AZMİ KARAVELİ
Azmi Karaveli, Muhabbet 23 podcast serimizde bugün Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu'yla konuştu. Maçoğlu'nun sorularımıza yanıtları şöyle:
Deprem bölgesindeydik
Deprem nedeniyle Dersim'in de afet bölgesi ilan edilmesi nedeniyle kendisine geçmiş olsun diliyorum. Deprem bölgesinde günlerce kaldınız, isterseniz biraz oradan başlayalım, genel izlenimimizi alabilir miyim, neler yaptınız? Depremden Dersim nasıl etkilendi?
Deprem sabahı kalktığımızda depremin Dersim'de olduğunu düşündük ama sonra mahallelere çıktığımızda bir yıkımın olmadığını görünce sosyal medyada takip ettiğimiz durumda merkez üssün Pazarcık olduğunu görünce biz direkt Pazarcık’a odaklandık. Yani merkez üssü başka bir yer olsaydı oraya geçecektik. Aynı gün Pazarcık’a yetiştik. her anlattığımızda aslında o durumu yaşıyoruz yani. Ben ortalama 13 gün boyunca kaldım, sonra bir üç gün sonra, üç gün daha, böyle 20 güne yakın, kaldım arada bir buralara girip çıktık.
Onun dışında da yirmi bir yirmi iki bölgeye müdahale ettik yani sadece Pazarcık’ta değil Nurhak, Armağanlı, Gölbaşı, Elbistan ve Arsuz, İskenderun, Osmaniye, Nurdağı gibi bölgelere gittik. Yani anlatılacak bir durum değil gerçekten, her şeyin durduğu bir durum yani, yaşamın durduğu, hayatın durduğu bilimin durduğu, her şeyin durduğu bir durum orada bizim daha çok ekibimiz arama kurtarmadaydı, biz ise daha çok koordinasyon, diğer lojistik destek temel ihtiyaçlar, sosyal destek, eğitim, çocuk sosyal destek, kadın gibi çalışmalarla elimizden geldiğince dayanışmanın bir parçası olmaya çalıştık.
Emir Ali ismini neden kullanmıyor?
Biz sizi “komünist başkan”, “Fatih Başkan” diye tanıyoruz ancak asıl adınız Emir Ali, buradan başlayalım mı? Yani Emir Ali Bey mi diyeceğim ben şimdi size hitap ederken. Hangisini tercih ediyorsunuz?
Tabii tabii, ben on yaşına kadar Emir Ali'ydim. Dedemin ismi aslında. Dedemin ölümünden birkaç ay sonra ben doğuyorum, bundan kaynaklı da dedemin ismini bana koyuyorlar ama babam nüfusa dört çocuğunu birlikte götürüp kaydetmeye götürdüğünde, isimlerini veriyor birinin adını Emir Ali, birinin Tahir, birinin Yıldız kimliklerini aldığında hepsinin ismi değişti, değişikti. Bana yaşça en büyük kimlik düştü. Onun da adı Fatih Mehmet'ti. O bana düştü, alıştım Fatih Mehmet ismine. Yani Emir Ali'ye ben çocukluk döneminde alışıktım, Fatih Mehmet diye çağırdıklarında ben hiçbirine cevap vermiyordum, gelip öğretmenler kulağımı çekiyorlardı. Ya seni çağırıyoruz diyorlardı…
Herhalde Emir Ali diyen yok şu anda.
Yok. Şimdi diyen köye gidince yaşlı kadınlarımız söylüyor Emir Ali falan ama artık Fatih Mehmet diyorlar.
Peki Erdal Emre'nin “Komünist Başkan” kitabında “Komünizmin birçok şeyin yıkıldığı, birçok yeni şeyin hayata geçirildiği bir dönem olduğunu düşünüyorum. Komünist bir partiden belediye başkanı olmamdan dolayı o isim bana yakıştırıldı. Ben kendime hiç komünist bir başkanım demedim” diyorsunuz. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sosyalist olarak görüyorum. Çünkü komünizm aaha ötesi yani bütün özel mülkiyetin yok olduğu, özel mülkiyetin olmadığı, erkin, gücün iktidarın tek elden olmadığı için öyle dedim. Tabii komünist olmak için uğraşıyoruz, o başka bir şey ama sosyalist olarak görüyorum kendimi.
Dersim'de yirmi dört saat yetmiyor
Peki biz sizi Ovacık'la tanıdık. Ovacık bir model oldu. Türkiye'nin dört bir yanında Ovacık'ın ürünleri marketlerde satılıyor ve siz onlara destek oluyorsunuz. Karşılıklı bir etkileşim var. İstanbul'da birçok dayanışma ağında Ovacık ürünlerini görebiliyoruz. Bu modeli Dersim Belediye Başkanı olunca devam ettirebildiniz mi? Bir de hakikaten Ovacık'la Dersim Başkanı olmak arasında ne gibi farklılıklar var?
Şöyle sondan başlayayım. Ovacık'la Dersim arasında ne fark var, Ovacık’ı, Dersim’den sonra günde on dakika on beş dakikalık yönetmek yeterli ama Dersim'de yirmi dört saat yetmiyor. Çünkü Dersim’e aynı zamanda bir şehir olarak bakmamak lazım. Tüm Türkiye’de, bütün Avrupa'da insanlarının olduğu bir şehir olarak görmek gerek. Onun için bütün her yeriyle, ilişkisiyle, her yere dair bir sorumluluğun olduğu bir şehir, ben bu şehri seviyorum. Ya Ovacık'ı seviyorum, Hozat’ıyla seviyorum, bütün ilçeleriyle…Çünkü kentin doğası güzel, toplumsal bazı ileri alanlar var, durumlar var eğitim ve benzeri anlayış açısından, ideolojik açıdan, sosyalist ya da sol olması var. Bu anlamıyla da Ovacık'la Dersim kıyaslaması yapacaksak, Dersim'i yönetmek Türkiye'de onlarca şehri yönetebilmek anlamına gelir.
Ovacık daha küçük daha kontrol edilebilir, tartışılabilir ya da hizmet yapılabilir ama Dersim başka bir şey. Dersim Dersim'in dışında daha çok yorucudur. Yani bundan kaynaklı burayla oranın arasında çok büyük bir fark var.
Diğer bir kısmı model, bütün üretim meseleleri şu anda Ovacık tabii ki bizim kendimizi var ettiğimiz yer. Yani üretim alanları ve üretim araçlarının kime nasıl hizmet ettiği açısından, kendine göre, kendine yetebilecek üretim ilişkilerini nasıl gelişebilir üzerinde büyük bir etkidir Ovacık bize. Epey bir tecrübedir, bize bir hafızadır, bir arşivdir. Bu anlamıyla hiçbir şekilde reddedemem, Ovacık bize gerçekten bunları öğretti. Bugün Ovacık'ta yaptıklarımızın bir on katı daha büyüdü bu mesele. Yani üretim çok daha büyüdü. Şu anda Türkiye'de yüzün üzerinde kooperatifler var. Yirmi beş, yirmi yediye yakın satış kooperatiflerimiz var. Şu anda onlarca kooperatif planlanıyor, yüzlerce kooperatifle diyalog kurulmaya başlandı. Tek tek bireylerle, üreticilerle diyalog kuruluyor. Onları kooperatifleştirmeye götürüyoruz. Kadınlarla ekolojik alanda bütün üretim biçimleriyle bizimle diyalog kuruluyor. Şimdi çalıştaylar yapıyoruz. Daha bilimsel bir sürece başladık.
Bunu Ovacık bünyesinde mi yapıyorsunuz? Yoksa Dersim olarak mı devam ediyor?
Ovacık Kooperatif olarak devam ediyor. Ovacık Kooperatifin kurucusu olarak, ben oradaki yoldaşlarımızın- destekleyen, önerilerde götüren biriyim. Hani nasıl derler, gitse bile kendini oraya ait hisseden bir yönetici olur ya, o şekilde. Yoldaşlarımız da var, bunu bana bahşediyorlar. Ben de bu meselenin daha da ileriye taşındığını, taşınacağını, daha da büyüdüğünü söyleyebilirim. Yani gerçekten üretim alanları büyüdü, on binin üzerinde on iki, on üç bin üreticisi olan bir kooperatif haline geldik. 200 üreticiden binlerce üreticisi olmaya başladı. Bu anlamıyla burada buranın etkisi daha büyük. Sadece basındaki meselelerde burjuva siyaset sistemleri, bazı durumlarda böyle şeylerin ileriye gitmesini bir tehlike olarak görüyor. Onun için Ovacık’ta gösterdikleri o ilgiyi göstermiyorlar.
Sınıfsal anlayışı Dersim'de bu son dört yılda öğrendim
Sizin için anlamlı olan, “iyi ki bu dört yılda Dersim'de başkanlık yaptım ve başka illerde olmayan şunu yaptım” dediğiniz uygulamalarınız var mı?
Genelde sosyalistlerin bir programı var, bu nedenle kıyaslama doğru olmaz. Burjuva siyasetin yaptığı çalışmalara bazen bakıyorsun, yolu benden iyi yapıyor. Parayla alakalı, bütçeyle alakalı bakıyorsun…Bir birey benden daha iyi yapıyor ya da bu programdan daha iyi de, ileri de götürebilir ama biz esas meseleye şöyle bakıyoruz: Emek ve emeğin değeri üzerine bakıyoruz, sınıfın değeri üzerine bakıyoruz. Kadın, LGBT ve benzeri bütün insanların eşitliği üzerine bakıyoruz. Dersim bu konuda bize daha güçlü örnekler verdi. Yani mesela diyelim ki ülkede bir kriz olsa, ülkede her alanda bir kriz olsa yönetebilme kültürü, kabiliyeti geliştirdi Dersim bize. Bu anlamıyla ben daha çok sosyal, daha çok sınıfsal anlayışı Dersim'de bu son dört yılda öğrendim.
Peki tam tersini sorsam yani siz sol gelenekten, Partizan geleneğinden geliyorsunuz. Biliyoruz ki sol örgütlerde de öz eleştiri yapmak önemlidir. Yani siz öz eleştiri verseniz, bu dört yılda neleri başaramadığınızı söylerdiniz?
Temel hizmetlerde ne yaparsak yapalım bir eksiklik olur. Bu bir öz eleştiridir. Yani diyelim ki on kilometrelik yol yapmak istersiniz ama yedi yaparsınız. Bu bir eksiklik, bir eleştiri ama ben bunların hepsinin bütün belediyelerde olabileceğini düşündüğüm için, evet buna rağmen bir öz eleştirimiz olsun. Ama esas mesele kafamızdakinin tam olarak yerine getiremememizin nedeni bütçe meselesi bizi çok zor duruma soktu.
Artı bize biçilen misyon, bu şehrin dışına çıkartan bir anlayış. Buradaki halkın yönetime katılma kabiliyetini zayıflattı, yani halkın kendini yönetme kültürünü iyi geliştiremedik. Evet diyelim ki yılda bir kere büyük halk toplantısı, halk meclisi işte üç dört ayda bir de daha küçük bir meclis toplantılarıyla geçiştirdik ama esas mesele bunu, kurumsal hale getiremedik. Mesela mahalle meclislerinden tutun, kadın meclisleri, gençlik meclisleri yer yer işlemiş olsa da bunu kurumsal düzeye getiremedik. Bu bizim öz eleştiri vereceğimiz meseledir.
Geri kalan kısım biraz fazla yaparsın, biraz eksik yaparsın. Bir yüzde vermek gerekirse katılım konusunda yüzde kırk belki yüzde kırk beş belki yüzde elli beş civarında kaldık. Ama bu bizim için çok eksikti çünkü bizim en çok kendimizi yasladığımız yan halkın yönetimin içinde olması ve yönetme kabiliyetini güçlendirmesidir.
Sınıf açısından daha iyi işler yaptık mesela. Diyelim ki işçiler, emekçiler ve benzer şeylerde de daha iyi işler yaptık ama halkı bu işin içine koyarken, insanların bu meselelerde yeterince dahil edemediğimiz bir öz eleştiridir.
Demokratik Halk Dayanışması
Görüyoruz ki kolektivizme ve ortak akıla çok önem veriyorsunuz çalışmalarınızda. Dersim Demokratik Halk Dayanışması’nı sıklıkla gündeme getiriyorsunuz. Aynı zamanda Sosyalist Meclisler Federasyonu da bu yapının bir bileşeni. Karar alma mekanizmaları nasıl yürüyor?
Demokratik Halk Dayanışması dört kurumun desteklediği, ortaklaştığı birlikte hem yönetim açısından hem de iş açısından ortak kararlar alan bir anlayış. Kimdir? Emek Özgürlük Cephesidir. İşte Türkiye Komünist Partisi'dir. Türkiye Komünist Hareketi'dir. İşte Devrim Hareketi, Sosyalist Meclisler Federasyonu. Bunlar; hem ittifak açısından bir faaliyet yürüttü, hem yönetime geldi hem yönetimde belirli sürelerde politik programlar belirleyerek, bunları karara bağlayarak çalışıyor. En az iki ayda bir toplantılar yapılıyor. Bu toplantılarda eksikliklerin muhasebesini yapıyoruz, işi kısaca bunun üzerinden yürütüyoruz.
Yani Demokratik Halk Dayanışması aynı zamanda siyasetlerin dışında da toplumun bireylerin önemli buldukları kültüre, dil, yaşam, inançlar açısından kendisini buradan görmek isteyen herkesin de katıldığı, zaman zaman tartışmaların yaşandığı, toplantılar, programların yapıldığı bir çatı kurumu. O anlamıyla çok önemli buluyorum. Yani onları bir güç olarak görmek lazım. Çünkü bilirsiniz, ne yaparsanız yapın bir tarafı eksik ama muhasebesini siyaset yaptığı zaman çok daha sorumluluk bilinciyle ve daha meşru hale geliyor. Kendim faaliyet olarak Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun faaliyetçisiyim çünkü ben otuz dokuz yıl yani seksen dört altı Haziran'dan beri bu hareketin parçasıyım. Partizan geleneğinden bugün Sosyalist Meclisler Federasyonuna gelene kadar faaliyetler yürüttüm. Sendikada, dernekte, yerel yönetimlerde de şimdi olduğu gibi faaliyet yürütüyorum. Yarın başka bir yerde faaliyet yürütebilirim.
Şimdi bu ortak karar alma süreçlerine baktığımız zaman bir konu var ki sizi de derdinizi anlatma konusunda zorlandığınızı ve üzüldüğünüzü düşünüyorum. Şu katı atık tesisi meselesi. Bu konu Türkiye'de de çok gündem oldu halkın rahatsız olduğunu anladığınızı ifade ettiğiniz açıklamalarınız var. Buradaki son durumu anlatabilir misiniz? Böyle kararlar verdiğinizde zorlanıyor musunuz?
Bunun kararını ben vermedim. 2011 yılında karara bağlanmış. 2011’den 2020’ye kadar mevcut bölgeyle ilgili bütün analizler, çalışmalar yapılmış muhtarlıklarla görüşmeler yapılmış, toplumsal anlamda oradaki halk toplantıları yapılmış bölgenin değişimiyle ilgili halktan öneriler alınmış.
Asıl yapılması gereken yerinde bugünkü yapılacak yere kadar hepsini halktan icazet alınarak, rıza alınarak, ortaklaşarak alınmış. O dönem 2014’te resmileşiyor. 2014’ten 2019 yılları arasında çeşitli ÇED ve benzeri bütün çalışmalar yürütülüyor. 2020’de de buradan birdenbire böyle bir hareketi başlatmak istediler. Yani bazı kişiler -herkes için demiyorum- başka bir anlayış içinde. Yani biraz siyaset yapmak istediler ama halkın büyük bir bölümü kaygı duydu. Acaba hakikaten o insanların söylediği gibi koku olur mu, işte zararı olur mu gibi…Öyle olmadığını, bilimsel toplantılar yaparak, çeşitli bilim insanları getirerek, raporlar tutarak, insanlarla buluşturarak çevre örgütü ve benzeri şeyleri buluşturarak insanları bilgilendirme çalışmaları yürüttük.
Buradan geri dönüş şöyle olmaz. Yani bu şehir, 2011 veya 2014’te bu kararı aldığı dönemler gibi değil. Bu şehir en az yüzde altmış genişledi. Bu şehir o dönemlerde elli bin, kırk bin, elli bin, yüz bin, en fazla yüz bin misafir alıyorken ya da dışarıdan gelen sirkülasyon varken, şimdi bu sayı iki milyon oldu. Şimdi o dönemde diyelim ki günlük 12 ton civarında bir katı atık varken, şimdi 35-40 bin ton civarında atık olmaya başladı. Bu şehirde sokak hayvanları özgür, yaban yaşamı özgür, bütün bunların yaşam alanlarını, bu vahşi depolama alanlarıyla kirleterek, onları hastalandırmak, onların o depolama alanlarına girişinden kaynaklı kronik hastalıkların ölümlere kadar giden durumlar var. Yaygın tüm ilaç sinek ve benzerlerin yemeklere konup, evlere girmelerine kadar her biri bu toplumu hijyen açısından büyük bir zarar veren konular var.
Ben de bir sağlık emekçisiyim. Şimdi düzenli depolama aslında çok doğal, çok ekolojiktir. Düzenli depolamanın dışındaki bütün depolamalar ya da düzensiz alanlar zararlı maddelerin suya, yeraltı veya yer üstü sularına, derelere, vadilere her alana karışması anlamına geliyor. Artı bütün bunlar bir karara da bağlandı. Şöyle bir şey de var. Alınmış bir karar var, ihalesine kadar yapılmış, bitmiş alan çalışması yapılmış. ÇED’inden tutun, birçok şey yapılmış, bir yerde mahkemelere gitmişler, mahkemelerde kaybetmişler. Diyelim ki onu geçelim çeşitli raporlar, olumlu raporlar çıkmış. Buna rağmen gidip bu şehri çöpe teslim etmek bana çok doğru gelmiyor.
Yani doğayı seven, ekolojist olan bir insan bu meselelerde tam tersi bunun arkasında durur. Ben değil, başka bir arkadaş da olsa böyle yapardı ama bazı kurumlar siyaset yapıyor. Şöyle diyelim ki oy peşine takılmaya başladılar. Bu iyi bir şey değil, bu beni yormuyor. Bunu tartışmak, insanlarla görüşmek kötü bir şey değil. Sadece hani bu sosyalistlere kin gütmeye çalışan, orada beş on tane provokasyon yapmak isteyen ya da burada ideolojik olarak tam karşıt olarak bir grup... Yoksa o halkın kendi alanında bir tane binanın yapılmasını istememesi çok doğal bir şey. Boş verin katı atık, bir bina bile istemeyebilir. Ben bu konuda saygı duyuyorum ama başka bir şey vardı burada.
Peki şimdi Vali ve diğer kurumlara biraz gelelim. Çünkü siz kendinizi sosyalist olarak tanımlıyorsunuz ama Türkiye'de herkes sizi komünist başkan olarak görüyor. Sonuçta komünist olmak Türkiye Devleti'nin kurumlarında yıllardan beri öcü olmakla eş değer. Hatta ben bin bin dokuz yüz elli altmışlı yıllardan bir gazete kupürü hatırlıyorum. ‘Komünizm hayranı deli adli tıbba gönderildi’ başlığı vardı.
Adli tıpta temiz çıkıyor muhtemelen.
Evet muhtemelen. (Karşılıklı gülüşmeler) Komünist olmak Türkiye'de en azından muktedirler tarafından deli olmakla eşdeğer. Böylesi bir toplumsal algı varken bir ilde başkan olmayı başarmış olmanız son derece anlamlı, siz de kendinizi deli olarak görüyor musunuz?
Geçmişte olan bir abimizin anısını anlatayım. Bilirsin devrimci kurumlarda yer yer insanlar kopuyor, ayrılıyor ve benzeri şeyler oluyor bunlar daha sonra bir araya geliyor. Devrimci siyaset yürütmek istiyor ama birleşerek yeni bir parti, yeni bir siyaset kurmak istiyorlar, kurarlarken bizden üstadımız dediğimiz bir abimizi çağırıyorlar. Diyorlar ki “gel sen divanda dur”... Divanda bakalım bizim kuracağımız bu parti meselesinde “sen ne dersin” diyorlar. Gidiyor, iki gün boyunca tartışmalar, çok iyi teorik tartışmalar oluyor. En son soruyorlar diyorlar ki “sen ne diyorsun üstat?” Kaç deliniz var diyor. Yok cevabını alıyor. “O zaman siz şu işi yapamazsınız.”
Şimdi deli derken neyi kastediyorlar bilmiyorum ama toplumsal farklılık herhalde. Evet farklılıklarda değişim ve dönüşmek bilimsel kavramlarla ilerlemek Şimdi toplumun durumuna bağlı, toplumun çok geri yanları da olabilir, çok ileri yanları da olabilir. Bazen kopuş yapmak zorundasın. Bir atılım yapabilmen için bundan kaynaklı da sosyalistler, komünistler her zaman bilimsel bir anlayışı önemsiyor. Değişim, dönüşümü de çok kendisine yasal olarak görüyor. Bu anlamıyla da biz zaten deliyiz. Bunda hiç sorun yok ama bu süreç bizim için, söylendiği gibi o kadar rahat bir şey değil. Mesela bize şimdi kamu kurum ve kuruluşlarının kapısı bize kapalı. Tüm kamu kurum kuruluşları. Yani belediyenin dışındaki diğer kurumlarla ilişki kurabilme ihtimalimiz yok.
Komünistler çok ağlamaz
Aynı durum Nurhak için de geçerli…Nurhak Belediyesi Başkanı İlhami Bey de aynı şeyi söyledi, kamu kurumlarıyla bakanlar geldiği zaman deprem bölgesine “haberimiz olmuyor, kamu kurumlarının toplantılarına davet edilmiyoruz” demişti. Hatta belediyenin bir arazisini çarşı yapmaya karar vermişler. Çok sonra haberleri olmuş.
Şöyle Devletin bütün bürokrasisi, bütün kurumları bu halka hizmet etme zorunda. Ben de dahil belediye de dahil. Bu anlamıyla, hizmet meselesi açısından hiçbir kurumu reddetmeyiz. Bütün kurumlarla çalışıp birlikte hizmet etmeyi önemli buluruz. Ancak bu olmadığında da çok yalvaran, boyun eğen gibi halimiz yok. Biz tam tersine, bu meselelerde daha dik dururuz ve eksik durduğumuz yerde tamamlamaya çalışırız. O anlamıyla da sosyalistlerin, komünistlerin şöyle bir özelliği var: Yani çok ağlamazlar. Çok böyle “işte bize yardım etmiyor” da demezler, yapmaya çalışırlar ve bunu bazen halka danışarak, bazen dayanışmayı uluslararası alana çevirerek, bazen yoldaşlarıyla bu dayanışmayı düşünerek, bazen hem faaliyetle beraber çalışanlarıyla bu işi yaparlar ama yaparlar.
Eksik fazla yaparlar…Bbu meselelere de boyun eğmiyoruz. Eğmeyeceğiz de hiçbir şekilde eğmeyiz. Ama şunu biliriz. Devletin bütün kurumları bu halka hizmet etmek zorunda. Onun için bunu zorlarız. Bunun yapılması için gerekirse toplumla görüşerek gerekirse basını kullanarak gerekirse yazılarımı kullanarak gerekirse başka bir yöntemle, toplantılarda bunu dillendiririz, konuşuruz.
Ama bu şu anlama gelmez. Orada bir şey yapılmadığında oturup, durup “ben ne yapayım yapamıyorum bak görmüyor musunuz” demeyiz. Ha bu anlamıyla da komünistlerin böyle dirençli bir yapısı da söz konusu. Evet Nurhak'ı da gittiğimde Başkan benle de konuşmuştu. Öyle bir durumun olduğunu, öyle bir şeyin olduğunu benimle de konuştu ama bir gün bunlar değişecek. Yani şunu söyleyeyim sesimiz yükseliyor.
Deprem bölgesinde devrimciler vardı
Dikkat ederseniz son beş ay, altı ay, yedi ay, sekiz ay sosyalistlerin çok güçlendiği, Türkiye'nin farklı farklı alanlarında herkesin artık yavaş yavaş sokaklara gittiğinde masaya vuranlar olmaya başladığını gördünüz bu deprem bölgesinde gördünüz. Deprem bölgesinde devrimciler vardı. Gerçekten solcular vardı, sosyalistler vardı. Vicdanlı insanlar vardı ama iktidar yoktu. Burjuvazi yoktu. Onun için biz şu anda halk olduğumuz için, daha güçlüyüz ve önümüzdeki süreci de planlayarak daha da bu meseleleri çözmeye çalışacağız.
Türkiye tarihine baktığımızda Ovacık gibi ya da Dersim gibi çok da fazla örnek görmüyoruz ki hemen aklımıza Terzi Fikri örneği geliyor. Siz sıklıkla Dikili örneğini veriyorsunuz…Siz ortak akıl ve karar alma süreçlerini ortak da alsanız, bu görev size bir sorumluluk ve yük bindiriyor. Terzi Fikri sekiz on aylık kısa bir belediye başkanlığı sırasında bile hepimizin unutamayacağı işlere imza attı ve ne yazık ki katledildi, hepimiz saygıyla anıyoruz. Bu anlamda üstünüzde bir sorumluluk görüyor musunuz?
Tabii. Yani bize giydirilmek istenilen gömlek büyük bir gömlek. Bunun içine sığmaya, ona uygun olmaya çalışıyoruz. Onu zorluyoruz, Terzi Fikri dokuz, on aylık süreç içerisinde toplumla birlikte sosyalist bir programı harekete geçirmesi, bir dayanışma kültürünü, bir ciddi iş yapma kültürünü hayata geçirmesi, bütün halk kitlelerini yönetime katması ok önemliydi. Kendisini ilerici gören, sosyal demokrat gören durumlarda bile en ufak halkçı ya da sınıfa uygun, onun çıkarına, sınıfın çıkarına uygun çalışma kim yaparsa, biz onu destekleriz. Dikili’de Osman Özgüven “su bir haktır satılamaz” demiş. Bu yeterli benim için. Yani bir başkası da başka bir şey söyleyebilir. Bunları topladığınızda kocaman bir program yapıyor. Kocaman bir yürek yapıyor, kocaman bir yönetim anlayışı yapıyor, tecrübe yapıyor, arşiv yapıyor.
Diyarbakır'da da Mehdi Zana'nın kadınla ilgili çalışması çok önemliydi bizim açımızdan. Mahallede kadınların yönetime katılması çok önemli. Bugün diyelim ki bu coğrafyada hala o kültür geliştiyse ya da bazı programlarda eş başkanlık ve benzeri şeyler olduysa belki de bir katkı da oradandır. Tabii hepsine böyle bakmak lazım. Bu anlamıyla da bütün sosyalistlerin yaptıkları her bir çalışma, hem bizim kendimizi sorumlu olarak gördüğümüz hem de daha ileriye taşıyıp geliştirmek adına da çaba harcadığımız bir durum.
Yerel yönetimde TKP genelde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parçasıyım
Biraz da reel siyasete girelim, malum bir seçim dönemindeyiz. Siz de TKP'den seçildiniz TKP'nin elbette genel sekreteri Kemal Okuyan'ı var. Ama siz de kamuoyunun TKP deyince aklına gelen bir birkaç isimden birisiniz diyebiliriz. TKP'nin Emek ve Özgürlük İttifakı’na girmemesi çok eleştiri aldı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Elbette Sosyalist Güç Birliğin İttifakı’nda yer aldı ama genelde eleştiriler, tırnak içerisinde kullanıyorum, “büyük ittifaka” girmemesi yönündeydi.
Yani açıklamalarına baktığım kadarıyla TKP'nin sosyalistlerin dışındaki ittifaklarda kendisini görmediğini görüşü önde. Yani sosyalist bir güç birliği üzerinde bazı çalışmalar yaptıysanız “bizimle” dedi ve bu duyarlılıkları, tartışmaları sürdü. Bu anlamıyla da Sosyalist Güç Birliği’nde dört beş tane kurumu bir araya getirebiliriz. Aslında TİP’i, MP, SMF'yi ve benzeri birçok görüşmeler de bunlarla oldu. Bana sorarsanız gönlümden geçen bütün sosyalist güç birlikleri, emek, özgürlük hareketi, herkesin bir arada durması. Yani hani bana sorsan, hareketime sorarsanız da kurumuma sorarsanız, ben de onun bir parçası olarak, ben de bu çalışmayı yürüttüm, bütün herkesin birleşmesi adına…
Ama sonuçta TKP ve diğer sosyalist güç birimlerindeki arkadaşlarımızın, HDP'nin de içinde olduğu birçok tartışma toplantıları yapıldı. İdeolojik olarak bazı farklılıklarını ortaya koyarak “bu meselelerde bir sosyalist güç birliği olarak hareket etmek istiyoruz” dediler. Bu onların kararı, ben ve kurumum da Emek Özgürlük İttifakı'nda faaliyet yürüttük. Ama TKP'den başkandım.
Sosyalist siyaset ikiye düştü
Bu, bu çok daha güzel bir şey. Mesela ben yerel yönetimde TKP’de, genel seçimlerde de Emek ve Özgürlük İttifakının bir parçası olan SMF ileyim. Ben TKP’nin böyle bir karar almasna, kendisi açısından kendi siyasetinin takip etme kararına saygı duyuyorum. Açık söylemek gerekirse, bu meselelerde hani bunu tartıştıran, çatıştıran, çelişkiye sokan değil, tersine alınan kararların sonunda herkesin birbirine saygı duyması gerektiğini düşünüyorum ki en azından şunu da söyleyeyim mesela: Türkiye siyasetinin en az yirmi beş otuz tane sol sosyalist siyaset var. Şu anda ikiye kadar düştü. Bu iyidir, yani düşmesi bile bence çok büyük bir gelişme. Çünkü bizim en büyük eksikliğimiz bu.
Şunu söyleyeyim size, Devrimciler, sosyalistler, solcular yer yer yerel yönetimler aldı. Birçok alanda şunu da yaptı ama söyledik teori ettikleri şeyleri yapamadı. Yani bu yıl halkçı siyasetin bu kadar gelişmemesinin temel sebebi bu. Mesele sınıfa bakış açısı, biz yedi saat dedik. Programımızda o altı saattir, bizim programımız yapmalıyız. Yanlış da olsa o programımız doğru da olsa, bunu yapmalıyız. Ama sosyalist olup işçilerle ilgili temel haklar, özgürlüklerinin yani emeğinin karşılığını hakikaten vermiyorsan ve bu programını ortaya koymuyorsan, senin halktan kopuşun siyaset yapmayışın, siyasetin darlaşması anlamına geliyor.
Bu meselelerde hepimizin hatası var.
Ben bu anlamıyla da sosyalistlerin birliğini hep savunuyorum ama hiçbir araya gelmiyor. Bu müthiş rahatsız ediyor. Ben bu meselelerde amaçsız düşünmesi gereken biriyim. Mümkünse birlik, yoksa ittifak, yoksa ortak cephe. Mecburi değil yani, ortak cephede de buluşabiliriz. Dünya bunu başarıyor. Yani İtalya'da on yedi tane Sol, sosyal demokrat ya da ilerici, siyasette birleşip iktidara geldi. Bu meselelerde hepimizin hatası var. Yani bu tarafın da hatası var. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da hatası var. Sosyalist Güç Birliği’nin de hatası var. Gönlüm bir araya gelmekti ama bazen gönlün istediği olmuyor.
Kılıçdaroğlu yüzde 80 oy alır
Gerek TKP gerekse Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun da olduğu ittifakta genel bir mutabakat var. Kemal Kılıçdaroğlu desteklenecek. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir de Dersim değerlendirmesi alalım mı seçimlere giderken?
Sonuçta Kılıçdaroğlu bu şehirli, bu şehirli birinin cumhurbaşkanı adayı olması şehirde çok büyük bir sempatiyle karşılanıyor, çok büyük bir sempati uyanıyor bu çok doğal. Dersim'de hani en azından toplum içerisinde gezdiğimde, gördüğümde Kılıçdaroğlu'nun dışında başka bir şey değerlendirilmiyor. Hani bu ne kadar, kaça tekabül eder bilmiyoruz. Çünkü Dersim nüfusu çok düşük. Dışarıdan gelen memur arkadaşlar da var. Şimdi herkes istediğini rahat konuşamıyor. Konuşamayınca kimin ne kadar, kime verdiğini bilmiyoruz. Artı ben de bu konuyla ilgili böyle bir araştırma yapan, anket yapan biri değilim.
Ancak sanki %80’nin altına düşmeyecek gibi eğer bir terslik çıkmazsa tabii. Bana gelince de emin olun, kurumumun kararı benim için değerlidir. Yani kurumum bu meseleyle ilgili açıklaması neyse ben onun dışına çıkmam. Diyelim ki ben TKP’den aday oldum ama ben SMF'liyim. TKP'de benim SMF'li olduğumu bilir ve bir ittifak yaparken de bu minvalde yapıyor ve ilkeli davranıyorum.
Birinci görevim Türkiye'deki bütün sosyalistlerin ortaklaşması üzerinedir.
Mesela her iki ittifakın bir tarafını tutup bir tarafını atan biri değilim. Mümkün olduğu kadar her ikisine eşit uzaklıkta siyaset üretmeye çalışıyorum ya da yaklaşıyorum, destekliyorum ama çok radikal çalışmalar ve benzeri şeyler birbirini kıran, kırdıran şeyler. Çünkü benim birinci görevim Türkiye'deki bütün sosyalistlerin ortaklaşması üzerinedir. Seçimde her hareketin kendi açıklaması var zaten. Benim bununla ilgili bir şey söylememe gerek yok. Hareketimin dışında söyleyeceğim her bir laf hem bir tartışma meselesidir, hem de ilkesizlik olur. Hareketimin açıklaması zaten açık. Yani hepimiz biliyoruz.
Peki şu bilgi kulislere yansıdı, sizden teyit almak istiyorum. Çok sayıda partiden milletvekili teklifi aldığınızın duyumları geldi. Ve siz böyle bir değişimi şimdilik düşünmediniz. Bunun nedeni ne?
Yani kurumuma gitmişlerdir belki. Bilmiyorum ya da öyle bir talep olmuştur bilmiyorum. Ya şöyle resmi bir şey olmadığı sürece söylemlerin hepsi şey. Şifai tartışmalılar, görüşmeler benzeri söylemler vardı tabii doğru ama böyle ciddi bir siyasi ortamla oturup konuşmak olmadı ya da resmiyette böyle bir tartışmaya girilmedi. Çünkü bunu ben kurumuma havale ediyorum. Yani sonuçta ittifak güçlerisiniz. Ben kurumum dışında böyle bir şey yapmam.
Belediye başkanlığını bitirmeden milletvekili olmam
Şöyle bir şey söyleyebilirim size. Ben bir, bir buçuk yıl önce kurumumla bu meseleyi konuştum belediye başkanlığını bitirmeden milletvekili olmayı doğru bulmuyorum dedim, sonra bu depremle beraber de zaten bu tam pekişti. Çünkü yeni bir şey kuruyoruz. Deprem birimleri kuruyorum şu anda. Sismik birçok çalışma yürütüyoruz, mevcut stoklarımızla ilgili çalışma yürütüyorum, bunları yarıda bırakıp gidersem sanki bu şehre haksızlık yapmış gibi olacağım. Onun için bazı şeyleri kabul etmedim. Yani bazı görüşmeleri, dönenleri çok kabul etmedim. Bir de gerçekten de bitirip gitmek istedim, yani bu depremi benim için siyaset ve bir şeyin çok ötesinde çok daha ilerisinde çok daha üstünde bir şey olarak görüyorum. En azından bu süreci iyi değerlendirip bu topluma, bu halka, bu şehre küçük de olsa bir katkı sunup daha az yıkılan daha az insanın öldüğü bir süreci var etmek üzere, daha fazla yanlışı doğruya çeviren bir anlayış için çaba harcıyorum. Yoksa hani şöyle bir şey olmadı. Bir partiyle oturup bir pazarlık, bir adaylık gibi bir şey olamaz. Ama onun dışında yani kurum kuruma gidilmiştir ya da konuşulmuştur.
Söylediğinizden şunu anlıyorum görev sürem bitmeden milletvekili olmam ve gelecek sene 14 Mayıs'tan sonra da biz yerel seçimleri konuşacağız. Ovacık'tan sonra sizi Dersim'e gördük. Dersim'den de yerel seçimlerde ya da yerel seçimlerden sonra başka bir yerde görebilir miyiz?
Mümkün.
Sürpriz bir başka bir görevde.
Mümkün. Yani hani ben benim bittim demem doğru değil ben artık girmem demem de doğru değil. Ya da ben buranın belediye başkanı adayı olacağım demem de doğru değil ama kurumumuzun bakış açısı şu. Türkiye'deki sosyalistlerle yurtseverlerle, ilericilerle ortaklaşarak, Türkiye'nin birçok yerinde her kurumun temsiliyetinin olduğu belediyeler tartışması yapmamız gerek. Yerel yönetim çalışması tartışılıyor. Yani diyelim ki örnek veriyorum. İzmir'de bir başka kurum, bir ilçesinde bir başka kurum, eğer İstanbullu ya da Mersin, Antalya, Türkiye'nin farklı farklı yerlerinde mümkün olduğu kadar herkesin bir araya geldiği, demokratik ya da özgürlükçü sosyalist programların Türkiye'de onlarca yerde kazanımla sonuçlanması için hem kurumumun hem de benim büyük bir çabam olacak.
Yani bu seçimlerin hemen sonra bunun çalışmasını yürüteceğiz. Çünkü bilirsiniz yerelde yönetmeyi, genelde yönetmekten çok daha ileri olarak görüyoruz. Doğallığında işin hamuru ve içinde oluyorsunuz. Yani fabrikadaki üretici oluyorsunuz. Biri fabrikanın kurulması için bir karar alır, biri de fabrikayı kurar yapar meselesi. Ben yereli fabrikayı kurup ve içindeki üretici üretim olarak görüyorum, mümkündür.
Kurum bir başka yerde de görev de verebilir ya da başka bir alana da çekebilir, bu meseleler siyasetin ortaklaşması gereken konular ama şunu bilin hiçbir şeyden kaçmadığımızı bilin. Yani görev verildiği her yerde, her alanda gireceğiz, ama biraz daha büyütmek istiyoruz.
Sosyalistler yüzlerce yerde aday olmalı
Yani şöyle büyütmek istiyoruz. Türkiye'de ve üç yerde, beş yerde sosyalistlerin kendisini aday gösterdiği yer değil, yüzlerce yerde sosyalistlerin adaylaştığı, kendi programını, bayrağını ya da flamasını rengini, söylemini, halkla buluşturduğu faaliyet alanlarını genişleteceğiz. Bunun için çaba harcayacağız.