duygusuna denk düşen parçalar olarak belirlendi. Yani her bir türkü, hikâyenin akışına ve duygusal tonuna göre seçildi diyebilirim.

Genellikle anonim halk türküleri kullandık. Bu seçim, hikâyenin doğasıyla da çok uyumluydu. Benzer bir süreci Gomidas oyununda da yaşamıştık. Orada da metin hazırdı ama müzikler yoktu. Provalar ilerledikçe hikâye, kendi çağrısını yaptı ve o türküler, o ilahiler metnin içine doğal biçimde yerleşti. Zakir’de de aynısı oldu; hikâye bizi bu ezgilere götürdü, onlar da oyun içinde kendi yerlerini buldu.

“Gomidas bizim için sadece bir oyun değil, bir hafıza alanı”

– Buradan Gomidas’a geçersek… Oyun çok ses getirdi, büyük bir prodüksiyondu. Kocaman bir koro vardı ve bir kilisede sahneleniyor olması başlı başına çok etkileyiciydi. Şu anda durum nedir, yeniden sahnelenme ihtimali var mı?

Umarım bahar aylarında yeniden sahneleyebiliriz. Gomidas, gerçekten bizim için çok özel bir proje. Yaklaşık 130 kez oynadık; Türkiye’nin birçok şehrinde, ayrıca Paris, Nice, Avignon Tiyatro Festivali ve Yerevan’da da sahnelendi. Diyarbakır ve Mardin’de yine kiliselerde oynadık. Çok yol kat etti oyun.

Ancak son dönemde ekonomik koşullar ciddi bir engel oluşturdu. Gomidas büyük bir prodüksiyon: kilise mekânı kiralanıyor, özel ışık ve ses sistemleri gerekiyor. Tüm bu ekipmanlar dövize endeksli olduğu için maliyetler inanılmaz arttı. Bu da oyunu sürdürülebilir olmaktan çıkardı. Biz Yolcu Tiyatro olarak bilet fiyatlarını erişilebilir tutmak istiyoruz. İnsanların ulaşamayacağı bir fiyat politikası bize uygun değil. Bu nedenle bir dönem ayda üç-dört temsil oynarken, geçtiğimiz sezon kilisede oynayamadık. Bazı gösterimleri başka mekânlarda yaptık ama kilise deneyiminin atmosferi çok özel — orayı ara ara, birkaç haftalık ya da birkaç temsillik dönemlerde yeniden değerlendirmeyi çok isteriz.

Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde sahneliyoruz oyunu; yaklaşık 400 yıllık bir yapı. Burası bir tiyatro salonu değil elbette, ama tam da bu yüzden seyirci için benzersiz bir deneyim yaratıyor. Birçok kişi hayatında ilk kez bir kilisede tiyatro izledi.

Sahne arkasında Lusavoriç Korosu yer alıyor; 1929’da İstanbul’da kurulmuş köklü bir topluluk. Onların varlığı, Gomidas’ın eserlerini seslendirmeleri oyuna büyük bir ruh kattı. Gomidas karakterini Fehmi Karaarslan canlandırdı. Bu çok özel projeyi şartlar elverirse yeniden canlandırmak en büyük dileğimiz.

“Bağımsız tiyatrolar seyirciye bağımlı; seyirci azalınca her şey zorlaşıyor”

– Türkiye’de ekonomik nedenlerle bağımsız tiyatro üretmek gittikçe zorlaşıyor. Biraz bundan bahsedelim mi?

Gerçekten de öyle. Ekonomik şartlar kötüleştikçe seyirci bulmak çok zorlaşıyor. İnsanlar artık kültürel etkinliklere daha az gidebiliyor. Eskiden ayda dört oyuna giden bir seyirci şimdi iki oyuna gidiyor; ikiye giden biri birine düşüyor, biri ise belki iki–üç ayda bir tiyatroya uğrayabiliyor. Bu tamamen ekonomik koşullarla ilgili.

Son dönemde çok fazla kişi işten çıkarıldı, gelirler enflasyon karşısında eridi. Zaten tiyatro, yeterince desteklenen ya da fonlanan bir alan değil. Devlet destekleri sembolik düzeyde kalıyor, bu da prodüksiyon çıkarmaya ve sürdürülebilir bir şekilde oynamaya yetmiyor. Özel, bağımsız tiyatrolar çok büyük oranda seyirciye bağlı olarak ayakta duruyor; seyirci olmazsa yürütemiyor.

“Büyük kadrolu oyunlar artık neredeyse yapılamıyor”

Bu durum üretimi de etkiliyor. Daha az oyunculu, daha az dekorlu, daha küçük ölçekli oyunlar giderek arttı. Mesela JokO’un Doğum Günü oyununda sekiz oyuncu vardı; sahne arkasıyla birlikte toplamda 14–15 kişilik bir ekiptik. 2016’dan 2022’ye kadar oynadık ama bugün böyle bir prodüksiyonu daha önce oynadığımız 200-250 kişilik aynı salonlarda yapmak neredeyse imkânsız.

2024’te sahnelediğimiz Muhammed Ali oyunu da bu yeni dönemin ürünü. Erdem Kaynarca’nın oynadığı iki kişilik bir oyun. Prodüksiyon maliyeti ilk bakışta düşük gibi görünse de salon kiraları, elektrik giderleri, teknik masraflar öyle arttı ki, artık en küçük yapımlar bile ciddi yük haline geldi.

Belediye salonları bile bugün özel tiyatrolarla neredeyse aynı kiraları istiyor. Pandemi sonrası süreçte fiyatlar katlandı. Eskiden ayda beş-altı oyun oynayabiliyorduk, şimdi “iki-üç oyunda kalalım, yeter ki dolsun” noktasındayız. Bu yalnız bizim için değil, birçok tiyatro için geçerli.

Bugün çok fazla tiyatro mezunu, çok fazla yeni topluluk var. Her yıl binlerce genç mezun oluyor ama televizyon ya da sinema sektörü zaten dar bir alan, orada da yer bulmak kolay değil. Dolayısıyla herkes bir şekilde kendi tiyatrosunu kurmaya çalışıyor. Ama ekonomik şartlar nedeniyle insanlar hayal ettikleri oyunları yapmaktan uzaklaşıyor. Daha küçük kadrolarla, daha az dekorla, daha kısa süreli projelerle çalışmak zorunda kalıyorlar. Çünkü bir yandan da hayatta kalmak, üretimi sürdürmek gerekiyor.

Ben bugün dönüp baktığımda, 2020’de yaptığımız Gomidas’ı aynı biçimde tekrar sahneye koymanın ne kadar zorlaştığını görüyorum. Joko gibi sekiz oyuncunun sahnede olduğu, toplamda on beş kişinin çalıştığı bir yapım artık küçük salonlarda neredeyse imkânsız. Seyirci kapasitesi 200–250 kişiyse, bu tür prodüksiyonlar ekonomik olarak sürdürülemiyor. Gerçekten zor bir dönemin içindeyiz.

“Orta ölçekli tiyatrolar eriyor, uçurum büyüyor”

– Küçük bağımsız tiyatrolarla büyük prodüksiyon tiyatrolar arasındaki uçurum da giderek açılıyor, değil mi?

Kesinlikle. Son on, on beş yılda özellikle “orta ölçekli” tiyatrolar yavaş yavaş eridi. Şu anda ya çok büyük prodüksiyonlar var ya da tamamen minimal, iki kişilik oyunlar. Ortası yok. Bu da Türkiye’nin kültür hayatı için tehlikeli bir gidişat. Çünkü arada kalan o orta ölçek hem yaratıcı hem de sürdürülebilir üretim açısından çok değerliydi.

Çok yetenekli oyuncular, çok güçlü fikirler var; ama koşullar bunların hayata geçmesini zorlaştırıyor. Ekipler cesaret edip bir oyun çıkarıyor, birkaç ay sonra ekonomik nedenlerle devam edemiyor. Kimi zaman oyun sahneleniyor ama ekip dağılmak zorunda kalıyor.

Yine de tiyatrocuların direnci çok yüksek. Hem uzun süredir bu işi yapanlar hem de genç kuşak oyuncular bir şekilde var olmaya çalışıyor. Tiyatro, bu ülkede hep zor koşullarda üretildi ama hiç tamamen durmadı. Bizim de umudumuz bu; şartlar düzelir, seyirci yeniden salonlara döner ve bağımsız tiyatrolar için daha adil bir destek ve fon modeli oluşturulur. Ama şu anda, ne yazık ki, bu konuda ciddi bir adım atılmış değil. Kısır bir döngünün içindeyiz.

– Kolay gelsin. Son olarak anımsatalım. Şu anda Yolcu Tiyatro olarak sahnelediğiniz iki oyununuz devam ediyor. Muhammed Ali oyununda süpervizörlük yapıyor; Zakir oyununu ise yönetiyor ve aynı zamanda sahnede oynuyorsun. Bunun yanı sıra Asya Prodüksiyon tarafından sahnelenen Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler oyununun da yönetmenliğini üstleniyorsun. Tüm oyunların tarihleri ve duyuruları sosyal medya hesaplarınızdan takip edilebilir.

Söyleşi Haberleri