Gökhan Tan
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye Yüzyılı başlıklı “seçim vizyon belgesi”ni açıklayacağı 28 Ekim’deki toplantıya, uzun süredir bizzat iktidar tarafından engellenen gazetecilerin de davet edilmesi, kamuoyunda ve medyanın kendi içinde çok tartışıldı. Hatta gazeteci Çiğdem Toker’in ifadesiyle “tartışmanın da ötesine geçerek gerilim hatları üretti.”
AKP’nin, ana akımdan uzaklaştırmak için bizzat çaba sarf ettiği ve resmi etkinliklerde uzun süredir ambargo uyguladığı birçok gazeteciyi birden bire hatırlaması, her şeyden önce haber değeri taşıyan bir gelişmeydi. Özellikle iktidara yakın basın bu fırsatı kaçırmadı. Onlara göre bu davet yeni bir dönemin habercisi olabilirdi.
İktidara göre neden son derece basitti: A Haber’e konuşan AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş‘a göre AK Parti kapsayıcı ve kuşatıcı özelliği sayesinde bugünlere gelmişti ve çağırılabilecek en geniş davetli grubu davet ediliyordu.
Ama sistematik bir çabayla sindirilmeye çalışılıp, hiçbir şey olmamış gibi yıllar sonra hatırlanmak gazeteciler için aynı anlama gelmiyordu. Örneğin Korkusuz gazetesi yazarı Can Ataklı davete giden gazetecileri onursuz sayacağını söyledi.
Durum buyken, haberlerde ismi geçen gazeteciler, ismi geçmese bile listede yer alanlar, davete verdikleri cevabı açıklama durumunda kaldı. Halen yaygın medyada yazan gazeteciler köşelerinden, ana akımdan koparılan isimler kendi mecralarından, YouTube kanallarından görüşlerini paylaştı; daveti red ya da kabul etme gerekçelerini açıkladı.
Gazetecilerin bu vesileyle yaptığı açıklamalar, birbirine karşılık vermeyi amaçlamasa da, haber medyasının güncel sorunlarını belgeleyen “derli toplu” bir tartışmaya dönüştü. Davete verdikleri tepki her ne yönde olursa olsun, medyayı ele geçirme çabasındaki bir iktidarın kullanıldığı araçların hatırlanmasını ve kamuoyu önünde tekrar konuşulur olmasını sağladı.
Bu tartışmanın çıktısını üç alt başlıkta; akreditasyon uygulaması, gazeteci ve siyaset ilişkisi ve “muhalif gazetecilik” başlıkları altında derlemeye çalıştım.
Akreditasyon uygulaması
İktidarın, ülkedeki medya atmosferini kontrol amacıyla kullandığı araçlardan biri akreditasyon uygulaması, doğrudan ifade edersek “gazeteci seçmek". Gerçekte akreditasyon, resmi kurumların geçici ya da sürekli etkinliklerini takip edecek gazetecileri, özellikle de güvenlik gerekçesiyle önceden bilmek için başvurduğu bir uygulama. Ancak gerekçe güvenlik olmaktan çıkıp, ev sahibi kurumun çıkarını önceleyen bir hale geldiğinde akreditasyon, gazetecilere karşı kullanılan için bir araç haline geliyor.
1990’lı yıllarda en çok Genelkurmay Başkanlığı’nın, benzer bir şekilde İslamcı gazeteleri engellemesi eleştiriliyordu. AKP’nin akreditasyonu bir araç olarak kullanmaya başlaması ise ilk kez 2008’de Recep Tayyip Erdoğan döneminde oldu; Başbakanlık Basın Merkezi, deneyimli yedi başbakanlık muhabirinin akreditasyonunu yenilemedi.
Takip eden yıllarda bu uygulama o kadar çığırından çıkarıldı ki, akreditasyon uygulamanın anlamsız olduğu cenaze merasimlerine, bayram kutlamalarına kimi medya kuruluşlarının takip etmesine izin verilmez hale geldi 29 Ekim 2021’de Anıtkabir’deki Cumhuriyet Bayramı töreninde, aralarında Cumhuriyet, FOX Haber, Anka Ajansının da bulunduğu birçok medya kuruluşunun Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın akreditasyonuyla engellenmesi gibi.
İşte 28 Ekim’de Ankara’daki vizyon toplantısına katıldığı için eleştirilen gazeteciler, daveti kabul etme gerekçelerini ortaya koyarken uzun süredir maruz kaldıkları akreditasyon sorununu işaret etti. Onlara göre bu davet, uzun süredir alıkoyuldukları ortamda gazetecilik yapmak için bir fırsattı.
Kapıdan çevrilmeden gazetecilik yapabilmek?
Konuyu tartışmaya en az hevesli görünen Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır "toplantıya neden katıldın?" sorusunu bile çok gereksiz bulduğunu söylerken "gazeteciyim, o nedenle katıldım" cevabını verdi. Eskiden bu toplantılara davet edilmeden gittiğini belirten Çakır, "Ama öyle bir hale getirmişlerdi ki, toplantıya gittiğimizde kapıdan çevrilme ihtimalimiz çok yüksekti. Ama bu sefer çağırdılar ve hiç tereddüt etmeden gittim" dedi.
Fox TV eski ana haber sunucusu Fatih Portakal da YouTube yayınında kendisini eleştiren izleyicilere, "Çıplak gözle görmekle ekrandan izlemek arasında dünya kadar fark var" diye cevap veriyordu. "Bizi bu duruma getirenler utansın" diyen Fatih Portakal'a göre yıllar sonra muhalif isimlerin de çağrılması güzel bir şeydi, önemli olan gazetecilik yapabilmekti: “Ben oraya gazetecilik kimliğiyle gideceğim ve gözlemleyeceğim. Gözlemlerini de size aktaracağım.”
"Önemli olan bütün gazetecilerin akredite edilmesiydi, herkesin çağrılmasıydı" diyen Portakal, bu nedenle daveti samimiyetsiz bulduğunu ama toplantıya katılarak bu soruyu muhataplarına soracağını duyurdu.
Gürsel: “Gazeteciliğe imkân veren bir ortam değil”
Gelgelelim Kadri Gürsel'e göre toplantıya katılanların muhataplara soru sorma, dolayısıyla gazetecilik yapma şansı da yoktu. Gürsel, 26 Ekim'de Halk TV’de Konuşmasak Olmaz programında "Toplantıya gazeteci kimliğiyle gidiyorum" demenin hiç bir anlam ifade etmediğini dile getirdi: “Davet edilen arkadaşlarımızın pek çoğu akreditasyon kurbanı. Hiçbir yere çağırılmıyorlar, bir hükümet yetkilisine doğrudan soru sorma hakları yok, ancak kulis bilgisi toplayabiliyorlar.”
Toplantı öncesinde akreditasyon sorununu gündeme getiren bir başka gazeteci Sözcü yazarı Deniz Zeyrek'ti. Gazetecilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a soru sorma şansı olmadığını belirten Zeyrek, tıpkı Kadri Gürsel gibi, gazetecilerin sadece AKP yöneticileriyle sohbet etme ve salonda gözlem yapma şansı bulabileceğini söylüyordu. Konuyu 26 Ekim tarihli "Tuhaf bir uygulama" başlıklı yazısında değerlendiren Zeyrek, gazetecilerin toplantıya davet edilmesinin değil, asıl bir grup gazetecinin hâlâ yasaklı olduğu için toplantıya gidemeyeceği gerçeğinin haber değeri taşıdığını söyledi:
"Asıl haber kadrolu bir Sözcü yazarı olarak davet edildiğim toplantıda Sözcü gazetesinin Cumhurbaşkanlığı'nın akreditasyon yasağına takılması, yani benim gideceğim toplantıyı izlemeye Sözcü muhabiri ve foto muhabirinin giremeyeceği gerçeğidir. Asıl haber, yazarları yönetmenleri davet edilmesine karşın Fox TV'nin, Cumhuriyet'in hâlâ kurumsal olarak yasaklı listede olmasıdır. Asıl haber, (bizi davet eden) vizyon toplatısını düzenleyenler ile (muhabirlere kurumsal yasak uygulayan) Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın 'kucaklayıcılık' konusunda derin görüş ayrılığıdır."
Zeyrek, engellemeler devam ettiği sürece, “davetin ‘Takiye’den, bizim de 'konu mankeninden' ne farkımız olacak?” diye sordu.
Davet edilen isimler konusunda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ile AKP Tanıtım ve Medya Başkanlığı arasındaki bir uyumsuzluk olma ihtimali Fatih Portakal tarafından da dile getirilmişti. Gazeteciler toplantıya, AKP Tanıtım ve Medya Başkanlığı tarafından telefonla aranarak davet edilmişti ancak Zeyrek'in parmak bastığı gibi İletişim Başkanlığı'nın uyguladığı kurumsal yasaklar da sürüyordu.
Portakal: "Fahrettin Altun'la konuşabilseydik iyi olacaktı..."
Toplantıya soru sormak için gideceğini duyuran Fatih Portakal'ın toplantı sonrasında aktardıkları, zaten baştan sona sorunlu akreditasyon uygulamasının AKP içinde bile neden olduğu tutarsızlığı göstermesi, hem de yazının bu ilk bölümünde ele alınan "gazeteci kimliğiyle toplantıda bulunma" veya "soru sormak için gitme" gerekçesinin gerçekçi olup olmadığını konunda fikir veriyor:
"Partililerden birkaç isme ulaştım. Onlar vasıtasıyla sahnenin arkasına giderek partinin önemli isimlerine 'Bizi neden çağırdınız' diye sordum. Bana 'bütünlük sergilemek açısından bu aşamada çağırmamız gerekiyordu" dediler. "Değişim imajı vermek için mi bizi kullanmak istediniz" diye sordum. Anladığım kadarıyla isimler belirlenmiş, daha sonra bu isimler Fahrettin Altun'un ekibiyle paylaşılmış. Partiden bir isim bana 'bazı isimleri istemedik' dedi. 'Neden istemediniz' dedim. 'İstemedik işte. Ama siz ve sizin gibi bazı isimler çağrılabilir diye düşündük' dedi. Bu arada konuşurken Fahrettin Altun hızla yanımızdan geçti. 'Fahrettin Bey merhaba' dedim. 'Aa merhaba' filan dedi. Pırt, geçti gitti hemen. Onunla konuşma fırsatım olmadı. Şöyle iki dakika kalsa, konuşsaydık iyi olacaktı. Ama hızla geçip gitti."
Bu aktarıma göre toplantıya davet edilen isimlerin neye göre belirlendiğinin, yasakların neden sürdüğünün somut ve açık bir cevabı yok. Ayrıca İletişim Başkanı Fahrettin Altun'a soru soramadığı anlaşılan Fatih Portakal'ın, konuştuğu önemli partililerin isimlerini de öğrenemiyoruz.
Sonuç: Cevap da yok isim de.
Gazeteci siyaset yapar mı?
Vizyon toplantısı davetiyle tartışılan diğer bir başlık "gazeteci siyaset yapar mı?" sorusu etrafından şekillendi.
Sözcü'den Çiğdem Toker gazetedeki köşesinden, katılımının AKP tarafından “meşruiyet devşirme aracı olarak kullanılacağı” gerekçesi ile toplantıya iştirak etmeyeceğini duyurdu. Halk TV'den İsmail Saymaz da benzer bir gerekçeye işaret etti.
Toker, "her türlü hak ve özgürlüğün iktidar tarafından ağır baskı ve tehdit cenderesi altında olduğu bir ortamda bu meselenin tartışılmasının isabetli olduğunu" söylediği 26 Ekim' tarihli "Muhalif gazetecilere davet meselesi" başlıklı yazısında şunu yazdı:
"Diğer partilerin faaliyetleri gazeteci olarak nasıl izleniyorsa bu toplantının da aynı yaklaşımla izlenmesi gerektiğini düşünen meslektaşlarım olabilir. Ben iktidar yanlısı olmayan gazetecilerin 'davet' edilmesinin anlamlı bir strateji değişikliği falan değil, basbayağı bir pragmatizm olduğunu düşünüyorum. Anlattığım [anayasanın yıllardır askıda olduğu] bir siyasi iklim içinde bu toplantıya katılmamın iktidar açısından meşruiyet devşirme amacı olarak kullanılacağı kanısındayım" dedi ve toplantıya katılmadı. (Toker'in bu yazıdan sonra Sözcü'de üç yazısı daha yayınlandı ve küçülme gerekçesi ile birçok meslektaşıyla birlikte gazetedeki görevi 2 Kasım'da sonlandırıldı.)
Saymaz: “Bu sahnede yer almamız mümkün değil”
İsmail Saymaz ise toplantıya bir açılım havası verilmek istendiğini savundu “Konuşmasak Olmaz” programında. "Hatta iktidar yanlısı bir kanalda davetin bir lütuf gibi sunulduğu tartışmaya bile şahit oldum" dedi Saymaz. Hürriyet'ten Ahmet Hakan, medyadaki bölünmüşlüğü ve çarpık düzeni ortadan kaldırmaya aday çok önemli bir gelişme olarak yorumlamıştı daveti. Yeni Şafak'tan Ersin Çelik de davet için "yeni bir sürecin başlamasına neden olabilir" diyordu.
Saymaz tüm “yaşananlardan sonra AKP'nin bir davetle geçmişi unutturamayacağını söyledi. Bu iktidar döneminde yüzlerce gazetecinin soruşturmaların hedefinde olduğunu, birçok gazetecinin tutuklandığını vurgulayarak “AK Parti, kendisi gibi olmayan, kendisine hak vermeyen basın organlarını ve orada çalışan gazetecileri adeta sert bir yaptırımla cezalandırdı. Şimdi onlardan bir kısmını, sözde açılımının bir unsuru gibi sahneye doldurmak istiyor. Bizim bu sahnede yer almamız mümkün değil” cevabını verdi.
Çakır: “Gazeteciyiz, kimse bizden siyaset yapmamızı beklemesin”
Red gerekçeleri böylece sıralanırken Ruşen Çakır, meslektaşlarının siyaset yaptığını ima etti. Onların kişisel gerekçelerine saygı duyduğunu söylese de, herhangi bir polemik kaygısı da taşımadan, "Ama biz gazeteciyiz, siyasetçi değiliz. Kimse bizden siyaset yapmamızı beklemesin" dedi.
Kadri Gürsel, Çakır'ın tam tersi bir tavırla, "Konu basın özgürlüğü ise gazeteci siyaset yapar ve yapacağı yegâne siyaset de budur" görüşündeydi. “Gazetecilere yapılan daveti reddetmek ideolojiktir, [siyasi] aktivizmdir” gibi eleştirileri de asla kabul etmediğini söyleyen Gürsel, "haysiyet kırıcı" olarak nitelediği davetin neden reddedilmesi gerektiğini şöyle açıkladı:
“Bu iktidar gazeteciliği bitirmek için yaptığı her şeyin arkasında duruyor”
“Davet edilen arkadaşlarımın büyük çoğunluğunun işleri iktidar tarafından ellerinden alındı, programları kapatıldı, çalıştıkları ana akım medya kuruluşlarından tasfiye edildiler. Yaptıkları haberler yüzünden, yorumları nedeniyle değil, haberler yüzünden mahkemelerde süründürüldüler. Yorumun engellenmesi, bir ifade özgürlüğü sorunudur. Ama haberler üzerinden, insanların anayasal hakkı olan haber alma özgürlüğü engellenmeye çalışıldı. İktidar [hepimizin çalıştığı] ana akım medyayı parçaladı, el koydu ve ana akım olmaktan çıkardı. Bence [bu muameleyi yaptığın gazetecileri] davet etmek, 'Biz sizi sürdürdük, aç bıraktık ama siz bize rağmen gazetecilik yapmakta kararlı çıktınız, dirayetli davrandınız, o yüzden sizi çağırırız' anlamına geliyor. Bu iktidar hâlâ antigazeteciliği temsil ediyor. Daha üç beş gün önce sansür yasasını çıkardı. [...] Bu iktidar gazeteciliği bitirmek, medya özgürlüğünü sona erdirmek için yaptığı her şeyin hâlâ arkasında duruyor.”
Gazeteciliğin ayrıca bir ideolojiye sahip olmasına gerek olmadığını savunan Gürsel'e göre gazetecinin ideolojisi, mesleğini hakkıyla ifa etme gücünden geliyor:
"Gazeteci tam anlamıyla gazetecilik yaparak zaten demokrasiye en büyük katkıda bulunur. Demokrasinin, basın özgürlüğünün karşısında olan, antigazeteciliği temsil eden, bizi ezmeye çalışan iktidarların davetlerini de bir mecburiyetimiz yoksa gitmememiz gerekir."
Gürsel aynı konuşmada şu soruyu da yönetti: "Senin oraya gazeteci kimliğinle gitmen acaba gazeteciliğe ne kazandıracak, seni işinden etmiş iktidara ne kazandıracak?”
Ruşen Çakır, toplantı sonrasında da öncesiyle aynı görüşteydi: "Onlar [AKP] benim katılmamdan ne kazandılar bilmiyorum ama ben çok şey kazandım, gazeteci olarak çok şey gördüm. İyi ki Ankara'ya gelmişim."
Keza Fatih Portakal da, AKP'ler, uzattığı mikrofona ya da telefona görüş vermeseler de, toplantıya katılma amacının cevaplandığını söylüyordu: "Kullanıldığımı düşünmüyorum. Ama neticede ben yapmak istediğimi yaptım; vicdanen de rahatım."
Muhalif gazeteci ve iktidar gazetecisi
Davet tartışmasından çıkardığım üçüncü ve son alt başlık ise "muhalif gazeteci" tanımlamasına yöneltilen itiraz. Bu, ilk iki başlığa kıyasla meseleyi daha "ince gören" bir konu. Gazeteci isminin önüne sıfat ekleyerek mesleği "parçalara bölen" ama davet sürecindeki haber başlıklarının hemen tümünde geçen bu kullanıma takılan fazla isim olmadı. Fakat düşündürücü olan, birilerinin "muhalif" diye isim taktığı gazetecilerin de bu tabiri kanıksaması ve kullanımın giderek yaygınlaşması.
Bulunduğu her ortam ve fırsatta bu tanıma itiraz ettiğini söyleyen Çiğdem Toker meseleyi şöyle açıkladı:
"Muhalif gazeteci tanımı sorunludur. Çünkü özünde siyasi bir kavramdır. İktidardan doğru bir bakışı temsil eder. 'Bir iktidar medyası vardır, bir de muhalefet medyası vardır' gibi bir anlam çıkar. Bu da 'iktidar medyası'nı doğru bir yerde duruyormuş gibi çağrıştırır. Ortadoğu coğrafyasına özgü; Suriye iç savaşı çıktığında haber diline aktarılan bu kelime, iktidar medyası tarafından iktidara yanaşmayan gazeteciler için kullanılmaya başladı ve yerleşti. Yazık ki bağımsız gazeteciler arasında da yaygınlaştı.
Türkiye'de iktidar medyası sorunu olduğu doğrudur. Özellikle 2008 sonrasında inşa edilmiştir. Ancak iktidar medyasında yer almayan gazeteciler 'muhalif gazeteci' değildir. Gazetecilik doğası gereği eleştireldir."
Kadri Gürsel de "muhalif gazeteci" tabirinin gazeteciliğe hakaret anlamı taşıdığını savundu: "Çünkü 'muhalif gazeteci varsa iktidarın da gazetecisi vardır' anlamına geliyor. Böylece iktidar medyasına ve iktidarın medya görevlilerine meşruiyet kazandırılıyor. Oysa gazeteci vardır ve gazeteci olmayan vardır, ak ve kara gibi."
Davet sürecinde bu konuda konuşmasa da, Medyascope'un yayın politikasını anlattığı yazısında Ruşen Çakır, muhalif, alternatif gibi sıfatlara itibar etmeden, sadece gazetecilik yapmaya çalıştıklarını söylüyor.
Yazıyı bitirirken ilk kez, tartışma sürecinde yer almayan ve gazeteci olmayan bir ismin görüşüne yer vereceğim. HaberVesaire'nin görüşüne başvurduğu medya akademisyeni Dr. Sarphan Uzunoğlu, "muhalif medya" isminin somut bir karşılığı olmamakla birlikte benzer kullanımların, Türkiye'nin de yer aldığı, "kutuplaşmış çoğulcu medya modeli" içerisinde incelenen Akdeniz ülkelerinde ortaya çıkmaya eğilimli olduğunu belirtiyor. Aynı şekilde otoriter rejimlerde de karşılaşmak mümkün.
Uzunoğlu da Toker gibi, gazetecinin görevinin, güç sahiplerini güçsüzlere karşı hesap verebilir kılmak olduğunu söylüyor, bu nedenle gazetecinin zaten güç sahibinin karşı tarafında olduğunu ve onun etik ya da kanun dışı eylemlerini ifşa etmekle yükümlü olduğunu hatırlatıyor.
Ancak Uzunoğlu'nun gazetecilerden farklı olarak altını çizdiği şey bu kullanımın, muhalifliğin tanımını da çarpık bir yerden yapması. Çünkü gazetecilerin somut olarak neye karşı çıktığından çok hangi siyasal hareketi desteklediklerine göre kullanılıyor. Hatta bazı gazeteciler, desteklediği siyasi hareket üzerinden tanımlanmaktan da hoşnut oluyor Uzunoğlu’na göre.