Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında hazırlanan Yasaksız Meydan’da Boğaziçi Direnişi’nin bir ayını mercek altına aldığımız haber dosyasının ikinci kısmında konuklarımız Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve Boğaziçi Dayanışma Grubu’ndan Esra Çalışkan ve öğrencilerin avukatlarından Levent Pişkin.
Esra Çalışkan, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği öğrencisi. Protestoların başından beri basınla dayanışma grubunda gönüllü çalışan Çalışkan, daha önce de demokratik rektör seçimi için eylem yaptıklarını hatırlatarak şunları anlatıyor:
“Şaşkınlık, üzgünlük, öfke hepsi bir arada”
“Bu, ilk defa olan bir protesto değil, ama bu sefer çok ses getirdi. Daha önce de atamalara karşı sesimizi yükseltmiştik. Mehmet Özkan atandığı zaman da aslında biz okulumuza seçimle rektör gelmesini istiyorduk. Bu sefer durum biraz daha farklıydı; belki atanan kişinin ekstradan yetersiz olduğunu düşünmemizin de etkisi vardır. Bu benim bireysel görüşüm. Öğrenciler arasında dayanışma çok daha hızlı yayıldı. Ben de dahil, öğrenciler bir anda koordine oldular; birisi medyaya bakıyor, birisi eylemliliğin direkt saha faaliyetleriyle ilgileniyor… Ben de çok şaşkındım o dönemde, ama şu an için gelinen noktada şaşkınlık, üzgünlük, öfke hepsi bir arada diyebilirim.”
“Büyük bir aşkla yapıyoruz”
Çalışkan, öğrenciler arasındaki iş bölümü, dayanışma ve koordinasyonu anlatırken “Büyük bir aşkla yapıyoruz” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Öğrenciler gerçekten büyük bir dayanışma içerisinde, çünkü bunu büyük bir aşkla yapıyoruz. Biz barışçıl bir protesto sürdürmek için en başından beri elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Şu anda bazı karalama kampanyaları, bazı ana akım medyanın haber yanlışları olsa da biz bir yandan doğru haberi doğru kaynağa ulaştırmak için çok çabalıyoruz. Ben işin basın tarafında olduğum için bu kaynaktan konuşuyorum. Gerek sahada, gerek eylemlerde, gerek basına haberi ulaştırırken hep doğru, barışçıl bir şekilde protestomuzu yapıyoruz ve taleplerimizi dile getiriyoruz.”
“Derin, karmaşık duygular”
Kolluk gücünün şiddete başvurması, öğrencilerin gözaltı süreçlerindeki ev baskınları, kapıların hatta duvarların kırılması ve nihayetinde tutuklanan arkadaşlar… Tüm bunların Çalışkan’a hissettirdiği en önemli duygu “isyan”:
“Bir yandan kişisel olarak ‘biz bunu istemiyorduk, bize neden bu şekilde davrandınız’ isyanında bulunmama sebep oluyor. Benim için başlarda işin içinde sadece bazı basın mensuplarının bizimle ilgilenip, röportaj yapması vardı, ama sonrasında polis şiddetiyle karşı karşıya kaldık. Sırf hoşlarına gitmediği için, haberlerin çarpıtılmasıyla, hiçbir din düşmanlığı işin içinde yokken öğrencilerin kolektif şekilde hazırladığı sergi nedeniyle arkadaşlarımızın tutuklu yargılanması, birkaç gün içinde iki arkadaşımızın tutuklu olarak içerde bekliyor olması bizi üzüyor. Biz barışçıl bir şekilde eylemlerimizi sürdürürken, bu kadar koordine bir haldeyken bize böyle tepki vermeleri bizi derin, karmaşık duygulara sokuyor. Eylemlerde her zaman bulunamıyordum. Bazı arkadaşlarımız uzaktan desteğe açık haldelerdi, ben de bir nevi onların içindeydim. Şarkıları değiştirerek katılıyorduk, Boğaziçili müzisyenler de böyle şeyler yapmışlardı. Ben de bir gece vakti evde oturdum karaladım. Kendi sosyal medya hesabımdan paylaştım. “Öyle Bir Yerdeyim Ki” şarkısını değiştirdim, o sırada gerçekten ne eylemdeydim ne alandaydım ne de evimdeydim. Böyle karmaşık duygular içinde kalıyor insan. İfade edemiyorum çok fazla duygularımı.”
“Bence taleplerimizi okumalılar”
Direnişi başka bir yöne evriltmek gibi bir niyetimiz olduğunu düşünmüyorum. Biz barışçıl eylemlerle sadece Boğaziçi’ne değil diğer tüm üniversitelere de rektörlerin seçilerek üniversitelere gelmesini hedefliyoruz. Bu olay Boğaziçi’nde ses getirdi, ama diğer üniversitelere de atama yoluyla kayyum rektörler atanmıştı. Biz tüm bunlara karşıydık. Hükümetin farklı gündemden bahsetmek istemesi, ama bizim tepkilerimiz gündeme geliyor olması hükümetin biraz canını sıkıyor bence. Çünkü kendileri farklı şeyler konuşmak istiyor, ama biz buna direniyoruz. Dediğim gibi bizim niyetimiz farklı bir yere götürmek hiç olmadı. Sadece taleplerimizi belirttik. Bence taleplerimizi okumalılar.
Boğaziçi Dayanışması’nın metninde de taleplerimiz çok net bir şekilde ifade ediliyor:
Melih Bulu’nun istifası, tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakılması. Bir aday kulübümüz olan LGBTİ kulübüne saldırı düzenlenip içerisinin darmadağın edilmesi, fişleme çalışmaları yapılarak, linç politikası uygulanması gibi karalama kampanyalarının sona erdirilmesi gibi taleplerimiz var. Bunlar görünürde çok basit talepler, ancak şu anda karşılanmıyor ve ben bunların karşılanmasını bir kez daha buradan talep ediyorum. Boğaziçi dayanışmasının metnini okurlar mı bilmiyorum, ama bence okumalılar ve taleplerimize göre hareket etmeliler.”
TIKLAYIN / Boğaziçi Direnişinin birinci ayı 1 - Can Candan anlatıyor: “Boğaziçi rengarenk çiçeklerin açtığı bir bahçe gibi”
“Neden bizi fişliyorlar”
Özellikle LGBTİQ öğrenci arkadaşlarına yönelik ayrımcılık, hakaret ve sosyal medyadaki linç hareketini kınadığını belirten Esra Çalışkan, devam ediyor:
“Bütün arkadaşlarımın böyle düşündüğünü biliyorum. Okulumuzdaki tüm kulüpler bu konuyla ilgili postlar paylaştılar; LGBTİ lar varlar, her yerdeler diye. Gerçekten varız ve hep beraberiz. Neden bizi fişliyorlar ve dışlama kampanyası yürütüyorlar, anlamış değilim. Bu yüzden bu yayında bir yandan onların sesi de olmak istiyorum. Bu kampanyalara da bir an önce son verilmesini talep ediyorum. Tüm öğrenciler bundan muzdarip, çünkü öğrenciler homofobik söylemlerde bulunmuyor. Okulumda böyle öğrencilerin olmadığını farz ederek konuşuyorum.
“Şiddet içermeyen eyleme karşılık polis şiddeti”
Bizim eylemlerimizi şiddete dönüştürmek gibi bir niyetimiz hiçbir şekilde olmadı, ama polis şiddeti ile karşı karşıya kalan biziz. Adliyelerde avukatlar ve polis arasındaki şiddeti de gördük. Bunlar çok acı şeyler. Türkiye’de yaşıyoruz, ama burada yaşayan bir birey olarak ama bunlara alışmak istemiyorum. Paylaşılan videolarda da bazı öğrenci arkadaşlarımız şöyle ifade ediyordu: ‘Siz bize bunları yaparsınız biz buradan beyin göçüyle taşınıp gideceğiz.’ Boğaziçi’nde bunlar ilk üç yüzden giren öğrenciler değil ki deyip bizi aslında farklı yerlerden atıfta bulundular. Farklı şekillerde dalga geçmeye çalışıldı, ama bunları hiç önemsemiyorum. Bundan sonrası için şöyle söyleyebilirim: Biz yine barışçıl olarak sürdürmeye devam etmeye çalışacağız. Anayasal haklarımızı, yurttaş gazeteciliğimizi ve eylemlilik sürecindeki haklarımızı kullanmaya devam edeceğiz. Bu şekilde linç ve karalama kampanyaları ile bir yere varılamayacağını, kendi adıma her yolu deneyerek eylemliliğimizin arkasında olacağımızı söyleyebilirim.”
Avukat Levent Pişkin: “Yandaş medya ve hükümet hedef gösterdi, öğrenciler tutuklandı”
Avukat Levent Pişkin, direniş boyunca yaşanan gözaltılar, tutuklanma süreçleri ve adliyelerde geçen geceli gündüzlü hukuki süreci aktarırken, öğrencilerin uğradığı yoğun hak ihlallerinin altını çiziyor.
Pişkin, açık hava sergisindeki “LGBTİ simgeli Kabe enstalasyonu” ve sonrasında yaşananlarla ilgili şunları söylüyor:
“Oradaki gözaltı süreci tamamen yandaş medyanın ve hükümetin hedef göstermesi sonucu başlayan bir süreçti. Ayrı bir soruşturma açıldı. Bu soruşturmaya istinaden ifadeler ve gözaltılar oldu. Bu ifade ve gözaltı sürecinde suçlama, 216/3'tü, yani dini değerlere hakaret. Ama daha sonra cumhurbaşkanı ve bir takım bakanların devreye girerek açıklamalar yapmalarıyla zannediyorum 216/3'ten bir tutuklama çıkmayacağı için savcı sevk maddesini 216/1 yaptı. O da ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ olarak geçiyor. 216/1'den 2 tane arkadaşımız - Doğu ve Selahattin - tutuklandı, 2 arkadaşımıza da ev hapsi kararı çıktı. Biz bunun hukuka ve kanuna uygun olmadığını, dolayısıyla bu kişilerin derhal serbest bırakılması gerektiğini, her ne kadar konuttan çıkmama yasağı bir adli kontrol olarak düzenlense de 109.maddede CMK'nın orantılı bir adli kontrol tedbiri olmadığını ve hapis gibi işlem görmesi gerektiğinden dolayı tutuklamalara dair itirazlarımızı yaptık. Şimdi itirazların sonuçlanmasını bekliyoruz.”
“Bu bir siyasal yargılamadır”
Avukat Pişkin hukuki açıdan tüm sürecin “siyasi bir yargılama” olduğunu düşünüyor: “Biz süreç içerisinde de mahkemede de dile getirdik, bu siyasal bir yargılamadır dedik. Asıl olarak 216/1 kapsamında yargılanması gerekenler, LGBTİ'lere sapkın diyenler, azgın azınlık diye belirtenler. AİHM kıstasları uyarınca, Türkiye ve Dünya'daki çağdaş hukuk düzenlerine nefret söylemi olarak geçecek, ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmeyecek hususları kullanan insanların yargılanması gerekirken, bu sergiyi organize eden insanlar yargılandılar ve yargılanmaya devam ediyorlar. Daha doğrusu soruşturuldular ve soruşturulmaya devam ediyorlar.
“Korunması gerekenler hedef gösteriliyor”
Burada LGBTİ 'ları topyekün bir ayrıştırma ve nefret objesi ilan etme süreci var. Bu da kuşkusuz korunması gerekenler aslında, bir cinsel azınlık olarak tabir edilebilecek grubun doğrudan hedef gösterilmesi, durumu daha da kritik bir hale getiriyor. Tartışmalardan fırsat olmadı, İslam ve LGBTİ meselesi üstünden İslam ve LGBTİ iki karşıt, zıt gruptur diye bir algı var. Değildir. Böyle bir zıtlık tamamen, diğer her şey gibi kurgudur. Bu kurgunun bir neticesi olarak yargıdaki eril, homofobik ve muhafazakar zihniyetin basit bir neticesi olarak, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybetmesinin de tabii ki doğal sonucu olarak bu 4 arkadaşımız günah keçisi ilan edildi. 2 tanesi tutuklandı ve Metris Cezaevi'nde kalıyorlar.”
Pişkin, tutuklanmayan öğrencilerin de “ev hapsi” cezası aldığını söylerken, sürelerinin de belli olmadığını, “adli kontrol tedbiri” olarak uygulandığını belirtiyor:
“Ocak ayının başından itibaren İçişleri Bakanlığı'nın verdiği resmi rakamlara göre 34 tane ev hapsi var. Türkiye çapında 528 gözaltı var ve şu ana kadar da 4 tane de tutuklu var. Şu an 5 tane arkadaşımız da tutuklanma talebi, 1 arkadaşımız da ev hapsi talebiyle Kartal'da Sulh Ceza Hakimliği sorgusuna çıkmayı bekliyor. 62 arkadaşımız da, 62 kişi de Vatan Emniyet'te ifadelerini veriyorlar şu an. Tam şu konuştuğumuz esnada. Dolayısıyla bekleyip göreceğiz neler olacağını. (*Editör notu: Röportajımızın hemen ardından, 7 Şubat Cumartesi gecesi sabaha karşı 4 kişi, 8 Şubat Pazar günü ise 2 kişi daha tutuklandı, toplam tutuklu sayısı 10’a çıktı.)
“Darbe kanunu olan 2911'den tutuklama gördüğümüz zamanlardan geçiyoruz”
Avukat Levent Pişkin, “Çok ironik olarak barışçıl toplantı ve gösteri hakkını, anayasal vatandaşlık hakkını kullanan insanlara ‘kanunsuz eylem yapıyorsunuz’ deniyor. Hukukçu gözüyle nasıl yorumlarsın?” sorumuza şu yanıtı veriyor:
“En zorlandığım kısım herhalde bu hukuki yorumlama kısmı. Çünkü ne tutuklama gerekçelerinde ne de diğer soruşturmalarda hukuki olarak yorumlanacak bir şey var.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, en baştan beri aslında bir darbe kanunudur. Fakat öyle bir hale geldik ki, 2911 sayılı kanunun darbe kanunu olmasına rağmen aslında onun uygulanması için çabalıyoruz.
Darbe kanunu olmasını, dolayısıyla özgürlükleri kısıtlayıcı bir kanun olması meselesini tartışamıyoruz. Neredeyse eski uygulanabilir halini arar olduk. 2911'den tutuklama görebileceğimiz, gördüğümüz zamanlardan geçiyoruz. Bu zaten yeterince başlı başına bir enteresanlık, gariplik olduğunu ortaya koyuyor. Nedir peki bu toplantı ve gösteri yürüyüşü meselesi?
Anayasa'nın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme başlıklı 34. maddesinde "herkes" diyor, "önceden izin almaksızın, almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”. Benzer şekilde Türkiye'nin taraf olduğu, Anayasa'nın 90. maddesinin 5. fıkrasına göre kanunların üstünde sayılan, AİHS'in 11. maddesi de dernek kurma, toplantı özgürlüğü maddesinin içeriğini düzenliyor. Herkesin asayişi bozmadan toplantılar yapabileceğini, dernek kurabileceğini ve başkaları ile birlikte eylem yapabileceği, sendikalara katılabileceğini düzenliyor.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 3. maddesi de ‘Herkesin önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymayacağı amaçlar doğrultusunda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğunu’ belirtiyor. Şimdi, nedir bu toplantı ve gösteri yürüyüşünün özü? Aslında bir ifade özgürlüğünün bir alt dalıdır diyebiliriz. Bu demokratik bir toplumda herkesin görüşlerini, düşüncelerini toplanarak bir konuya ortak karşı çıkışı belirtmek açısından gerekli ve temelli bir hak.”
“Barışçıl toplanma ve gösteri hakkının ihlal edilmesi, ifade özgürlüğün ihlalidir”
Pişkin “Bir ifade özgürlüğü aracı” olarak nitelendirdiği barışçıl toplantı ve gösteri hakkı ihlalinin aynı zamanda bir “ifade özgürlüğü ihlali” olduğunun altını çiziyor:
“2911'e yönelik, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik müdahaleler temelde ifade özgürlüğü hakkının ihlalidir. Aynı zamanda AİHS 10 bağlamında bir de ifade özgürlüğü ihlalidir. Şimdi, nedir mesela bir gösteriyi yasadışı kılacak olan? Bunlar kanunda açıkça belirtilmiş, saldırı olacak, yasaklama olacak. Ama yasaklama nasıl olacak? Anayasa'nın 13. ve 15. maddesi, sınırlama, hakların sınırlandırılması ve durdurulmasına ilişkin maddeleri çok açık diyor ki, ancak kanunla sınırlanabilir. O zaman tartışmamız lazım. Kaymakamlık kararıyla bir hafta boyunca, süresiz ya kesin bir süre boyunca yasaklanmış olması geçerli midir değil midir? Ya da valiliğin ay boyunca belli bir coğrafyada, belli bir bölgede, belli bir mekanda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklaması geçerli midir, değil midir? Hayır, değildir. Ne Anayasa 13'e göre geçerlidir, ne Anayasa 15'e göre geçerlidir. Bir kere bir sınırlandırma ve durdurma mı var? Bu bir konuşulmalı. Bana göre “durdurma” var ve durdurmanın olması için kanuni bir emir şart. Siz tutup genel sağlık gibi gerekçeler ile belli olmayan, muğlak olan, içi doldurulmaya elverişli, herkes tarafından doldurulabilecek sübjektif şeylerle de bir hakkın kullanımını kısıtlayamazsınız, bir. Daha önemlisi, siz bir hakkın kullanımını bir idari amirin kararı ile kısıtlayamazsınız. Anayasa çok açık. Kanunen kısıtlama gerekir. Kanun ne zaman kısıtlama koyarsa; kanun der ki "Bu hallerde kısıtlama, olağanüstü ve sıkı yönetim durumları da dahil olmak üzere” Yani kanun bir kısıt koyduğu an, tamam, kısıtlanabilir. Ama siz bir idari amirin yetkisine ve kararına dayanarak bir hakkın kullanımını kısıtlayamazsınız.”
Pişkin, “Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasadışı kılınmasının kendisi yasadışı” diyerek yasakların ne denli kanuna aykırı olduğunu açıklıyor:
“En baştan valilik ve kaymakamlığın bu yasak kararlarının hukuka ve kanuna; Anayasa'ya aykırı olduğunu ve dolayısıyla bunların sırf bir hakkın kullanımını yasadışı kılmayacağını belirterek başlayalım. Yasadışı bir hak kullanımı söz konusu değil, zira o toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasadışı kılınmasının kendisi yasadışı. Anayasa'ya aykırı. İnsanlar Anayasa'dan kaynaklanan, uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan, kanundan kaynaklanan haklarını kullanıyorlar. Barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını herkes kullanabilir. Önceden izin almaksızın kullanabilir ve insanlar da tam olarak bunu yapıyorlar. Siz bunu yaparken insanlara müdahale edip, bu insanları sırf haklarını kullandıklarından dolayı, sırf özgürlüklerini kullandıklarından dolayı gözaltına almış olursanız ya da yakalama kararı çıkartmış olursanız, bu yakalama ve gözaltı kararının bizzat kendisi de hukuka ve kanuna aykırı olur. Burada aslında polis tarafından işlenen suç hürriyeti tahdit suçudur. Çünkü siz, yasal olmayan bir şekilde yasaya uygun olmayan bir şekilde insanları özgürlüklerinden mahrum bırakıyorsunuz. Niye, sebep ne? 2911 sayılı yasaya muhalefet. Nereden muhalefet? Silah mı kullanılmış? Hayır. Taş mı kullanılmış? Hayır. Polis dağılın uyarısı yapmış da insanlar dağılmamış mı? Hayır. Hiçbiri yok.
“Burası hâlâ Anayasa’nın ikinci maddesine göre bir hukuk devleti”
Kanunun 28., 29., 32., 33. maddelerinin belirlediği kriterlerin hiç biri yokken, siz bu insanları sırf temel haklarını -Anayasa'nın 34. maddesinde kanunun 3. maddesinde AİHS'in 10 ve 11.maddelerinde belirtilen hakları- kullandıkları için özgürlüklerinden mahkum bırakamazsınız. İki artı iki eşittir dört. Bu kadar basit bir hesap. Ve siz, yeniden söylüyorum, idari amirin yetkisine dayanarak, idari amirin tek bir kararıyla kanunla kısıtlanması gereken temel hak ve özgürlükleri kısıtlayamazsınız. Burası hala Anayasa’nın ikinci maddesine göre bir hukuk devleti. Eğer hukuka uygun olarak gidecekse bir şeyler, en azından idarenin en başta kendi çıkardığı kanunlara saygı duymasını bekliyoruz. Eğer idare buna uymuyorsa, insanları buna uymamaktan yargılamak bir tuhaf kaçıyor, bir enteresan kaçıyor. Ben hukukla bağlıyım, sen hukukla benden daha çok bağlısın.”
“Tüm vakalarda neredeyse en az bir kötü muamele var”
Pişkin, Boğaziçi eylemlerinin en sık spekülasyon yapılan konuların başında gelen “gözaltında işkence ve kötü muamele” iddialarına ilişkin de şunları söylüyor: “Gözaltında işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilmesi, yani AİHS 3'ün sistematik ihlalini çok konuşuyoruz. Burada “münferit” bir vakadan bahsetmiyoruz artık. Bize gelen tüm vakalarda, konuştuğumuz tüm vakalarda neredeyse en az 1 kötü muamele var, diğerlerini saymayacağım bile. Hâl böyleyken, siz tutup "hayır bu vakalar münferittir" diyemezsiniz. Polisin tutumundan, avukatlara yönelik tutumundan başlayalım, gözaltındaki insanlara yönelik tutumuna kadar devam edelim. Polisin LGBTİ öğrencilere yönelik tutumundan başlayalım, polisin dışarıda herhangi bir bireye karşı olan tutumundan devam edelim. "Ben devletim" anlayışıyla bireyin karşısında çıktığınız, haklarını kısıtladığınız noktada, bireyin karşısına kamu özgürlüklerini koyduğunuz noktada hukuk işlemeye başlar. Ve oradaki hukuk bir takım usuli kurallara bağlıdır. Eğer siz bu usulü geçip bu usulsüzlüğe gömülürseniz, ortada bir kaos, bir anarşi, adına ne derseniz deyin, bir düzensizlik hali mevcut olur. Ve bu noktadan sonra kimseyi hukukla bağlıdır ya da değildir diye tartıştıramazsınız ve bize de tartışacak bir nokta bırakmazsınız.”
“Eylem için izin alınması gerekmiyor, ama fişleme var”
Pişkin, “OHAL dönemiyle birlikte toplumdaki algı giderek “kanunsuz eylem yapıyorlar”a gelip kilitlendi. Kim sokağa çıkarsa, kim basın açıklaması yaparsa yapsın, grup fark etmeksizin sokağa çıkmak sanki yasak, sanki mutlaka izin alınması lazım gibi bir algı oluştu” görüşünü paylaşardak, şöyle devam ediyor: “Kanunsuz eylemin şartları bellidir, bu şartları taşımayan hiç bir eylem yasadışı ilan edilemez. Kimse fişlenemez. Kimse hakkında terör örgütü iltisakı vardır diye bir bakanlık açıklama yapamaz. Bunun adı fişlemedir. Sırf 1 kişi sizin fişlemenize göre, sizin istihbari raporlarınıza göre, hukuka uygun olmadan düzenlenmiş istihbari raporlarınıza göre iltisaklı ya da irtibatlı diye yasaklıyorsanız, burada artık bir gruba yönelik bir kısıtlamadan söz ederiz. Burada başka bir şey konuşuruz. Burada kişisel hak ve özgürlüklerin ötesinde bir grubun temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması meselesini konuşuruz. Bu da hem AİHS 14 bağlamında ayrımcılık yasağına girer, hem de herkesin kanun önünde eşit olduğuna dair Anayasa md. 10, md. 2 ve aslında bakarsanız toptan Anayasa'yı askıya alır.”
“Avukatlık, hak savunuculuğu pratiğidir”
Sürecin başından beri hem ev baskınlarında, gözaltı, emniyet ve sulh ceza-adliye süreçlerinde oldukça kalabalık bir avukat grubunun öğrencilerin yanında olması halini Pişkin, bir dayanışmadan çok “bir hak savunuculuğu pratiği” olarak tanımlıyor: “Bu aslında bir sorumluluk. Bizim yaptığımız avukatlık, aynı zamanda bir hak savunuculuğu pratiği. Dolayısıyla, hak savunucusu insanların, toplumsal meseleler ile derdi olan insanların bir dayanışma yükümlülüğü, sorumluluğu hissetmesi ve bu sorumluluğu yerine getirmesidir. Bu anlamda bakınca işte dernekler var, hem de bağımsız bireysel olarak gelen insanlar var, koordineli bir biçimde hep beraber elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Yaptığımız ekstra mükemmel bir şey yok. Teşekkür edilecek herhangi bir şey yok, gerçekten söylüyorum bunu, tüm samimiyetimle söylüyorum, ya da minnet duyulacak bir şey yok ki. Dediğim üzere, bu bizim hissettiğimiz bir sorumluluktu ve bu sorumluluğun gereğini yerine getiriyoruz, bu kadar. Başka bir şey, öğrencilerin orada gösterdiği dayanışmayı biz onlarla ne yazık ki adliye salonlarında, ne yazık ki karakolda, gözaltı aracında göstermeye çalışıyoruz. Bu kadar, başka yaptığımız herhangi bir şey yok…”
- 8 Şubat 2021 Pazar akşamı itibariyle, İçişleri Bakanlığı açıklamalarına göre; beşinci hafta biterken “Boğaziçi Eylemleri”ne katılanlardan;
- 560 kişi gözaltına alındı.
- 34 kişi ev hapsi cezası aldı.
- Sayısı tam bilinemeyen kişi haftalık adli kontrol tedbiri altında.
- 10 kişi tutuklandı.
HABER DOSYASININ PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
***Eşit Haklar İçin izleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız, barışçıl toplanma özgürlüğünüze dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği / Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.