Dr. Melis G. Laebens / Oxford Üniversitesi - Araştırmacı
Türkiye bir dönüm noktasında. Önümüzdeki aylarda iktidarla muhalefet arasında gerçekleşecek mücadele herhangi bir seçimin çok ötesinde, bir hayatta kalma mücadelesi olacak. İktidar bunun farkında olmalı ki hiçbir kozunu kullanmaktan çekinmiyor. Muhalefetin de durumun vehametini anladığını göstererek aynı kararlılıkla cevap vermesi şart.
Muhalefetin bu mücadeleden başarılı çıkabilmesi, ortak amaçlarının iktidarı yenmek olduğuna ve bunun tüm bireysel ve parti çıkarlarının üzerinde bir hedef olduğuna seçmeni ikna edebilmelerine bağlı. Seçmenin güvenini kazanmak için muhalefet hem tutarlı şekilde birlik göstermeli hem de ellerindeki bütün kozları, kaynakları, yeteneği sahaya sürmeli. Üstelik bunu yalnızca sandıkta değil aynı zamanda sokakta, Altılı Masa’da, mahkeme salonlarında, basında ve parti içi toplantılarda da yapmaları gerekiyor.
Bu kolay bir hedef değil. HDP’nin masa dışında bırakılması birlik görüntüsünü zorlaştırıyor. Altılı Masa ise iş birliğine rağmen, seçmeni önceliğinin seçimi kazanmak olduğuna ikna etmekte zorlanıyor çünkü uzlaşma çabaları yalnızca seçimin nasıl kazanılacağı konusundaki görüş ayrılıklarını değil, aynı zamanda bireysel arzuları ve parti çıkarlarını da öne çıkarıyor. Bu durumun önüne geçmek için, Altılı Masa’nın muhalefetin iddiasını ve birliğini temsil edebilecek, tüm muhalefet seçmeninin ve siyasetçilerinin güvenebileceği güçlü bir adaya ihtiyacı var.
Adayın kim olacağı muhalefetin kazanma şansını etkileyecek. Israrla tekrar edilen ‘Altılı Masa kimi aday gösterirse o kazanır’ iddiası, seçmen davranışına dair bildiklerimizle çelişiyor. Türkiye’nin fazla başkanlık seçimi tecrübesi olmasa da, yerel seçimlerden adayların önemli olduğunu biliyoruz. Bunun bir işareti, aynı seçimde belediye meclisine verilen oylarla belediye başkanına verilen oyların birbirini tutmaması. İstanbul’da 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde AKP, MHP ve BBP’nin meclis listelerinin toplam oyu, ortak adayları Binali Yıldırım’a göre 16.403 adet fazlaydı YSK’nın son verilerine göre. Ekrem İmamoğlu ise aynı verilere göre bu seçimi 13.729 oy ile kazandı. Yani AKP, MHP ve BBP’ye meclis seçimlerinde oy basan herkes Binali Yıldırım’a geçerli bir oy vermiş olsaydı, Ekrem İmamoğlu bu seçimi kazanamazdı. Seçmenler sadece parti tercihlerine göre oy vermiyorlar başkan seçerken. Anketler de zaten istikrarlı şekilde bunu gösteriyor – Tayyip Erdoğan’ın Kemal Kılıçdaroğlu karşısında kazanma şansı, Ekrem İmamoğlu karşısında kazanma şansına göre daha yüksek.
Adayın kim olduğu yalnızca seçmenin tercihlerinden değil, adayın kişisel kabiliyetinin öneminden dolayı da kritik. Bu ‘seçimin’ kazanılabilmesi için adayın baskı altında iyi bir performans göstermesi ve halkı harekete geçirebilmesi çok önemli. Tekrar edilen İstanbul seçimlerindeki başarı, iki seçim arasında İmamoğlu ve yanındakilerin siyasi duruşunun seçmende İmamoğlu’nun bu işe layık olduğu ve ona haksızlık yapıldığı yönünde bir algı yaratabilmesi sayesinde de elde edildi. Muhalefetin, baskılar karşısında hızla ve soğukkanlılıkla sorumluluk alabilecek bir liderliğe ihtiyacı var. Seçmenle hızlı ve etkili iletişim kurabilmek, gerekli heyecanı yaratmak için, Altılı Masa’nın sağladığı koordinasyon yapısının yanına bir de muhalefetin birliğini temsil edecek bir yüz gerekiyor. Nitekim, Ekrem İmamoğlu davasında kararın çıkmasından sonra geçen saatlerde Altılı Masa’nın hızlı tepki verme konusunda eksik olduğunu gördük. Mahkeme akşamı İmamoğlu’nun etrafında Saraçhane’de toplanan kalabalık, liderliğin ve kişisel inisiyatifin önemini bir kez daha gösterdi.
Kemal Kılıçdaroğlu ve onun adaylığını destekleyenler ya durumun gerektirdiklerini anlamıyorlar, ya da kendisinin bu liderlik rolünü oynayabileceğini düşünüyorlar. Maalesef tecrübe ve elimizdeki anket verileri bunun aksini söylüyor. CHP ve Altılı Masa, Kemal Kılıçdaroğlu’na adaylığını test etmesi için birçok fırsat verdi, kendisi aylardır kampanya yürütüyor. Ancak CHP liderinin yaptığı bazı stratejik hatalar (başörtüsü için yasal güvenceyi gündeme getirmek ve İmamoğlu kararının beklendiği gün yurt dışına çıkmak gibi) ve anketlerde kendi desteğini artıramaması, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu işin altından kolayca kalkamayacağını açık şekilde gösteriyor. Bir siyasi lider olarak önemli başarıları ve kabiliyetleri olan Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin ona emanet ettiği umuda saygı göstererek kendi sınırlarını kabul etmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor. CHP’nin yapacağı bir hatalar zinciri sonucunda bu bahar muhalefet mücadelesini kaybederse, bu felaketin altında hem demokratik, özgürlükçü ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti hayali, hem de CHP kalır.
Şu kabus senaryoyu bir düşünelim. Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu aday oldu ve sandıkta ya da sandığa rağmen, muhalefet ‘seçimi’ kaybetti. Bu durumda, tek adam rejiminin Recep Tayyip Erdoğan’ın ömrü yettiği sürece derinleşerek devam etmesi ihtimali ortaya çıkar. Böyle bir gelecekte gerçek muhalefet partilerinin bırakın kazanma şansı, varlığı dahi söz konusu olmayabilir. Yaşanacaklar demokrasinin çöküşüyle, siyasi hakların ve eşitlik ilkesinin tarihe gömülmesiyle de sınırlı kalmayacaktır. Devletin ekonomik iflası ve mafyalaşmasının vatandaşlar için sonucu, sağlık, güvenlik, beslenme, eğitim gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında büyük gerilemeler olur.
Türkiye böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayken, İmamoğlu gibi kendini başarılarıyla kanıtlamış bir liderin varlığına, hem de anketlerde istikrarlı şekilde Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi sonuçlar almasına rağmen adaylığı ona vermemiş olmanın yükü altında CHP varlığını sürdürebilir mi? Umudunu gasp ettiği kadınların, çocukların, işçilerin, müttefiklerinin hatta partililerin yüzüne bir daha bakabilir mi Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi?
Bugün gelinen noktada muhalefetin zor kararlar vermesi gerekiyor ve iktidar her geçen gün muhalefeti daha da sıkıştırmak için yeni hamleler yapacaktır. Etkili şekilde direnmek için muhalefetin hemen, cezası kesinleşmeden, İmamoğlu’nu aday göstermesi gerekiyor. Yasak ihtimali dururken İmamoğlu’nu aday göstermek bir risk taşıyor şüphesiz. YSK başkanının sözlerine bakılırsa iktidar, adaylığı kesinleştikten sonra ceza vererek İmamoğlu’nun adaylığını, hatta belki zaferini, etkisiz kılmaya çalışabilir. Ancak başkanlık seçimi çok turlu bir seçim olduğundan, muhalefet bir yandan İmamoğlu’nu ortak aday gösterip, bir yandan da İmamoğlu’nun yasaklanması durumunda onun yerine yarışacak bir yedek adayı cebinde tutabilir. İmamoğlu ortaya muhalefetin ortak adayı olarak çıkarsa ona getirilecek yasağın siyasi maliyeti artar. Buna rağmen yasak yine de gelirse, İmamoğlu’na geçiş döneminde içişleri gibi önemli bir bakanlık sözü verilerek başkanlık pozisyonunu tutacak kişinin yanında seçim kampanyası yürütmeye devam etmesi sağlanabilir.
Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, içinde bulundukları koşulları gerçekçi şekilde değerlendiririp, bu seçimi kazanmadan hiçbir kazanç elde edemeyeceklerini görebilmeliler. Muhalefetin siyasi vizyonu seçimin ötesindeki günlere yoğunlaşıyor olsa da stratejik hesaplarının ufku en fazla ikinci tur seçimlerine ve bu seçimlerin sonuçlanması sırasında yaşanabilecek sorunlara kadar uzanmalı. Seçim kaybedilirse muhalefetin umduğu geleceği zaten olmayacaktır.