MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Rusya’nın Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını tanıma kararına tepki gösterdi. Bahçeli, “Rusya-Ukrayna arasında muhtemel bir savaşı kesinlikle doğru bulmuyor, bu cinayet teşebbüsüne hiç kimsenin ortak olmamasını temenni ediyoruz. İtidalli, ihtiyatlı, sağduyulu ve soğukkanlı politikalar her ülkenin çıkarınadır. Ukrayna’nın siyasi ve toprak bütünlüğüne mutlaka saygı duyulmalıdır. Rusya’nın bu konudaki sorumluluğu ziyadesiyle fazladır” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli’nin konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“İYİ NİYET HALİ UYGULANAMAZ, PİŞMANLIK HÜKÜMLERİ TATBİK EDİLEMEZ: Geçen hafta maalesef yaşı henüz 16 olan bir kız çocuğumuz, hunhar bir cinayetle hayattan koparılmıştır. İnternetten tanıştığı katil ile önce nişanlanıp sonra da ayrılan Sıla isimli kızımız, ilerleyen süreçte teferruatla anlatmaya dilimizin varmadığı vahşet dolu bir saldırganlık türüyle katledilmiştir.
Esasen kelimelerin boğazımıza düğümlendiği, cümlelerin hükmünü kaybettiği bir aşamaya geldiğimiz malumlarınızdır. Beyaz gelinliğiyle evinden çıkması gereken bir kız çocuğu kefene sarılarak bu dünyadan göçmüş, arkada bıraktıkları yakınlarını da kedere boğmuştur. Şiddetin muhakkak önüne geçmek mecburiyetindeyiz. Kadınlarımıza, kızlarımıza, çocuklarımıza kasteden; yumruk atan, kurşun sıkan, bıçak sallayan alçakları en ağır şekilde cezalandırmak adalet ve hukukun temel görevi, hepimizin takibini yapması gereken başlıca konudur.
Şiddete tolerans gösterilemez, iyi niyet hali uygulanamaz, pişmanlık hükümleri tatbik edilemez. Aksi olursa şiddet teşvik edilmekle kalmayacak, bir bakıma ödüllendirilmiş olacaktır. Kadına yönelik saldırılar maneviyat ve medeniyet ilkelerimizin çiğnenmesi, haklı yere övündüğümüz değerlerin gölgelenmesi demektir.
ERMENİSTAN’IN KARABAĞ’DA TACİZLERDE BULUNMASI MARAZİ TUTUMUN GÖSTERGESİDİR: Kafkaslarda fiili işgal ve istila girişimi hevesine kapılanların, Türk yurtlarında yeni oyunlar peşinde koşmaları muhtemel bir tehdit olarak önümüzde durmaktadır. Kazakistan’da testi yapılan, hitamında Ukrayna hududuna sıçrayan kaotik iklimin bilhassa Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetlerine sirayet etmemesi hususunda azami bir dikkat ve uyanıklık içinde hareket etmek hayati önemdedir.
Ortadoğu’dan sonra Orta Asya’nın da istikrarsızlık ve çatışma ortamına çekilmesi felaketler dönemini, iç kargaşa ve ayrılıkçılık emellerini peş peşe tahrik edecektir. Yazılan senaryo vahimdir, bununla mündemiç şirret oyun sinsidir, tehlike büyüktür, paylaşım ve hegemonya çekişmeleri vites yükseltmiştir.
Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme arzuları karşılıklılık esasına göre dile getirilip görüşme ve temas kanalları oluşturulurken, aynı anda Ermenistan’ın Karabağ’da zaman zaman tacizlerde bulunması maksatlı ve marazi bir tutumun göstergesidir. Biz hiç kimseyle savaşalım, küselim, düşman olalım demiyoruz.
Biz hiçbir devletle ilanihaye husumet kamplarına ayrılmayı da aklımızdan geçirmiyoruz. Ancak muhatap ülkelerden önce dürüstlük bekliyoruz, dengeli tavır umuyoruz, Türkiye’nin ve Türklüğün egemenlik çıkarlarına, tarihi ve bağımsızlık haklarına ön şartsız saygı istiyoruz. Bu beklentimizi karşılayan ülkelerle iyi komşuluk ilişkilerimizi istikrar içinde sürdürmek elbette vazgeçilmez bir amacımız olmalıdır. Buna aykırı hareket edenlerle de dişe diş, kıran kırana bir mücadele bizim için milli varlığımızın şeref bahsidir, gereğini yapmak boynumuzun borcudur.
RUSYA-UKRAYNA ARASINDA MUHTEMEL BİR SAVAŞI DOĞRU BULMUYORUZ: Rusya ile Ukrayna arasında süregelen yüksek gerilim günbegün boyut değiştirmektedir. Başını ABD’nin çektiği bazı ülkelerle bir kısım batı medyası devamlı surette savaşın her an çıkabileceğini iddia etmektedir. Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, Avrupa’daki en büyük savaşa hazırlandığına yönelik ellerinde istihbarat olduğunu açıklamıştır.
Kiev’in kuşatılarak bir işgale hazırlık yapıldığını da iddia etmiştir. ABD Başkanı ise Birleşik Krallık Başbakan’ıyla eşzamanlı şekilde, Putin’in doğrudan Kiev’i hedef alacağını, önümüzdeki günlerde Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağını ileri sürmüştür.
Buna rağmen tehlikeli iddialar Rusya tarafından yalanlanmış, tekzip edilmiştir. Ne var ki, aynı Rusya 19 Şubat 2022 tarihinde, balistik ve seyir füzeleriyle gövde gösterisi kıvamında bir tatbikat yapmıştır. Bu tatbikatı Başkomutan sıfatıyla bizatihi Putin anbean takip etmiştir.
Rusya-Ukrayna sınırında düşük tonlu çatışmaların yaşandığı, bombaların patladığı, OHAL ilanlarının yapıldığı, sivillerin tahliye edildiği anlaşılmaktadır. Bu iki ülke arasında sıcak gerginliği tırmandıran söz ve eylemlerin gittikçe yoğunluk kazandığı da gözlemlenmektedir.
Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı olan Duma’da ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk bölgelerinin ayrı birer bağımsız cumhuriyet olarak tanınmasını içeren tasarının onaylanarak Putin’e sunulması yangına körükle gitmekten başka bir anlam taşımamıştır. Üstelik Putin, çözüm ortamının yeşerebilmesi için bu iki bölgeye Minsk Anlaşmaları çerçevesinde özel statü verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Bu durum Ukrayna’nın fiilen güneyinden sonra doğusundan da bölünmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Rusya Dışişleri Bakanı’nın ‘Batı’nın Ukrayna çevresindeki histerisi bizi şaşkınlığa uğratıyor’ sözlerindeki mana bütünüyle, Putin tarafından ifade edilen, NATO’nun doğuya genişleme siyasetinden rahatsızlık duyulması, aynı oranda Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saygıyla dengeli ve uyumlu olmamıştır.
Menzili iki bin kilometreyi bulan hipersonik füzelerin durup dururken Rusya eliyle Akdeniz’e taşınması da bizim nazarımızda son derece kuşkulu bir adımdır. Putin, geçen hafta Ukrayna sınırından askerlerinin çekileceğini söylese de ABD Dışişleri Bakanı ‘asker çekilmediğini, bilakis kritik askeri unsurların sınıra doğru sevk edildiğini’ açıklamıştır.
Müteakiben NATO, çekilme için yeterli kanıt olmadığını vurgulamıştır. Hem ABD hem de Rusya şu andaki statüko çerçevesinde söylersek, barış ve istikrara hizmetten ne yazık ki uzaklara savrulmuşlardır. Rusya’yla güvenlik konularında müzakereye açığız diyen Biden, bir yönüyle Ukrayna’nın egemenlik haklarını da zedelemiştir.
Bizim bildiğimiz, Ukrayna’nın vesayet altında olmadığı, iradesini yabancı başkentlere devretmediğidir. Ukrayna’nın geleceğini veya güvenliğini konuşacak tek mercii bu ülkenin yönetimini teşkil eden kişiler, daha doğrusu tüm Ukrayna vatandaşlarıdır. 16 Şubat 2022 tarihinde toplanan NATO Savunma Bakanları toplantısında, NATO’nun Avrupa’nın orta ve güneydoğusuna muharip birlikler konuşlandıracağı kararlaştırılmıştır.
Ukrayna Devlet Başkanı, ‘Ukrayna’ya düşen bomba Avrupa için bir tehdittir’ ifadesiyle sıcak temas ve çatışma alanını da tarif etmiştir. Rusya’nın ilk kez temsilci göndermediği 58. Münih Güvenlik Konferansı da Kafkaslarda tırmanan gerilimin gölgesinde toplanmıştır. NATO Genel Sekreteri, bu Konferans kapsamında yaptığı konuşmada, Rusya’nın Ukrayna sınırından asker çekmediğine, çatışma riskinin bulunduğuna değinmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Rusya-Ukrayna arasında muhtemel bir savaşı kesinlikle doğru bulmuyor, bu cinayet teşebbüsüne hiç kimsenin ortak olmamasını temenni ediyoruz. Barış, huzur ve istikrarın kökleşmesi için diplomasi ve diyaloğun tek çıkar yol olduğuna inanıyoruz. Savaş yanlıştır, insanlığın kaybetmesidir.
SAVAŞ ÇIĞIRTKANLIĞI YAPAN ÜLKELERİN İYİ NİYETLİ OLMADIĞI KANAATİNDEYİZ: Ayrıca savaş çığırtkanlığı yapan, savaş çıktı çıkıyor yaygarası koparan ülkelerin asla iyi niyetli olmadığı kanaatindeyiz. İtidalli, ihtiyatlı, sağduyulu ve soğukkanlı politikalar her ülkenin çıkarınadır.
Ukrayna’nın siyasi ve toprak bütünlüğüne mutlaka saygı duyulmalıdır. Rusya’nın bu konudaki sorumluluğu ziyadesiyle fazladır. Son bilgiler dahilinde, Rusya-Ukrayna krizinde tarafların diplomatik çözüm konusunda uzlaştığının telaffuz edilmesi iyimserliğimizi ve umudumuzu her risk ve tehdide rağmen tazelemiştir.
Rusya ile Ukrayna arasında kıvılcımı tutuşturulan bir çatışma ve savaş halinin bölgesel ve küresel çapta büyük sarsıntılara, devasa yarılmalara yol açacağını görmek lazımdır. ABD ile Rusya’nın bu savaş ihtimali üzerinden nüfuz alanlarını genişletme arayışları, birbirlerinin gücünü tartma stratejileri, tehdit altındaki ülkelere daha da yerleşme siyasetleri adil, adalet, ahlak ve hakkaniyet ölçüleriyle bütünüyle terstir.
İSTANBUL DEMOKRASİYE AÇ OLSAYDI, MÜNİH’İN YOLUNU ZOR BULURDUN: Dünya, Rusya-Ukrayna arasındaki cepheleşmeye kilitlenmişken, Münih Güvenlik Konferansı’na katılanlar arasındaki bir isim de gözümüze çarpmıştır.
Türkiye’yi temsilen Milli Savunma Bakanımız bu konferansa katılmışken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da Münih’e gitmesi dikkat çekmiştir. Belediyenin işleri bitti de sırayı Münih Güvenlik Konferansı mı aldı? İstanbul Belediye Başkanı Münih’te hangi sıfat, hangi görev, hangi sorumlulukla bulunmuştur? Bu şahıs ne geziyor Münih’te? Ne arıyor konferans koridorlarında? Neyin lobi çalışmasını yapıyor? Şayet bizim bilmediğimiz, sır gibi mahfuz tuttuğu bir görevi varsa söylesin de öğrenelim. Üstüne vazife olmayan konularda görüş bildirmeye meraklı bu belediye başkanı Rusya-Ukrayna arasındaki barışçıl diyalog için hazır olduklarını açıklamış. Diğer yandan açık açık Türk demokrasisinin yetersizliğinden bahsetmiş. İstanbul’un demokrasiye aç olduğunu, Türkiye’de demokrasinin sakatlandığını, ama ölmediğini, kurumların yıprandığını, Avrupa değerlerine ve demokratik normlara özlemin arttığını ifade etmiş.
İstanbul Belediye Başkanı hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, hiçbir yüz kızarıklığı emaresi göstermeden Türkiye’yi kötülemiş ve kötü göstermiştir. Bu jurnalciliktir, köksüzlüktür, kimliksizliktir, skandal bir rezalettir. Türk milletinin oyuyla seçilen bir belediye başkanının yabancı ülkelerde milletin irade, tercih ve takdirinden şikâyet etmesi kararmış ve fosilleşmiş zihniyetini ele vermiştir.
Üstelik Türk ve Türkiye düşmanlığı aleni olan, PKK ve HDP sevdasını her fırsatta dile getiren devşirilmiş sözde siyasetçi Cem Özdemir isimli şarlatanla fotoğraf çektirip kucaklaşması soysuzluğun ete kemiğe bürünmesidir. Bu Türkiye muhalifi çürümüşle aynı kareye girmek, beraberce gülücükler saçmak PKK’yla buluşmak demektir, HDP’ye zeytin dalı uzatmak demektir, haçlı emellerine ikram demektir, bölücülüğe hizmet demektir, şerefli bir davranış da sayılamayacaktır. İstanbul sorun yumağı olmuşken, Münih’te gezen, siyaset cambazlığına heves eden, destek toplamaya çalışan, kulis yapmaya kalkışan İmamoğlu’nun İstanbullu kardeşlerimin iradesini hiçe saydığı, batının maşalığına talip olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.
İstanbul demokrasiye aç olsaydı, sen ekmeğe muhtaç olurdun. İstanbul demokrasiye aç olsaydı, Münih’in yolunu zor bulurdun. Türkiye’de demokrasi sakat olsaydı, belediye başkanlığı koltuğuna oturmayı ancak rüyanda görürdün. Gittiği yabancı bir ülkede, Türkiye aleyhine tezviratlar yapan bir işbirlikçiye aziz milletimizin ne yapacağını, nasıl bir demokrasi diyetini müstahak göreceğini, kabaran siyasi hesabı hangi vasıtalarla soracağını eninde sonunda herkes görecek ve şahit olacaktır. Bizim gözümüzde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mefluçtur. Dahası yediği ekmeğe, içtiği suya, soluduğu havaya, bastığı toprağa, aldığı maaşa, kullandığı devlet imkanlarına haksızlık yapmış, karşı duruş sergilemiştir. Ümit ediyorum ki, bu haksızlığın, bu vefasızlığın, bu kadir kıymet bilmezliğin cevapsız ve cezasız bırakılmayacağı da mutlaka görülecektir.
YUVARLAK MASANIN ALTINDA YUVARLANAN HDP’Yİ DAHA FAZLA SAKLAYAMAMIŞTIR: Zillet ittifakının ‘altı artı bir’ formatında planlayıp yuvarlak bir masa etrafında dizilerek gerçekleştirdiği 12 Şubat toplantısı geçtiğimiz hafta boyunca devamlı tartışılmış, bilahare bizim bu toplantıya yönelik isabetli tespitlerimiz haksız ve mesnetsiz eleştirilere uğramıştır.
Yuvarlak masanın can suyu olduğunu söyleyenden tutun da o masa umudun masası, o masanın genişliği 780 bin kilometrekare diyene kadar pek çok saçma sapan değerlendirme yapılmış ve son tahlilde bu minvaldeki açıklamalar gürültü kirliliğine yol açmıştır.
Mizahi karakteri üst düzeyde olan şu iddiaya bakar mısınız, yuvarlak masa heyecan yaratmış, orada bulunan zillet failleri vatan sevgisiyle bir araya gelmişler. Madem vatan sevgisine sahipsiniz, o zaman ne arıyorsunuz vatan düşmanlarıyla? Ne yapıyorsunuz vatanı bölmek için mekik dokuyan alçaklarla? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yuvarlak masanın altında yuvarlanan bölücülük odağı HDP’yi daha fazla saklayamamış, en sonunda HDP’nin yok sayılamayacağını, demokrasi konusunda özel bir vurgusu olduğunu söylemek durumunda kalmıştır.
İşte bu suçüstü halidir. İşte bu itirafname CHP-PKK-HDP ve diğer zillet partileri arasındaki onursuz ilişkiyi tekraren gözler önüne sermiştir. Zira HDP’lilerin periyodik olarak dile getirdikleri tehditvari beyanları zilletin diğer ortaklarını fazlasıyla uyarmış, dahası uykularını kaçırmış ve masanın altındaki bölücü köstebeğin sisli yüz hattının netleşmesini sağlamıştır. 1
BAK DAVUTOĞLU, BENİM 28 ŞUBAT 1997’DE BAŞBAKAN YARDIMCISI OLDUĞUMU İSPAT ETMEZSEN NAMERDİN EN ÖNDE GİDENİSİN: 12 Şubat yuvarlak masa toplantısı hususunda en sivri çıkışı beklendiği ve tahmin edildiği gibi altılı ganyanın favorisi Kobanili serok Ahmet yapmıştır. Serokun akıl sağlığıyla ilgili ciddi endişeler taşıdığımı, bu şahsın derhal tıbbi bir müdahaleyle karantina altına alınması gerektiğini düşünüyor, bunu da acil bir ihtiyaç olarak değerlendiriyorum.
Yazık olacak seroka, bu gidişle sefil düşecek, mağdur hale gelecek, Allah muhafaza tedavilere cevap vermeyen acıklı hallere sürüklenecek. Serok demiş ki, ‘Türkmen diyarı burası, gelenektir yuvarlak masa.’ Doğrudur, burası Türk ve Türkmen diyarıdır. Ancak serok Ahmet’in bu diyarla bağı kopalı çok olmuştur, yuvarlak masanın gelenek olduğuna dair iddiası da kuyruklu yalanlarına bir yenisini ekleyen bayağı bir uydurma olarak hafızalara kazınmıştır.
Onların sofrası Halil İbrahim Sofrası, bizim soframız da kurtlar sofrasıymış. Halil İbrahim sofrası mı yoksa hüsran ve zillet masası mı olduğunu elbette milletimiz biliyor, görüyor, lazım gelen değerlendirmeyi de yapıyor. Bizim soframızın kurtlar sofrası olduğuna gelince, kurdun masası kurt sofrası olur, kurtların olduğu yerde kurtlar sofrası kurulur, serok dikkat etsin, kurdun gözünü kan bürüdü mü Kobani’ye kaçmakla bile kurtulamaz.
Serok Ahmet ayrıca şu hayret ve ibret verici iftirayı hiç utanmadan dile getirmiş: ‘Bu memlekette 28 Şubat’tan son bahsetmesi gereken kişi Sayın Bahçeli’dir. Çünkü 28 Şubat’ın Başbakan Yardımcısı Bahçeli’dir.’ Bizimle ne zaman söz düellosuna girse rezil rüsva olan Davutoğlu bir kez daha şansını denemek için yalan kartlarını açmış, ağzının ayarını kaçırmış, ahlakının buharlaştığını kanıtlamıştır. Bak Davutoğlu, benim 28 Şubat 1997’de Başbakan Yardımcısı olduğumu ispat etmezsen namerdin en önde gidenisin, bu iddianı belgelendirmezsen müfteriliğin, münafıklığın, müzevirliğin, müfsitliğin en ileri, en zirve, en menfur ismi olarak anılacaksın.
Milliyetçi Hareket Partisi 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimden başarıyla çıkmış, 28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan 57’inci Koalisyon Hükümetine katılmıştır. 28 Şubat post-modern darbe girişimi ise 1997’de vuku bulmuştur. Davutoğlu ile Kılıçdaroğlu, tıpkı üzümün üzüme baka baka karardığı gibi, birbirleriyle düşe kalka yalan makinesine dönüşmüşlerdir. Müslüman yalan söylemez, söyleyemez. İnsanım diyen yalana bel bağlamaz, bağlarsa insan olamaz. Ama bunlar serok için geçerli değildir. Kılıçdaroğlu için mesele değildir. Zillete düşenler için önemli görülmemektedir.
‘28 ŞUBAT MAĞDURUYUM’ DEMESİ MASALDIR: Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun 28 Şubat mağduruyum demesi masaldır, çünkü sahip olduğu zihniyet 28 Şubat’ın azmettiricisi, provokasyon merkezidir. S-400 Hava ve Füze Savunma Sistemi’ni ‘kime karşı kullanacağız’ sorusunu pişkince soran, bu silahın gereksiz olduğunu pervasızca iddia eden Kılıçdaroğlu’nun geldiğimiz bu aşamada şifreleri çözülmüş, devir işlemi tamamlanmış, kullanım kılavuzu emperyalistlerin eline geçmiştir.
Dostu tanımayan, düşmanı bilmeyen Kılıçdaroğlu’na ve zillet ortaklarına Türkiye’nin teslim edilmesi fecaate ve milli çözülmeye davettir. Buna da göz yummamız mümkün değildir. İstismar bunlarda, iradesizlik bunlarda, ilkellik bunlarda, itibarsızlık bunlarda, çarpıtma bunlarda, aldatma bunlarda, hayal tacirliği bunlarda, siyasi kalpazanlık da bunların ortak unvanıdır.
TARKAN’DAN ZİLLETİN TARZAN’I ÇIKARTILAMAZ: Bildiğiniz gibi Türk müziğinin meşhur yorumcusu Tarkan bir şarkı sözü yazıp bunu da seslendirdi. Akbabalar leşe nasıl üşüşürse bu şarkıya da aynen musallat olanlar çıkmıştır ve hepsi meydandadır.
Tarkan ‘geçecek’ diyor, bunu da Anadolu’da yaygın bir ağız şivesiyle söylüyor. Elbette geçecek, zor günler geçecek, zillet geçecek, terör geçecek, sıkıntılar geçecek, salgın geçecek, felaketler geçecek, sorunlar bitecek, Allah’ın izniyle de buna az kaldığı görülecek. (6 rakamını göstererek) 6 rakamına lütfen dikkat buyurunuz, bu rakamı ters çevirdiğimizde tabiatıyla 9 rakamı ortaya çıkar. Mesele bakmak değil, görmek, görüleni tüm berraklığıyla göstermektir. Biz 6’ya bakınca gördüğümüz 6 oktur, yuvarlak masa çevresinde kurulan tuzaktır, tertiptir, tezgahtır, karamsarlıktır, kumpastır, Türkiye’nin sırtına bindirilmek istenen ağır külfettir. 6’yı çevirip 9 rakamına bakınca da gördüğümüz huzurdur, havaya kaldırılan 9 tuğdur, parlayan 9 Işıktır, sosyal ve ekonomik sorunların süratle geçeceğinin müjdesidir, Cumhur İttifakı’nın 2023’te açık ara öne geçeceğinin simgesidir.
Nitekim çoğu gitmiş azı kalmıştır. Tarkan şarkı sözleriyle Covid-19 dönemini kastettiğini söylüyor, hayır diyorlar, iktidarı kastettin, onların gideceğini söyledin dayatmasında bulunuyorlar. Niyet okuyucuları mevzi üstüne mevzie girerek fitne yayıyorlar. Ayıptır ayıp, bu saptırmanın, bu kandırmacanın, bu gafilce inadın kime ne faydası vardır?
İktidar şarkıyla kurulmadı, hükümet şarkıyla oluşmadı, velev ki iddialar doğru olsa bile bir şarkıyla yıkılmaz, yıkılamaz, bu tekerlek bu tümsekte kalamaz.
‘Çiçek açar güneş soldursun diye, bende Türklük için kurban doğmuşum, anamdan tanrıya son bir hediye, bende Türklük için kurban doğmuşum; dedem değirmenci, babam kaptanmış, ninem tarlalarda kavrulmuş, yanmış, bir çift ağam yurda sunulan kanmış, ben de Türklük için kurban doğmuşum.’ Bir kısmını paylaştığım bu şiiri kaleme alan, davamızın iftihar burçlarından olan saygın büyüğümüz merhum Fethi Tevetoğlu’dur ve onun kardeş torunu Tarkan’dan başkası değildir.
Buradan zillet ittifakına ekmek çıkmaz. Tarkan’dan zilletin Tarzan’ı çıkartılamaz. Vehme gerek yoktur, kuşkuları provoke etmenin faydası yoktur, bir şarkı sözünden yeni bir kutuplaşma sayfası açmanın hiç kimseye, hiçbir kesime sağlayacağı bir şey yoktur. Her şey geçer, kaldı ki hayat geçiyor, ömür geçiyor, hepsinden önemlisi Allah bizlere Sırat Köprüsü’nden geçmeyi nasip ve müyesser eylesin.
Geçmeyecek olan şeyler de vardır: İhanetin sızısı geçmez, kötü sözün yarası geçmez, şehitlerimizin acısı geçmez, mücadelenin sıcaklığı geçmez, davaya bağlılığımız geçmez, Türk ve Türkiye sevdamız asla geçmez, geçemez, geçmeyecektir.
Özellikle bu haftaki konuşmamın geçtiğimiz günlerde provasını yapanlar, Tarkan’ın şarkı sözlerini beka meselesine bağlayacağımı söyleyenler, şimdi dağılabilirler, aynanın karşısına geçip kendi hallerine katıla katıla gülebilirler. Konuşmalarıma bu kadar merak saranlar fazla çırpınmasınlar, kendilerini çok zorlamasınlar, kişiliği olmayanların başkasını taklitle zaman geçireceklerini de akıldan çıkarmasınlar. Bilsinler ki, karga bülbülü taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırırmış.
Tarkan’dan muhalif bir figür üretme peşine düşenler, tavsiyem, önce onun ‘kıl oldum abi’ şarkısını dinlesinler, ya da ‘başkası olma kendin ol’ şarkısına tereddütsüz kulak versinler. Türkiye’nin geleceğini davranışları taklit, düşünceleri satılık, değerleri savruk, siyasetleri kavruk olan asalaklar tayin edemeyecek, Cumhur İttifakı’nın muazzam iradesine pranga vurmaya hiç kimsenin nefesi yetişmeyecektir.” (ANKA)