"Geride kalan gücümüzü de kaybetmenin eşiğindeyiz… Daha ne kadar dayanabileceğimizi de artık bilmiyoruz…"
Bir yılı aşkın süredir görev yaptığı hastanede Covid-19 hastalarıyla ilgilinen yoğun bakım hemşiresi Katharina Kimmich, sağlık çalışanlarının üçüncü dalga ve artan ağır vakalarla birlikte sürüklendikleri çaresizliği bu sözlerle dile getiriyor.
Alman Bosch Sağlık Kampüsü (Bosch Health Campus) tarafından düzenlenen, ulusal ve küresel çapta salgınla mücadelenin ele alındığı sempozyumda konuşan Kimmich, üzerlerindeki ağır yükü artık kaldırmakta zorlandıklarını anlattı.
BÜYÜK GÜVEN KAYBI
Salgının aşılarla kontrol altına alınmasına ve bu yolla normalleşmenin sağlanmasına büyük umutlar bağladıklarını ancak gelinen noktada bu umutların boşa çıktığını, birinci ve ikinci dalgada yaşananların tekerrür ettiğini anlatan Kimmich, mücadele hedeflerine ulaşılamamasının derin güven kaybına yol açtığını, artık geleceğe bakmaktan endişe duyduklarını, bir şeylerin değişeceğine olan inançlarını da kaybetmekte olduklarını söyledi.
Yoğun bakım hemşiresi Kimmich'in, siyasiler, hekimler ve uzmanların katıldığı sempozyumda dile getirdiği bu sitem dolu sözler, sadece Almanya'daki değil, dünya genelindeki tüm sağlık çalışanlarının yaşadıkları güçlüklükleri yansıtıyor.
Oysa 2020 yılının başında, salgın patlak verdiğinde tüm devletler, küresel bir salgınla ancak küresel çapta mücadele edilebileceğini vurgulamış, uluslarararası alanda işbirliği sözü vermişlerdi.
SÖZLER KAĞIT ÜSTÜNDE KALDI
Gelinen noktada ise küresel bir dayanışmadan söz etmek neredeyse imkansız. Devletlerin neredeyse sırf kendi çıkarlarını düşünmeleri, aşı savaşları, son haftalarda manşetlerden düşmüyor. Ve akıllara ister istemez şu sorular geliyor: Liderlerin geçmişte verdikleri mesajlar, uluslararası işbirliği ve dayanışma, sadece içi boş sözler miydi?
Bu soruyu yanıtlayan İtalya'nın eski başbakanı Mario Monti, "Şu açık, Covid-19'da küresel çapta koordineli bir müdahale çok ciddi ölçüde yetersiz kaldı. Bundan ders çıkartalım demek yetmiyor, somut adımlar atalım" dedi.
Monti, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından kurulan bağımsız bir komite olan, Pan-Avrupa Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu'nun başkanlığını yürütüyor. Pandemi ile mücadeledeki hatalardan çıkartılması gereken dersleri incelemek ve önerilerde bulunmakla görevlendirilen komisyonun başkanı Monti, G20'ye sundukları bir öneriyi açıkladı.
KÜRESEL SAĞLIK KURULU ÖNERİSİ
2008 yılındaki küresel finans krizi sonrasında G20'nin Finansal İstikrar Kurulu oluşturduğunu, kurulun önerilerinin daha sonra devletler tarafından yürürlüğe sokulduğunu hatırlatan Monti, "O dönem finansal istikrarın kamunun yararına olduğu keşfedilmiş ona göre harekete geçilmişti. Bizler G20'nin şimdi de Küresel Sağlık Kurulu oluşturabileceği bu yolla da dünyadaki sağlık kurumlarının işlevinin güçlendirilebileceği, daha koordineli, hızlı hareket etmeleri için de hükümetler üzerinde baskı kurabileceği görüşündeyiz" diye konuştu.
İnsanların ölümüne yol açan salgının aynı zamanda toplumların, ekonomilerin ve bir ölçüde de siyasi sistemlerin yıkımına sebebiyet verebilecek boyutta olduğuna işaret eden Monti'ye göre salgınlarla daha etkin mücadele için sadece sağlık alanlarında gelişme tek başına yeterli değil.
"EŞİTLİKÇİ TOPLUMLAR İNŞA ETMELİYİZ"
Monti, "Salgının, yıllar boyunca temel sosyal haklardan daha az yararlanabilmiş kesimlerin üzerindeki yıkıcı etkisi çok daha ağır oldu. Bu bize şunu gösteriyor: Gelecekte benzer salgınlarda daha büyük felaketler yaşanmaması için sadece aşı ve uluslararası alarm sistemleri gibi konulara eğilmemiz yeterli değil. Aynı zamanda, eşitlikçi, kimseyi geride bırakmama ilkeleri ile uyumlu toplumlar inşa etmeliyiz" diye konuştu.
Salgın nedeniyle günümüzde ağır yıkımlara tanık olunduğunu ancak tüm güçlüklere rağmen küresel çapta daha etkin koordinasyon yolunda ilerleme kaydedildiğini söyleyen Monti, umutlu olunması gerektiğini, gelecekteki nesillerin geriye dönüp baktıklarında bu alanda sağlanan gelişmeyi de görebileceklerini kaydetti.
Bununla birlikte sempozyuma katılan uzmanlar, hem ulusal planda hem de küresel çapta, salgınla mücadelede atılması gereken adımların gecikmesinin çok ağır bedeller ödenmesine yol açtığına vurgu yaparken, hatalar ve eksiklikler ile yüzleşilmesi, bunlardan da dersler çıkartılması gerektiğini kaydettiler.
"ÜÇÜNCÜ DALGA DAHA SERT"
Bosch Sağlık Kampüsü ve Robert-Bosch Hastenesi Direktörü Prof. Dr. Mark Dominik Alscher de üçüncü dalganın daha sert ve daha uzun soluklu olduğu bilgisini paylaşırken daha genç hastaları olduğunu, yapay akciğer tedariği gibi konularda da güçlükler yaşadıklarını anlattı.
Ancak Alscher, küresel alanda dayanışmanın hayati önem taşıdığına vurgu yaparak bunun ne denli önem taşıdığını da bizzat tecrübe ettiklerini de belirtti. Alscher, salgının ilk günlerinde, personeli ve hastaları koruyabilecek yeterli sayıda koruyucu malzeme bulamadıklarını, ulusal düzeyde bunu temin edemediklerini söyledi, ayrıca "O dönem dayanışma çağrılarına Çin'deki uluslararası firmalardan, sendikalardan karşılık bulduk. Koruyucu malzemeleri bulup bize ücretsiz gönderdiler… Yani ulusal, yerel sorunumuzu, uluslararası destek ile çözebildik" bilgisini aktardı.
Bu arada AB'de aşı tedariğinde yaşanan sıkıntılar, Almanya başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinin aşılama konusunda ABD, İngiltere ve İsrail'in gerisinde kalması ile ilgili tartışmalar da sempozyumun gündemine damgasını vurdu.
"SAĞLIK ÇALIŞANLARI, SİYASİ BAŞARISIZLIĞIN KURBANLARI"
İktisatçı ve yazar Daniel Stelter, İngiltere'de normalleşmeye dönük adımlar atılırken Almanya'da kapanmanın, acil fren niteliğindeki önlemlerin tartışılıyor olunmasını, aşı tedariğindeki gecikmeleri çok ağır ifadelerle eleştirdi.
"Devlet ve siyasetçiler başarısız oldu. Maskeleri, testleri satın almakta çok geç kaldık, aşı stratejimiz de yanlıştı" diyen Stelter, "sağlık çalışanları siyasi sorumluların sergiledikleri başarısızlığın kurbanlarıdır" görüşünü aktardı.
Siyasilerin doğru ve zamanında alması gereken kararları almadıkları için üçüncü dalganın önlenemediğini söyleyen Stelter, "Bildiğim kadarıyla İsrailliler BionTech aşısını AB'den iki kat daha pahalıya aldı. 15 yerine 30 euro ödediyseler ne olmuş yani? Kapanmanın Almanya için yol açtığı haftalık maliyet 4 milyar euro. En basit matematik hesabı şunu açıkça ortaya koyuyor: Bir aşıya bin euro ödemiş olsaydık bile kapanmanın yol açtığı maliyeti iki haftada karşılamış olurduk" değerlendirmesini yaptı.
Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Katarina Barley de AB'nin kimi hatalarının olduğunu, salgının ilk döneminde üye ülkeler arasında güçlü bir dayanışma sergilenemediğini kabul etmekle birlikte daha sonra süreçlerde iyileşme sağlandığını, tüm eleştirilerin de haklı olmadığını savundu. Barley, aşılar için daha fazla para ödenmesiyle sorunların çözüme kavuşturulamayacağının altını çizerken "Diyelim ki, AB İsrail'in üç katı daha fazlasını ödeyeceğini söyledi, sonra ABD de beş kat fazla para ödeceğini, Avustralya da altı kat daha fazla ödeyeceğini söyleyebilirdi. Sorunu çözme yöntemi bu değil. Bizim daha fazla aşıya ihtiyacımız var, çözüm bu. AB Komisyonu'na yönelttiğim eleştiri de bu, çünkü aşı üretim kapasitelerinin geliştirilmesinde çok çekingen davrandı. Hata burada. Birbirimizin elindeki aşıları satın almamız kimseye fayda sağlamayacak" diye konuştu.
ÖNCELİK NE OLMALI?
Sempozyumda, "Almanya tek başına hareket etseydi daha iyi mi olurdu?" sorusu da yöneltildi. Bu soruyu yanıtlayan Alman iktidar partisi Hristiyan Birlik'in (CDU/CSU) sağlık politikaları sözcüsü Karin Maag ise "Hayır, kesinlikle hayır" dedi.
"Gayet tabii yurttaşlarımıza karşı sorumluluğumuz var. Tabii ki elimizde ne kadar aşının bulunduğu, neden İngiltere ya da İsrail'de aşılamanın daha hızlı ilerlediği yönündeki soruları yanıtlamak zorundayız" diyen Maag, bununla birlikte uluslararası dayanışmanın da büyük önem taşıdığını kaydetti.
Virüsün sınır tanımadığına, uluslararası dayanışmanın hem Almanya'nın hem de Avrupa'nın menfaatine olduğuna vurgu yapan Maag, refah düzeyi yüksek bir ülke olarak ülkesinin, küresel çapta salgınla mücadeleye desteğe önem atfettiğinin altını çizdi.
Değer Akal
©Deutsche Welle Türkçe