KIVANÇ ERSOY
Milan Kundera 94 yaşında vefat etmiş.
Bir zamanlar yazdığı her şeyi hırsla, öfkeyle ve bazen şaşkınlıkla okuyan bir gençtim, kendi gençliğime bir selam ederek anmış olayım: 90'lı yıllarda sosyalist olmuş bir gençseniz, karşınıza her fırsatta çıkan her türlü reel sosyalizm eleştirileriyle hesaplaşmanız gerekirdi. Duvar çökmüş, biraz da üstümüze çökmüş gibiydi ve sosyalist olmak dünyanın en mantıksız şeyi gibi duruyordu.
Dünyada yükselen bir sosyalist hareketin olduğu ya da en basitinden umudun olduğu 60'lı 70'li yıllarda sosyalist olanların aksine, 90'larda sosyalist olmak bazıları için bir gençlik marjinalliği ama daha küçük bir azınlık için bir derviş inadına dönüşmüştü. Buna rağmen, daha adil bir dünya için başka bir seçenek olmadığını gören bir gencin rüzgara karşı yürümeyi, eğilip bükülmemeyi göze alması gerekiyordu.
Bazıları bunu katı bir dogmatizmle sağlamaya çalıştılar, eleştirileri inkarla savuşturmayı ve eleştirileri yayan emperyalist odaklara dikkat çekmeyi tercih ettiler. Ben bu eğilime baştan mesafeliydim. Geçen 25-30 yılda o dogmatizmle yola çıkıp, örneğin Orwell ya da Kundera okuduğum için beni eleştiren arkadaşlarımın pek çoğunun genel olarak bile sosyalizmin safında olmadığını görünce, eleştirilerin içinde çöp olanlara güzel cevap vermenin yolunun sosyalizmin kaliteli eleştirilerini ciddiye alarak okumaktan geçtiğini düşünüyorum.
Bunu o zamanlar böyle formüle edemezdim, ama Lenin bize nasıl "ne yapmamız gerektiğini" anlattıysa Kundera ve Orwell'in de bize "ne yapmamamız gerektiğini" iyi anlattığını düşünüyorum.
İçlerinden Orwell daha bizim dünyanın insanı olarak yola çıkmıştı. Bir İngiliz genci olarak tutup İspanya İç Savaşı'na katılmak, orda POUM'a katılmak, orda yaralanıp dönmek, sonra komünist harekette çeşitli hayal kırıklıklarına uğrasa bile içe dönmek yerine bunları iki güzel kitapla güzelce yazıp anlatmak iyi bir devrimci hayatın başı gibiydi. Ama maalesef sonunda arkadaşlarını ihbar eden bir ihtiyara dönüşmüştü.
Kundera ise tam tersine, bir komünist partisi tarafından yönetilen, bir "halk demokrasisi"nde bir parti üyesi olarak başladığı hayatında, iki defa o partiden atılmış olmasına rağmen, o partiyi de, belki o "halk demokrasisini" de kelimenin gerçek anlamıyla halkın demokrasisi haline getirebilecek yegane devrimci atılım olan Prag Baharı'nı emeğiyle ve yazdıklarıyla savunarak çok daha devrimci bir yerde kaldı.
Yazdıkları Batılı emperyalistlerin işine geliyor muydu, evet, o yüzden mi parlatıldı, evet, ama o bunları bu yüzden yazmamıştı ve ne yapmamamız gerektiğini çok güzel anlattı.
Orwell kadar büyük bir yazar değildi belki ama Orwell'den farklı olarak hiçbir zaman ilkelerini satıp ihbarcı durumuna düşmedi, anlattığı gerçekliğe bağlı bir insan olarak yaşayıp öldü.
20. yüzyılın kapanmamış bir defteri daha kapandı. Başımız sağ olsun.