Türkiye’de basılan çocuk kitaplarının içeriği, cinsiyetçi dilin kanıksanmasında ne kadar etkin? Haber dosyamızın bu bölümünde, kitapların hem görsel hem de metinlerinde “kadın ve erkeğe özgü” kabul edilen öğeleri, çocuk kitapları yazarı Behiç Ak ve romancı, hikâyeci, gezi yazarı Buket Uzuner ile konuştuk.
Yazar Behiç Ak, özellikle kadınların sosyal medyada etkin olmasıyla, birçok şeyin daha fazla sorgulanıp eleştirildiği, yeni farkındalıklar oluştuğu ve bunun çocuk kitaplarına da yansıdığı görüşünde. İçinde cinsiyetçi öğeler barındıran kitapların sosyal medyada teşhir edilmesini olumlu bulsa da her zaman sağlıklı bir sonuç elde edilemediğini söylüyor:
“Sosyal medyanın çok kutuplaştırıcı bir yanı da var. Kimi zaman linçler oluyor. Adam eskinin anlayışına göre masal yazmış mesela. Eski masallarda bugün için çok pornografik gelen, cinsiyetçi gibi gelen öğeler oluyor. Anadolulu biri onları kullanmış, masal yazmış. Hemen onunla ilgili bir linç kampanyası başlatılıyor ve sonunda hapse bile girebiliyor kişi. Nasrettin Hoca hikayeleri de çok belden aşağıdır aslında. Hep sesksist öğeler vardır. Ama bugünün çocuk eğitiminde, pedagojisinde elbette uygun değildir, ki zaten çocuk eğitimi için yazılmış masallar değil, onlar halk masallarıdır.”
‘Kız kitapları’ olarak satıldığında alıcı buluyor
Ak, tüm dünyada çocuk kitaplarının üretim ve satışı sürecinde cinsiyetçilik olduğunu, bunun ticari kaygılarla yapıldığının altını çiziyor:
“Mesela kız kitapları Almanya, İngiltere, Amerika, Fransa’da da çok çok yaygın. Çünkü son derece ticari bir şey. Küçük çocuklara hanımefendi gibi davranılmaya başlanması, onların cinsel kimliğini ortaya çıkaran şeyler giydirilmesi ile aynı durum bu. Çocuk edebiyatında da konuların ele alınış biçimlerinde, yaklaşımlarda böyle bir tavır söz konusu. Kızlara yönelik hikayeler var. Satanlar da öyle olmaması gerektiğini mutlaka düşünüyorlardır ama kız kitabı olarak sattığınızda alıcı kitlesi oluyor. Cinsiyetçilik, seksizim ya da adına ne derseniz deyin küçük yaştan itibaren veriliyor. Bunun arkasında toplumsal ideolojilerin, o toplumdaki yaşam biçiminin rolü var. Ticaret var. Velilerin belli duygularını sömürerek kendine ticari alan açma var. Neyse ki, özelikle butik olan, çocuk edebiyatı konusunda kafa yoran, çocuğu bir birey olarak ele alan, kahramanların seçiminde cinsiyetçi şekilde yaklaşmayan yayınevleri var. Günışığı Kitaplığı, üç kadının kurduğu bir yayınevi ve çok hassaslar bu konuda. Can Yayınları da öyle. Ana akım yayınevlerinde, büyük kitlelere hitap eden yayınevlerinde böyle bir tutum olmadığını görüyoruz.”
Edebi diyemeyeceğimiz ayrımcı çocuk kitapları var
Genel yaklaşımın cinsiyetçiliği aşma yönünde olduğunu, bu çabayı ise çocukların ta kendisinin körüklediğini düşünüyor Ak:
“Önce şunu belirtmek istiyorum. Bizde cinsellik tabu, cinsiyetçilik normal olarak görülüyor. Eğitimde de bu böyle ve tehlikeli bir şey. Cinsellik kriminal ya da ayıp bir şey değil. Şiddet ayıp ve kriminaldir. İnanılmaz ayrımcı ve edebi diyemeyeceğimiz çocuk kitapları ortaya çıkabiliyor. Ama genel eğilim, bu cinsiyetçiliği aşmak yönünde, ona doğru gidiyor. Hem muhafazakâr çevrenin belli bir kesimi olsun hem de diğer çevreler, bu cinsiyetçi anlayışı aşmak istiyor. Bu çabayı körükleyen çocukların kendisi ta kendisi. Çocuklar aileleri zorluyorlar artık. Onlara sıradan, tatsız tuzsuz bir hikayeyi yutturmak kolay bir şey olmamaya başladı. O yüzden kendilerini insan yerine koyan, birey olarak ele alabilen hikayeleri tercih etmeye başladı çocuklar. Açıkçası kitabımı okuyan her çocukla konuşmak benim için başlı başına bir eğitim olmaya başladı, onlar beni eğitiyorlar.”
Prens kurtaran prensesler de olmasın!
Prens kurtaran prenses içerikli kitapları da onaylamıyor Ak, gerekçesini ise şöyle anlatıyor: “Bence onlar da negatif, o da cinsiyetçi bir tutum. Pozitif ayrımcılığa çok fazla inanmıyorum. Ayrımcılığa gerek yok, normalleşmeye ihtiyacımız var. Pozitif ayrımcılığın gitti yer gettolaşma oluyor.”
Bir gün feminizm kelimesine ihtiyaç duymazsak eğer…
Yazar Buket Uzuner bu konuda aksini düşünüyor. Agresif bile olsa, kitaplardaki bu tavrı normal buluyor. “Çok normal. Agresif bile olsa, çok ekstrem uçlarda bile olsa, bunun olması doğal. Bunu destekliyorum anlamında söylemiyorum. Bastırılmış bir hareket, ilk defa hava, nefes almaya, kendine bir ışık bulup oradan fışkırmaya, sesini duyurmaya başladığında önce ekstrem uçlarda hatta fanatikliğe varabilecek şeyler olur. Normal. Bir gün feminizm kelimesine ihtiyaç duyulmadığında, feminizm var ama maskülenizm niye yok diye alay edilmediğinde, 8 Mart niye var diye sorulmadığında bunlar unutulacak.”
Erkek de olsam feminist olurdum
Türkiye’de yaşayan bir kadın yazar, feminist olarak öncelikle coğrafyanın ve kültürün getirdiği bir temkinlilikle feminizmin ne olduğunu her zaman açıklamak zorunda kalıyorum. Çünkü öyle bir kuşaktan geliyorum ki, feminizmi erkek düşmanlığı, feministi de çirkin kadınlar olarak değerlendirmiş bir kuşaktan geliyorum. Kendimi hiçbir zaman çirkin bir kadın olarak görmedim, ikincisi de erkek de olsaydım feminist olurdum. Çünkü öyle erkek dostlarım da var. Feminizm insanın kadın haklarıdır.”
Eskiden oğlan olarak doğan çocuklar erkek olarak doğuyor artık
Uzuner, “Kızlar kız olarak doğup bayan olarak yaşıyorlar” kadın, erkek söylemlerindeki yanlışlığa vurgu yapıyor:
“2000’lerin ortasında Kanada’dan York Üniversitesi’nden davet almıştım. Dilin cinsiyeti diye bir konferansa gitmiştim. Orada henüz yeni yeni konuşulmaya başlanmıştı; kadın kelimesinin birden bayana dönüşmesi. Örneğin bizim çocukluğumuzda kadın kuaförü denilirken, birden bütün şehirlerde kadın kelimeleri silinip bayan kuaförü dendi. Ben lisedeyken voleybolcuydum. Liseli genç kız olmama rağmen ‘kadın voleybol takımı’ denirdi. Bütün bunlar ‘bayan voleybol’a dönüştü. Benim erkek kardeşim doğduğunda, doğum kayıtlarında oğlan yazıyordu. Yani kız çocuğunun karşılığı oğlan çocuğudur. Bu artık değişti. Türkiye Cumhuriyeti’nde doğan bütün oğlan çocukları erkek olarak doğuyorlar. Ama bir kız çocuğu kadın çocuğu diye yazılmıyor. Kızlar kız olarak doğup bayan olarak yaşıyorlar.”
Kitaplardaki aile fotoğrafı
“Kitaplar denetlenmiyor” diyen Buket Uzuner, kitaplardaki cinsiyetçi bakışla ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Benim çocukluğumdaki kitaplarda aile fotoğrafı, aile resmi çizildiğinde kitaplara ki görsel sözden de daha etkili çünkü okula gitmemiş, okuma yazma bilmeyen çocuk da onu anlıyor. Anne ile baba koltukta oturur, çocuklar oynardı. Şimdi erkek oturma odasında gazetesini okuyor veya televizyon seyrediyor, anne mutfakta arkası dönük bulaşık yıkarken gösteriliyor. Yani bizim toplumsal görevlerimiz, kadının toplumdaki tanımı da çocuklara farklı olarak gösteriliyor.”
“Ben Ah Bir Kedi Olsam adlı çocuk kitabımı yazarken cinsiyetçilik meselesine çok özen gösterdim. Bir oğlan çocuğunun hikayesi ve onun ağzından anlatıyorum. Kız arkadaşına diyor ki, bence bu devrimci bir cümle. ‘Cansu benim okuldaki en yakın arkadaşım onu çok seviyorum. Çünkü çok oyun biliyor ve insan onun yanında hiç sıkılmıyor. Bunu bir kız için söylüyor. Benim gibi düşünen birisinin kitabında böyle bir şey var ama çoğunlukla basılan kitaplar denetlenmiyor, hangi editörden geçiyor bilinmiyor. O yüzden iyiye gidiyor diyemeyiz. Okullara yollanan kitaplara baktığımızda sayıca öyle değil.”
“Peter Pan’ı kız çocuğu zannetmiştim”
“Ben küçük bir kızken bir tane küçük kahraman bulamazdım. Peter Pan’ı bir kız oyuncu oynadığı için onu kız zannetmiştim. Bugün belki de benim Defne Kaman’ın maceralarını yazmamın sebebi o küçük kızın arayışı ve yalnızlığıdır. Bu konuda bununla ilgili olduğunu düşündüğüm bir örnek var. J.K Rowling, Harry Potter’ı yazarken kendi anılarında anlatıyor. O sırada kendisini küçük bir kızı var. Harry Potter diye yazmaya başlıyor. Diyor ki İngiliz editör J.K Rowling’e hiçbir oğlan çocuğu bir kızın kahraman olduğu maceraları okumaz, filmleri izlemez. Nitekim kadın kendi adını da J ve K harfleriyle kısaltıp erkeğimsi J.K Rowling’e çeviriyor. Burada tabii bu oğlan çocuğu erkek olmak, bunun yüceltilmesi ve bunun dilde ne kadar etkili olduğunu da görmüş oluyoruz.
Aslında bütün konuşmamızın altında yatan hastalık bu. Sadece Türkiye’ye özgü değil bütün dünyanın.
Bugün geldiğimiz savaşlar, çevre yıkımları, kadın cinayetleri hepsinin altında bu hastalık yatıyor. Bu bir irin.
“Kadınlar sorgularsa…”
Tek bir çözümü var. Şu anda biz onu yapıyoruz. Yani bir kadın gazeteci ile bir kadın yazar bu konuyu konuşuyoruz ve bunu yayınlayacağız. Ne kadar çok kadın her alanda çalışmaya başlar ve bunu sorgulamaya başlarsa, o kadınların oğulları da farklı olmaya başlıyor. Daha çok kadının hayatın içine girmesi, sözünün dikkate alınabilmesi için de ekonomik özgürlüğünün olması gerekiyor.”