Dünyanın en ünlü iletişim uzmanlarından Julian Treasure: Hem başka bir insanı gerçekten dinleyip hem de başka bir şey yapamazsın

Tüm zamanların en çok izlenen TED konuşmacısı olan ünlü iletişimci Julian Treasure, insanların dikkatlerinin çalınmasından, dinleme ve çalışma alışkanlıklarına günümüzün iletişimini Kısa Dalga'ya anlattı. Treasure, yapay zekanın gelişmesiyle birlikte insanlığı bekleyen gelişmelere dair tahminlerini de aktardı.

HİLAL SEVEN - BERFİN ŞAHİN


Julian Treasure, misyonu insanların ve kuruluşların daha iyi dinlemelerine ve konuşma da dahil olmak üzere daha sağlıklı ve daha etkili ses yaratmalarına yardımcı olmak olan bir ses ve iletişim uzmanı, yazar ve uluslararası açılış konuşmacısı.

Tüm zamanların en çok izlenen TED konuşmacısı olan Treasure’nin beş TED konuşması toplu olarak 150 milyondan fazla izlendi. "Nasıl Duyulur?" ve "Ses İşi" ​​isimli iki kitabı olan Treasure, "markanızın sesi nasıl?" sorusunu soran ve yanıtlayan bir ses markalama şirketi olan The Sound Agency'yi kurdu. Şimdilerde 2024 yılında yayınlamayı planladığı üçüncü kitabı "Her Şey Ses" isimli kitabına çalışıyor.

İletişim doğası gereği karşılıklı işleyen bir süreç. En azından iletişimin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için karşılıklı bir akışa ihtiyaç var. Ancak dikkat süremizin bu denli azaldığı bir çağda, saniyelik videolara bile tahammül edemeyip parmaklarımızı ardı ardına kaydırırken karşımızdaki insanı ne kadar ve ne düzeyde “etkili” dinliyoruz?

Konu tabii ki sadece dikkat süremizin azalması değil, çevremize şöyle bir bakarsak kolaylıkla gözlemleyebileceğimiz üzere insanlar dinlemekten çok konuşmaya programlanmış durumda. Ancak bu durumun “etkili iletişimi” büyük ölçüde baltaladığı söylenebilir. Çünkü iletişim sürecinin sağlıklı işlemesi için anlamak, anlamak için ise etkili şekilde dinlemek gerekmektedir. Ve şunu kolaylıkla söyleyebiliriz ki dinlemek konuşmaktan daha zordur. Peki insanlar neden dinlemekten bu kadar uzak?

Treasure bu durumu, “Hepimiz yapacak çok işimiz olduğu fantezisine kapılmış durumdayız” diye özetliyor ve ekliyor: “Her şeyi o kadar hızlandırdık ki insanların dikkat süreleri çok kısaldı. Sabırları çok daha az. Artık siyasetçiler nutuk atmıyor, ses kayıtları var. Dolayısıyla her şey daha sabırsız hale geldi.”

Ancak durum sanıldığı kadar umutsuz değil çünkü dinlemek bir yetenek değil beceri, yani öğrenilebilir bir süreç. Bunun için nasıl daha etkili dinleme becerisine sahip olabileceğimizi Julian Treasure ile konuştuk.

Julian Treasure

'Aslında dinleme bir beceridir işitme ise bir yetenektir'

How to be Heard adlı kitabınızda kapsamlı olarak ele aldığınız ve milyonlarca insana ilham veren How to speak so that people want to listen başlıklı TED konuşmanızdaki bilinçli dinleme kavramını okuyucularımıza anlatır mısınız?

Dinlemek pek çok farklı duygu tarafından tehlikeye atılır. Bir dizi filtreden geçerek dinleriz ve bu filtrelerden biri de duygulardır. Yani üzgün ya da kızgın olduğunuzda dinlemek çok daha zordur. Ayrıca, bilirsiniz kızgın olduğumuzda kendimizi dışa dönük, agresif konuşmalarla, jestlerle, hatta şiddetle ifade etme eğiliminde oluruz. Elbette bunun arkasında okullarda dinlemeyi hiç öğretmememiz de var. Dinlemek bize sadece bir yetenek olarak öğretiliyor, oysa aslında dinleme bir beceridir işitme ise bir yetenektir. Ancak dinlediğinizde, dikkat etmek için belirli şeyleri seçer ve sonra onlara bir anlam yüklersiniz. Ve çoğu insan bunu bilinçsizce yapar. Bir dizi filtreden, değerlerden, tutumlardan, inançlardan, belki de içine doğduğunuz kültürden geçerek dinlersiniz.

Kişinin konuşmayı öğrendiği dil, niyetler, beklentiler, neler olup bittiğine, diğerlerinin ne düşündüğüne, neler olacağına dair varsayımlar ve dediğim gibi duygular. Dolayısıyla, iletişimde bir çatışma yaşandığında yapılması gereken en doğal şey, haklı olmaya, diğer kişiyi haksız çıkarmaya ve kafa kafaya vermeye çalışmadan geri çekilmektir. Çünkü pek çok anlaşmazlığı çözmenin anahtarı, iki kişinin çok farklı görüşlerle haklı olabileceğini anlamaktır. Her iki kişi de kendi dünyalarında haklıdır. Ve çoğu zaman biri bir şeye inandığında ya da düşündüğünde bunun iyi bir nedeni vardır. Yetiştirilme tarzları, geçmişleri, deneyimleri, her ne olursa olsun. Ve bunu anlamaya çalışmak, diğer kişiyi doğrulamak, anlaşmazlıkları yatıştırmanın çok önemli bir parçasıdır.

Julian Treasure anlaşmazlıkların fark edilip kabul gördüğü bir yaklaşımla konuşmanın gelecek vaat ettiğini, aksi takdirde o konuşmanın bir çatışmaya dönüşerek ilerlemeyeceğini vurguluyor.
​​

Diyelim ki bir konuda karşımdaki kişiye katılmıyorum ama benimle neden konuşmak istediğini de anlıyorum. Çünkü burada onunla empati kuruyorum. Farklılıklarımızın olduğunu gördüğüm ve kabul ettiğim bir konuşmanın geleceği var. Böylece karşımdaki kişiyi dinlerken ne onu insanlıktan çıkarmış oluyorum ne de onu bir karikatür haline getiriyorum. Çünkü aksi şekilde davransaydım karşımdaki kişi onu yanlış ya da aptal yerine koymuş olacağımı düşüneceği için o konuşmanın da bir geleceği olmayacaktı’.

'Dinlemekten ziyade duyulmaya daha hevesliyiz'

Dinlemenin önündeki en büyük engellerden birinin de çalışmalarınızda sıklıkla belirttiğiniz, ‘insanlar dinlemekten çok anlatmak istiyor’ önermesi olduğunu düşünüyorum. Sizce iletişim kurarken almaktan çok vermeyi tercih etmemizin nedeni nedir?

Bunun ego ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Konuşma üzerine yaptığım TED konuşmasının dinleme üzerine yaptığım TED konuşmasından beş kat daha fazla kişi tarafından izlenmiş olması ilginçtir ve gerçekten de kurumsal dinleme üzerine yapılan araştırmalar, kuruluşların dinlemeye ayırdıkları kaynağın beş katını göndermeye ayırdıklarını göstermektedir. Yani bu bir nevi küresel bir sorun. Ve bence bunun ego ile ilgisi var. Bilirsiniz, ego duyulmak, onaylanmak ister ve bir şekilde hükmetmek ya da kazanmak için her zaman alıcılara bir şeyler göndermesi gerekir.

Dinlemek çok pasif bir duyudur. Bunu karikatürize edecek olursak, konuşmak daha çok Yang iken dinleyici, sessiz olan, Yin’dir. Daha erkeksi, hatta saldırgan, güçlü ve dışarıdan yönlendirilmiş olan konuşandır, yani Yang. Dinlemek ise daha pasif olan taraftır o da Ying. Ses kafanızın içine girer, kafanızın içinde size dokunur. Bu çok samimi bir pasif duyudur ve bu yüzden belki de görmezden gelmek daha kolaydır. Demek istediğim, açıkçası, konuşurken veya bağırırken, dinlerken varım, fark etmem o kadar kolay değil. Bence bu görmezden gelinmesi çok daha kolay bir beceri. Tüm bu nedenlerden dolayı, belki de dinlemekten ziyade duyulmaya daha hevesliyizdir.

Mesela Antik Yunan'da, Pisagor öğretmenin önünde bir perde bulundururdu, böylece öğrenciler öğretmeni göremezdi çünkü öğrenme dinleyerek gerçekleşirdi. Ve öğretmeni görmenin dikkat dağıtıcı olduğuna inanırdı. Bu tür bir yaklaşımın, yani tamamen dinlemeye geri dönmenin, yeteneğe sahip olmanın, gerektiğinde bunu yapabilme yeteneğinin kesinlikle temel olduğunu düşünüyorum.

“Güçlü konuşma üzerine yaptığım TED konuşması yaklaşık 50 milyon izlenme ile tüm zamanların en çok izlenen altıncı konuşması olurken bilinçli dinleme üzerine yaptığım TED konuşması bunun sadece dörtte biri kadar izlendi ve bu da iletişimimiz hakkında bir şeyler söylüyor. Göndermeye almaktan daha fazla öncelik veriyoruz ki bu da başlı başına tehlikeli bir hata.” (How to be Heard - Julian Treasure)

'Etrafımızdaki gürültü bir katil'

Çalışmalarınızda yer alan yine bir diğer dikkat çekici konu ise, uzun süre belirli seslere maruz kalmanın sağlık üzerindeki olumsuz etkileri. Gürültünün insanların refahını nasıl etkilediğine dair örnekler verebilir misiniz?

Evet, gürültü refah ve sağlık üzerinde bir tehdit oluşturuyor ve sanayileşmiş toplumlarda her yıl sayısız milyar dolara mal oluyor. Dolayısıyla burada genellikle sıradan gürültüden bahsediyorum; çatışma gürültüsü, trafik gürültüsü, inşaat gürültüsü, ofislerdeki gürültü gibi değil. Bu, dünya genelinde açık ofislerde en büyük sorun olan, etraflarındaki konuşma nedeniyle düşünemeyen insanlar tarafından oluşturulan gürültüdür, hatta işitme yetimizi tehlikeye atacak seviyenin çok altında bile olsa. Bu, zaman içinde sürekli bir strese neden olur.

Eğer bir iş yapmaya çalışıyorsanız ve etrafınızdaki gürültü size engel oluyorsa, bu streslidir. Zaman içinde, 65 desibele kadar olan, gerçekten de çok yüksek olmayan bir seviyede bile, muhtemelen sesimi yükseltmek zorunda kalırım, ancak bağırmam gerekmez. Eğer uzun bir süre boyunca böyle bir ortamda bulunuyorsanız, kalp krizi geçirme ve inme riskiniz önemli ölçüde artar. Yani gürültü fizyolojimizi kötü yönde değiştiriyor. Ve tabii ki gürültü arttıkça bu etki de artıyor.

Mesela çatışma anlarında; ister sadece insanların birbiriyle kavga etmesi, bağırması vb. olsun, ister silah ve patlayıcıların kullanılması olsun, kavga her zaman çok fazla gürültü içerir. Örneğin çok sayıda askerin yakınlarındaki patlamalar ve silah atışları nedeniyle maruz kaldığı işitme hasarına uğradıklarını söylemeye gerek bile yok. İşitme duyusu en çok zarar gören gruplardan biri askerler. Bununla birlikte gece kulüplerinde ya da gürültülü restoranlarda çalışan insanlar, kalabalık sınıflarda çalışan öğretmenler ve yüksek sesin olduğu diğer ortamlarda çalışan gruplar da seslerini ve işitme duyularını zamanla kaybedebilirler ve hatta bu kişilerin kalp atışları maruz kaldıkları yüksek ses yüzünden bozulabilir.

Peki ses mühendisleri için nasıl bir tehlike söz konusu?

Bilhassa ses mühendisleri arasında kalp krizi riskleri önemli ölçüde artıyor. Yani her gün 65 desibellik okul odalarında çalışarak muhtemelen hayatlarını kısaltıyorlar ki bu artık çok yaygın. Yani etrafımızdaki gürültü bir katil. Gürültülü yerlerde yaşayan ve geceleri iyi uyuyamayan insanlar için uyku yoksunluğu problemi başta olmak üzere sağlık üzerinde korkunç etkileri vardır. Hastanelerdeki gürültüyü düşünün, bu bizim gelişmemizi engelleyen bir kakofoni, okullardaki gürültüyü düşünün, çok iyi öğrenemiyoruz ve genel olarak işyerindeki gürültü, ister ağır sanayide ister bir ofiste olun, bu çok büyük bir sorun. Ne yazık ki bu siyasi bir sorun olarak görülmediği için, ‘‘bana oy verin, ben burayı daha sessiz hale getireceğim’’ diyen çok az politikacı var.

'Dikkatimiz parçalanmış durumda bizi her zaman meşgul eden bir şey var'

Konu siyasilerin bu konudaki tutumlarına gelmişken, sizce İngiltere politikacılar gürültü kirliliğini neden sorun olarak görmüyorlar?

Sadece İngiltere’de de değil, tüm dünyada durum böyle. Politikacılar sanki sağır gibiler. Ve bu yeni bir şey değil, hep böyleydiler. Ya da en azından uzun zamandır bu şekilde. Biliyorsunuz, yaklaşık 200 bin yıldır dilimizi kullanarak konuşuyoruz ve dinliyoruz. Yazı ise sadece 5 bin yıl önce icat edildi, yani oldukça yeni. Tabii ki şimdi okullarda okuma yazma öğretiyoruz ve hatta çocukların okuma yazma bilmeden okuldan mezun olması düşünülemez. Lakin çocuklarımıza konuşma ve dinlemeyi öğretmiyoruz. Yani ilkel beceriler, gerçek ve samimi olan insani bağlantı becerilerimiz unutuldu. Bir şeyleri kayıt altına almanın yollarını icat ettiğimizden beri, bunu takıntı haline getirir olduk. Bu yüzden hayatımızın büyük bir kısmını, hatta geçenlerde gördüğüm bir rakama göre hayatımızın yarısını ekranlara bakarak geçiriyoruz ve bunların büyük bir kısmı belki de hemen hepsi yazılı metin.

Şimdi ise video konferans geliştirildi, uzak yerlerdeki insanlarla yüksek kalitede anlık olarak konuşmamıza izin veriyor. Ancak yine de insanların bir ekrana bakarken yaptıkları şeylerin büyük çoğunluğu metin tabanlı. Yani evet, sağır olduk. Dünya gürültülü. Çok fazla dikkat dağıtıcı unsur var. Dikkatimizi çekmek için milyarlar ve milyarlar harcayan dev şirketler var. Yani dikkatimiz parçalanmış durumda. Bizi her zaman meşgul eden bir şey var.

Biri bizimle konuşurken ona ‘‘evet, seni dinliyorum” diyoruz, ama aslında hayır, o anda o kişiyi dinlememiş oluyoruz, çünkü o anda telefonda mesajlaşıyoruz.

Scott Peck'in dediği gibi, hem başka bir insanı gerçekten dinleyip hem de başka bir şey yapamazsınız.

'Aynı anda üç şey yapmamız gerektiği, aksi takdirde üretken olamayacağımız fikrine sahibiz artık'

Konu tam da çağımızın en can yakını sorunlarından birine temas ederken, sizce neden insanlar birini dinlerken aynı anda başka işler yapmanın mümkün ve sağlıklı olduğuna ikna olmuş durumdalar?

Çünkü hepimiz yapacak çok işimiz olduğu fantezisine kapılmış durumdayız. Ben 1980'lerin başında ilk kez çalışmaya başladığımda iş hayatı çok daha sakindi. İnsanlara mektup gönderir, telefonla arardınız. İnternet yoktu, e-posta yoktu, anında iletişim yoktu. Ama her şeyi o kadar hızlandırdık ki insanların dikkat süreleri çok kısaldı. Sabırları çok daha az. Politikacılar artık bizlere etkili bir hitabetle seslenemiyorlar. Sadece kısa ve etkili sözler var. Dolayısıyla her şeyde sabırsızlaştık. Ve aynı anda üç şey yapmamız gerektiği, aksi takdirde üretken olamayacağımız fikrine sahibiz artık. Her şeyi bir kenara bırakıp dikkatinizin %100'ünü başka bir insana verme fikri ise oldukça nadir görülen bir durum haline geldi ve bir yandan bu büyük bir utanç. Ve kesinlikle çocuklarımıza doğrusunu öğretmemiz gereken bir uygulama bu, aksi takdirde sağlıksız bir yöntemi takip edecekler.

'Bu tür problemler ortadan kalkmayacak'

Peki sizce bu konuda sosyal bilimcilere de rol düşüyor mu? İletişimsizlikten kaynaklanan çatışma ve anlaşmazlık durumlarında çözüm üretmek adına daha bilinçli bir iletişim nasıl kurulur?

Evet, çünkü örneğin çatışmanın kültürel bir nedeni varsa, örneğin bir topluluk yüzlerce yıl boyunca ya da sadece nesiller boyunca, hatta sadece bir nesil boyunca istismar edilmiş ya da kötü muamele görmüşse, bunu dünyanın her yerinde görüyoruz. Bunu şu anda Filistin ve İsrail'de görüyoruz, sizin ülkenizde; Kürtlerde ve Türklerde de görüyoruz. Şunu kabul etmeliyiz ki bu tür problemler ortadan kalkmayacak. Basitçe, 'bu dündü, boşver' diyemezsiniz çünkü bu neredeyse genetik olarak içimize işlemiş durumda. Sonuç olarak, tarihçilerin, muhtemelen antropologların ve hatta binlerce yıl geriye giden arkeologların bir konuşmanın gerçekleştiği tarihsel bağlamı anlamamıza yardımcı olabileceği konusunda haklısınız. Karşımızdaki kişinin söylediklerini neden söylediğini anlamamıza yardımcı olabilirler ve biz buna katılmayabiliriz. Bizim için çok incitici olabilir ama yine de bunun bir nedeni vardır.

'Öğrenmenin yapay zeka ile kişiselleştirilmiş birebir deneyimlerle yapılacağı bir gelecek öngörüyorum'

Geçmişte hikaye anlatıcıları da bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasında çok önemli bir rol oynuyordu. Günümüzde ise TED konuşmaları gibi yeni nesil alanlar insanların sizin gibi uzmanlara ulaşmasına olanak sağlıyor. Bu teknolojik dönüşüm sizce öğrenmeyi nasıl etkiledi?

Öğrenme, yapay zeka ile kuantum miktarına paralel olarak ilerliyor. Öğrenmenin kişisel olarak, bir yapay zeka ile kişiselleştirilmiş birebir deneyimlerle yapılacağı bir gelecek öngörüyorum, bu bir kişiyi taklit ediyor olabilir, bir öğretmen olabilir, bir guru olabilir, aktaracak bir şeyleri olan herhangi biri olabilir. Soruları doğrudan yanıtlayabilmek, tıpkı şu anda benim size yaptığım gibi, ama bu ben olmayacağım. Benim tüm materyallerimle programlanmış bir yapay zeka olacağım. Ve yapay zeka soruları gerçek zamanlı olarak yanıtlayabilme konusunda çok iyi ve bunu şu anda metin olarak yapıyor. Ancak bunu sesimin, görüntümün ve benzerlerinin derin bir taklidiyle yapılabilmesinden çok uzakta olmayacağız.

Bence eğitim kökten değişmek üzere ve bu, insanların şu anda konuştuğu, çocukların kompozisyonlarını yazmak için yapay zeka kullanarak okulda kopya çekmelerinin çok ötesinde bir şey ve öğretmenlerin bunu yapmak için saatler harcamak zorunda kalmaları yerine çok sayıda makaleyi işaretlemek için yapay zekayı kullanarak daha üretken olabilmeleri. Bunlar önemsiz şeyler. Yapay zekanın şu anda yapamayacağı tek şey, şu anda yaptığımız gibi insan konuşmalarını düzgün bir şekilde taklit etmek; derin taklit, bu şu anda kolay değil. Yapay zekanın şu anda yapabileceklerinin çok ama çok fazla sınırı var. Belki gelecekte, kim bilir, bu durumda bir haşereyle mi yoksa bir makineyle mi konuştuğumuzu bilmeden hep birlikte farklı bir evrene gireriz. Ancak şimdilik bahsettiğim eğitim türü spesifik. Bir kutunun içinde. İşte size yardımcı olabilecek gurunuzun yapay zekası. Mükemmel olmayacak, ama kişisel olacak ve istediğiniz zaman etkileşimli olarak yanıt verebilecek ki bu kesinlikle büyük sınıflara ders veren bir öğretmenle yapamayacağınız bir şey.

Muhtemelen gelecekte bizi yapay zekayla öğrenme alanında okuma ve yazmadan daha çok konuşma ve dinlemeyle ilgili gelişmeler bekliyor. Ayrıca, yapay zekalı makinelerle şu anda yaptığımız gibi bir iletişim mümkün değil, robotlar sorulara şimdiki gibi gerçekçi cevaplar veremezler. Ama kim bilir, bekleyip görmemiz gerekecek.

'Diller akışkandır her zaman değişir bu yüzden korunması zor bir şey'

Uzun yıllar öğretmenlik yapmış olan ve iletişimde dillerin önemine hassasiyet geliştirmiş olan babam, anadilimiz Kürtçe’nin hayatta kalması konusunda epey endişeli. Kaybolmaya yüz tutan diğer daha birçok dil de varken, sizce bilinçli iletişim için dillerin korunması konusunda ne yapılabilir?

Aslında bu bir meydan okuma çünkü internetle birlikte küreselleşme yaşanıyor ve Amerikanizm her dile giriyor. Sekiz yaşındaki kızım iğrendiği zaman 'ew' diyor. İngiltere'de bu eskiden 'uh' şeklindeydi ama şimdi farklı bir sesli harf kullanılıyor. Ve çoğu İngiliz çocuk artık Amerikalı çocuklar gibi konuşuyor çünkü çok fazla Amerikan malzemesi görüyorlar. Yani küreselleşme ve dillerin standartlaşması gerçekleşiyor. Her gün dünyadaki dillerin onlarcası, yılda yüzlercesi yok oluyor ve bu bir dereceye kadar çok üzücü. Ama aynı zamanda şunu da söylemeliyiz: Homojenleşme makul ölçüde iyi bir şey değil midir? Bazı açılardan öyle çünkü insanları birbirlerine daha çok benzetiyor.

Dilleri yok olmaya başladığında kültürlerin neden haklarından mahrum bırakılmış, bedensizleştirilmiş ve hatta reddedilmiş hissedeceklerini anlayabiliyorum. Bu benim ülkemde de oluyor. Hâlâ Galce dili ve Galce konuşan insanlarımız var, hatta Cornish bile, ama İngiltere'nin güneybatısında bir ilçe olan Cornish dili şu anda belki de sadece birkaç yüz kişi tarafından konuşuluyor. Çok ama çok yakında yok olacak. Ve bu tür şeyleri korumak için mücadele etmek gerçekten ne kadar önemli bilemiyorum. Zaman içinde pek çok dil oluşur ve değişir. Diller akışkandır, her zaman akar ve her zaman değişir. Bu yüzden korunması zor bir şey, korkarım.

Uzmanlar, ana dilini iyi bilmeyen kişilerin başka bir dil öğrenmede zorlandıkları görüşündeler. Sizce de bilinçli dinleme yöntemleri, insanların ana dillerini öğrenmelerine, kendi kültürleriyle bağ kurmalarına ve farklı kültürlerle de böylece daha iyi iletişim kurmalarına yardımcı olmaz mı?

Bu çok ilginç bir soru. Benim çok tutkulu olduğum bir kavram olan bilinçlilik kavramının arkasında, oldukça bilinçsiz bir yaşam süren birçok insan var. Belki de kültürlerinin ve karşılaştıkları kişiler üzerindeki etkisinin farkında olmayan, dinleme becerisinin ve sesin tadını çıkarmanın farkında olmayan kişiler. Birçok insan çevrelerindeki sesi kontrol etmek, verdikleri sesi ve başkalarına zorla dayattıkları sesi fark etmek konusunda bilinçsizler. Hayatı bir tür, biraz sersem ya da bir hayal dünyasında, belirgin hedefleri olmayan biri olarak geçirmek çok kolaydır, belki de bu pek çok insan belirgin değerlere sahip olmadığı içindir.

Aslında bu değerlerin bilincinde olmalıyız ki bilinçsizliğe meydan okuyabilelim ve bunu belki de diğer insanları tanımak için bir fırsat olarak değerlendirebiliriz. Bir şeyi nasıl yapamayacağımızı öğreniyor olabiliriz, ancak diğer insanlarla etkileşimden her zaman öğrenilecek bir şeyler vardır.

Örneğin başkalarının geleneklerine ve kültürlerine saygı duymak, bilinçli olarak da yapılabilir. Bu her zaman kolay değildir ve ne yazık ki dünyada farklı insanlarla karşılaştığımızda korkmamız için gerçek nedenler vardır, özellikle de acımasız askeri gruplar ya da rejimler söz konusu olduğunda hayat çok kırılgandır. Böyle yerlerde hayat çok tehlikelidir. Ve farklılık, bilirsiniz, farklılıktan korkmakta haklısınız. Yani, bu bir derece meselesi ancak pek çok insan için, belki de biraz daha az "bu benim ve ben haklıyım"a bağlı olmak büyük bir zenginliktir. Ve ne öğrenebilirim ve nasıl büyüyebilirim sorularına biraz daha açık olmak.

ocuklara öğretmemiz gereken şey bu: Dinleme bir beceridir'

Sohbetimizin sonlarında doğru ilerliyorken, öz farkındalık, ruh sağlığı ve sizin de konuşmalarınızda bahsettiğiniz gibi her gün üç dakikalık sessizlik gibi kişisel düşünme anlarının önemi konuların tartışılmasına yönelik artan eğilime bakış açınızı da merak ediyorum. Bireylerin kendi iç sesleri ve bilinçleri ile temaslarını kaybetmeleri konusunu nasıl ele almayı önerirsiniz? Bu olgu hakkında farkındalık yaratmak için ne gibi stratejiler öneriyorsunuz?

Bilinçli bir dinleme programına sahip olmak demek, her şeyden önce dinlemenin bir beceri olduğunu ve her gün bu konuda ustalaşmanın benim için bir meydan okuma olduğunu kabul etmektir. Yani bu üzerinde çalışılabilecek, pratik yapılabilecek, ustalaşılabilecek bir beceri. Bu, iyi ilişkiler kurmada, dünyada bir fark yaratmada, diğer insanları başarmak istediğiniz her şeye dahil etmede etkili bir insan olmanın önemli bir parçasıdır. çünkü kendi başımıza bu kadarını yapamayız. Bu tamamen ne kadar güçlü iletişim kurduğumuz ve diğer insanları ne kadar iyi dinlediğimizle ilgilidir. Yani dinlemek çok önemli bir beceridir. Ve çoğu insanın bunun bir beceri olduğunu bile bilmemeleri bir sorundur. İnsanlar bunun bir yetenek olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden geçilmesi gereken ilk kapı budur. Ve sonra kişi bir kez o kabul dünyasına girdiğinde, burada bilinçli bir dinleme becerisi vardır ve artık bunu istediğim zaman açıp kapatabilirim.

Sizi kısmen dinleyebilirim. Aynı anda bir mesaj veya e-posta gönderebilirim, ancak bunu yaptığımı bildiğim sürece, bilirsiniz, bu kabul ettiğim bir uzlaşmadır çünkü diğer şeyi yapmak zorundayım. Hatta size şöyle diyebilirim: Gerçekten üzgünüm ama aynı anda bunu da yapmak zorundayım. Sakıncası var mı? Oysa siz, hayır, aslında bu gerçekten önemli diyebilirsiniz. Peki ne zaman uygun olur? Tüm iletişimler için uygun bağlamlar yaratma bilinci, yani önemsizden çok önemliye kadar her şeyin anahtarı bu bilinçtir. Bence çocuklara öğretmemiz gereken şey de tam olarak bu, dinlemenin bir beceri olduğu. Bu her zaman pratik yapmaları gereken bir beceri değil, ancak önemli olduğunda ve gerekli olduğunda bunu devreye sokma becerisine sahip olmaları gerekiyor.

'Yapay zeka büyük bir fark yaratacak'

Daha çok paylaşma ve kendini anlatma ihtiyacının gittikçe arttığı günümüz dünyasının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce önümüzdeki yıllarda insanlar dinlemeye hala önem verecekler mi?

Aslında tam da burada benim görevim devreye giriyor ve doğrusu bazı gelişmeler kaydedildiğini görüyorum. Sadece dinleme konusunda da değil, örneğin İngiltere'de muhalefet partimiz olan İşçi Partisi, okullarda öğretmemiz gerektiğine inandıklarını yeni bir öneri getirdiler ‘Oracy’ (hitabet) yani çocukların kendilerini daha iyi ifade edebilmelerine yönelik yeni bir beceri öğrenmeleri yönünde bir teklif sundular ve bu harika bir şey. Ancak, çocuklara dinlemeyi öğretmeyi yine unuttular, bu yüzden tam bir ilerleme kaydedemiyoruz.

Öte yandan bu gibi gelişmeler için öğretmenler ‘Müfredatlar dolu. Zaman yok, bunu nasıl yapabiliriz? diyorlar. Yani, aşılması gereken birçok sorun var. Dediğim gibi, yapay zeka büyük bir fark yaratacak çünkü internette, makineleri ve hizmetleri konuşacağız ve cevapları dinleyeceğiz, parmaklarımızı ve gözlerimizi kullanmak yerine yazmamıza gerek kalmayacak. Bundan kurtulacağız, bu da belki etrafımıza daha çok bakmamızı sağlayacak ve hatta insanlara bakmamızı sağlayacak, bu da iyi olurdu. Ama bilmeniz gerekir ki, uzun bir yol var. Okuma yazmayı icat etmeden önce, konuşma ve dinleme, iletişimin tek biçimleriydi. Muhtemelen çoğu insanın, dinlemekten çok konuşmakla daha çok ilgilendiği bir zaman. Bu, insanların bir eğilimidir. Muhtemelen her zaman var olacak, ancak farkına varırsak, biraz karşı koyabiliriz.

Dünya’nın en çok dinlenen TED konuşmalarından birine sahipsiniz. Bir ses ve iletişim uzmanı olarak, aileniz ve arkadaşlarınızla ilişkileriniz üzerinde bu uzmanlığınızın etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, öyle düşünüyorum. Yani, sadece söylemek yerine göstermeyi tercih edenlerdenim. Arkadaşlarına sürekli olarak gerçekten iyi bir dinleyici olmadığını söylemek, yaşamda iyi bir strateji değil. Yine de, kimse mükemmel değil. Nişanlımdan birçok kez duydum, 'dünya çapında bir iletişim uzmanısın ama beni dinlemiyorsun'. İnsanız işte, kimse kusursuz değil. Ve, dinleme, dediğim gibi, gelip geçiyor. Hayatları boyunca etraflarındaki her kişiye yüzde yüz odaklanmış bir insan hayal edemiyorum. Böyle bir şey olmaz. Çok fazla şey oluyor. Sürekli tekrarladığım gibi, anahtar, bilinçli olmak ve elimizden geleni yapmak, sadece kaybolup her şeyi unutmamaktır.

“En iyi panzehir iyi konuşma becerisidir: bilinçli dinleme ve güçlü konuşma birlikte sonuç verir.” - How to be heard ​​​​​​

Son olarak örnek aldığınız, iyi olduğunu düşündüğünüz başka dinleyiciler ya da konuşmacılar var mıdır?

Konuşma konusunda en sevdiğim konuşmacı ne yazık ki artık aramızda değil. Tüm zamanların bir numaralı Ted konuşmasını yapan Sir Ken Robinson. Onunla tanışma şerefine nail oldum. Harika bir konuşmacıydı, doğal, komik ve her zaman ilgi çekiciydi ve bence nasıl güçlü ve iyi konuşacağına dair harika bir örnek. Eğer Brian Stevenson'dan daha iyi bir hatip arıyorsanız, İngiltere'de profesör olan ve hitabet konusuna çok odaklanmış bir adam var. Ted Talk, Amerika'daki hapishane sistemi hakkında yaptığı konuşmada salondaydım ve hayret vericiydi. Kendisi Oracy Cambridge Merkezi'nin yöneticisi. Adı Profesör Neil Mercer ve neler yaptığına bakabilirsiniz. Hükümetle ya da kesinlikle İşçi Partisi ile ve tüm politikacılarla birlikte okullarda konuşmanın öğretilmesi için çok çaba sarf ediyor. Ve şu anda bunu yapmaya başlayan okullar da var.

Önereceğiniz kadın iletişimciler de var mı?

Evet, Brené Brown, Susan Cain, her ikisi de harika TED konuşmacısı, herkese tavsiye ederim.

Söyleşi Haberleri