AKP-MHP blokunun başta Kürtler olmak üzere kendi tabanında da ciddi rahatsızlıklar yarattığını ve bu durum 31 Mart sonuçlarına da yansıyacağını söyleyen Kışanak’a göre, AKP "kendi gidişatıyla yüzleşecek" ve Özellikle DEM Parti ile Cumhur İttifakı’ndan kopan Yeniden Refah’ın alacağı oy birçok dengeyi değiştirebilecek.
Kışanak’ın avukatları aracığıyla 14 gazetecinin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Yıldız Tar: Zor zamanlarda, yola nasıl çıkıldığını unutturacak kadar umutsuzluğa kapılabiliyor toplumlar. Gazetecilikten siyasete, sizin yaşam öykünüz tam da bu zor zamanlarda ilham verici bir yerde duruyor. Sizle aynı coğrafyadan, hemen yan köyünüzdenim ve sizin hikayenizin coğrafyamızdaki birçok genç açısından ilham verici olduğunu biliyorum. Ancak bir yandan da aynı coğrafyada yaşanan katliamlar, baskıyla birlikte hayatta kalabilmek için sessiz kalmanın tercih edildiğini de görüyoruz. Siz, sessiz kalmamayı tercih edenlerdensiniz. Neden? Sizi, ömür boyu sürecek bir mücadeleye yönlendiren neydi?
Baskı ve korkunun iki sonucu olur. Biri sizin de dediğiniz gibi sinerek fırtınanın geçmesini beklemek; diğeri de mücadele. Bilemiyorum, belki de çocukluğumda dinlediğim, "hayatta kalmak için sessiz kalma" öyküleri, bende mücadele etmek gerektiği yönünde bir duygu oluşturmuştur. İçine doğduğum toplumda "haklının hakkını alması, rızalık verilmesi" gibi kavramlar, kültürel olarak öğretiliyordu, bunun da etkisi olmuştur. Genel olarak bizim kuşak, hak arama bilinciyle büyüdü. Bunu çok önemsiyorum. Haklarının farkına varmak ve haksızlığı kabul etmemek, kişinin benliğini koruyor. Demokrasilerde buna, "aktif yurttaşlık bilinci" diyorlar.
Son otuz yıl Türkiye çok değişti, nüfusun çok bir kısım kentlerde yaşıyor. Kürt, Türk, Alevi fark etmiyor, kentli bir toplumuz artık. Eşit yurttaşlık haklan, kentli haklan, demokratik hukuk kuralları, demokrasi ve adalet gibi kavramlar siyasetin ana konusu olmak durumunda. Demokratik toplum düzeni ancak böyle kurulabilir. Halkı "taraftar" durumuna düşüren mevcut siyaset tarzı, toplumu çürütüyor.
Tuğba Tekerek: Ankara büyükşehir belediye başkan adayısınız. Ankara'nın bir Kürt siyasetçi olarak sizin için anlamı nedir? Ankara'nın en sevdiğiniz yanı nedir?
Evet bu bir yerel seçim ancak, Ankara herhangi bir kent değil, cumhuriyetin başkenti. Bu nedenle, bir Kürt siyasetçi olarak Ankara'dan aday olmamın politik mesajları var. Genel seçimde bu mesajları vermek çok kolay olmayacaktı, çünkü işin ucunda milletvekili seçilmek, dokunulmazlık kazanmak vardı. Bu bir yerel seçim, ayrıca iddialı iki partinin adayı da milliyetçi, DEM Parti seçmeni daha rahat, partimizin birilerine kazandırma ya da kaybettirme politikası yok. Bu durum, politik misyonlar ve politik meseleler konusunda çok daha rahat konuşma imkanı sunuyor.
Kürt sorunu tarihi geçmiş olmakla birlikte, yüz yıllık cumhuriyet tarihinin çözemediği bir sorundur. Ben de bir Kürt kadın siyasetçi olarak, ikinci yüzyıla girdiğimiz bir dönemde cumhuriyetin başkentinde, Kürt çözümünü konuşmak, herkesi çözüm konusunda sorumluluk almaya davet etmek için aday oldum. Kadınlar açısından barış ilkesel bir konudur, çünkü tüm savaşlar ve çatışmalar şunu gösteriyor: Savaşın, çatışmanın, göçün yükü kadının omuzlarındadır.
Sibel Yükler: Selahattin Demirtaş, verdiği son söyleşide, özellikle 2016’dan itibaren yoğunlaşan tutuklama ve baskıların Kürt siyaseti hareketini ciddi bir kadro erozyonuna uğrattığını; bunun da tüm alanlarda ciddi bir nitelik zayıflaması yarattığını söylemişti. Bu süreçte tutuklanan ve hâlâ cezaevinde olan o siyasetçilerden birisiniz. Şimdi bir kez daha aday oldunuz. Son 8 yılı, özellikle son seçimlerle birlikte önünüze koyduğunuzda bu tespite katılıyor musunuz? Sizce, Kürt siyasi hareketinde halktan tabana ciddi bir değişim yaşandı mı?
Doğrudur, sürekli siyasi operasyonlarla Kürt siyasetinin deneyim biriktirmesi engelleniyor. Bu kadar baskı, bu kadar tutuklama hangi siyasi partiye yapılsa, bir daha belini doğrultamaz. Keşke hukukçular bir bilanço çıkartsa; 2015 sonrası kaç bin kişi gözaltına alındı, tutuklandı, ceza verildi ya da yurt dışına çıkmak zorunda kaldı.
Bütün bunlara rağmen ortada çok güçlü bir halk iradesi var. Siyasal bilinci yüksek, bir toplumsal yapı var. DEM Parti, genç politikacı yetiştirme konusunda en avantajlı parti konumundadır. Eminim ki önümüzdeki süreçte, DEM Parti kadro olarak çok daha güçlenecektir. “Boynuz, kulağı geçer” sözü en çok da siyaset için geçerlidir. Siyasetin dönüştürücü gücü var ancak bu tek taraflı işleyen bir mekanizma değildir. Siyasi mücadele, sürekli yenilenmek ve toplumsal yapıdaki ayak uydurmak zorundadır. Biz buna “eyleyerek değişmek ve birlikte dönüşmek” diyoruz.
Seyhan Avşar: Sayın Leyla Zana'nın yaptığı bir açıklamayla yeni bir çözüm süreci mi başlatılacak konusu kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Sonrasında Sayın Ahmet Türk, Kürt sorununun çözümü için, "CHP yapamaz. Neden? Derin devleti ikna edemez çünkü. Erdoğan isterse ikna edebilir. Sorunu çözebilirler” dedi. Sayın Selahattin Demirtaş ise Kürt sorunu için muhatapların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Öcalan olduğunu söyledi. Sizce CHP Kürt sorununu çözemez mi? Sayın Türk'ün, "CHP derin devleti ikna edemez söylemine katılıyor musunuz?" Tüm bunlara bağlantılı olarak Kürt halkına tüm yaşatılanlara rağmen çözümün muhatabı Erdoğan mıdır? Yanıtınız 'Evet' ise, Erdoğan iktidar da olduğu için mi muhatap yoksa derin devleti ikna edebileceğini düşündüğünüz için mi?
En başta net olarak söyleyeyim. Kürt sorun ancak partiler üstü bir politikayla çözülür. Aksi takdirde AKP çözmek istese CHP karşı çıkar, CHP çözmeye kalkışsa AKP ‘ihanetle’ suçlar. Geçen süreçte bunu yaşayarak öğrendik. Hala da her iki parti, birbirini Kürt sorunu üzerinden vuruyor.
CHP isterse, Kürt sorununu rahatlıkla çözebilecek bir partidir. Cumhuriyetin kurucu partisi olması nedeniyle bu konuda büyük bir sorumluluk altındadır. Ama “isterse” kelimesinin özellikle altını çiziyorum. Şunu görmek gerekir, Türkiye’de milliyetçilik ulusalcılık üzerinden yükseliyor ve her iki kesimi de giderek sağcılaştırıyor. Bu nedenle Kürt sorunu, sadece Kürtlerin meselesi değildir, Türkiye’nin demokrasi sorunudur.
Derin devlet konusunu da herkes unuttu. JİTEM teşhir olmuş, hakkında davalar açılmış, derin devleti mahkum etme imkanı ortaya çıkmıştı. Ancak JİTEM elemanları tek tek beraat ettirildi. Doğru dürüst haberi bile yapılmadı. Oysa bu yapının ortaya çıkartılmasında CHP geleneğinin önemli bir rolü vardı. AKP döneminde ise sanki derin devlet yokmuş gibi davranılıyor, özellikle Kürtlerle ilgili olayların peşine kimse düşmüyor. Derin devleti “ikna etmek” değil, teşhir etmek gerekiyor.
Sanırım Ahmet Türk, AKP’nin iktidar olması nedeniyle, tüm devlet kurumları üzerindeki etkisine işaret etmek istemiştir. AKP iktidarının bizlere ne yaşattığını biliyoruz; hala da yaşıyoruz. Defalarca mahkemede söyledim, bir kez daha söyleyeyim; Eğer, bizleri hapishanede tutmak Kürt sorununu çözüyorsa, bizi edin, bu mesele bitsin. Bizim açımızdan, ne bedel ödediğimiz değil, sorunun nasıl çözüleceği önemlidir. Ortada tüm ülkeyi ve milyonlarca Kürt yurttaşı ilgilendiren son derece önemli bir sorun var. Beklentimiz, artık bu konunun iç politika malzemesi yapılmadan, temel haklar ekseninde, demokrasi içinde çözülmesi, toplumsal barışın sağlanmasıdır. İktidarlar gelir geçer, Kürt sorunu kalır; cumhuriyetin yüzyılı böyle geçti. İkinci yüzyıl da böyle geçsin istemiyoruz. Bir şey daha söylemesem içimde kalır. Keşke, AKP’nin Kürtlere kötü davrandığını, sadece seçim zamanı hatırlanmasa.
Sedat Bozkurt: Ülkede artık “profesyonel politik tutuklu/hükümlüler” var. Her dönem bunları “içeride” görebiliriz. Kendiniz böyle hissediyor musunuz? Memlekette kim “içeride” kim “dışarıda” belli degil. Dönem dönem bu topraklarda bunlar yaşandı. Ama önceki dönemlere göre bu dönem umut çok eksik. Katılır mısınız?
“Profesyonel tutuklu” ilginç bir tanımlama olmuş. Bir yönüyle doğru çünkü Kürtler memleketin değişmeyen “ötekisi”. İktidarlar değişiyor, bazı “ötekiler” muktedir oluyor ama Kürt sorunu hep aynı kalıyor. Maşallah bende de tüm öteki kimlikler birleşmiş, ne diyeyim.
Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı isimli kitabında, “sistemin özgürlüğü zorbalıkla bastırdığı yerde üç yol vardır” der. Biri açıktan mücadele ederek bedel ödemek. İkincisi kanaatini saklamak, zorbalık döneminin geçmesini beklemek. Üçüncüsü de göç etmek.
Sanırım gelinen aşamada, artık son ikisinin işe yaramadığını büyük bir kesim anlamış gibi görünüyor. Baskı döneminin bu kadar uzun sürmesi bir yönüyle umudu törpülese de sorunların ve tepkilerin de büyümesine neden oldu. Bu seçim yeni umutların yeşerdiğini gösterecek diye düşünüyorum.
Pınar Öğünç: Türkiye son yıllarını aşırı politik bir gündem içinde ama aynı gelişmenin sonucu olarak tamamen seçim odaklı, yurttaşları apolitikleştiren bir süreç olarak yaşıyor. Tüm dünyada hukuk devletinden sapmalar gücünü hızla normalleştirmeden alıyor. Bir yandan sandığa ölümcül önem atfediliyor ama bir yandan kentinin belediyesine kayyım atansa iradesinin çalındığını normalleştirecek bir seçmen kitlesi inşa ediliyor. Siyasi analizi bırakalım, bir şeyi bu kadar önemli görmek ama aynı anda neticesinde hiçbir etkisi olmayabileceğine de inanmak, insan psikolojisine ters. Cezaevinden adaylığınızla kampanya dönemini yerel seçimi aşan bir propaganda için kullanan bir siyasetçi olarak bu siyasetsizleştirme, hukuksuzlukları normalleştirme kıskacına, buralardan nasıl çıkılabileceğine dair ne demek istersiniz?
Gerçekten de en önemli sorunumuz siyasetsizlik. Hukuksuzluğu normalleştirme de siyasetsizliğin bir sonucu. Siyaset, sandığa indirgenmiş, ama iktidar sürekli sandığa müdahale ediyor. Bu bile sorgulanmıyor. 2015’ten bu yana iktidar defalarca sandıktan çıkan sonuçları beğenmedi ya seçim tekrarı yaptı ya da halkın seçtiği milletvekillerini ve belediye başkanlarını görevden aldı. Türkiye tarihinde askeri darbe dönemleri dahil hiçbir dönem bu kadar çok sandığa müdahale edilmemiştir, bu kadar çok seçilmiş siyasetçi iktidarın gazabına uğramamıştır.
AKP siyaseti iki kutba sıkıştırarak, buradan sürekli iktidar devşirdi. “Ya bendensin ya düşman” retoriği, muhalefeti “ben düşman değilim” savunmasına hapsetti. Eskiden “iç düşman” kavramı derin devletin kitabında yazardı, kimse buna açıktan sahip çıkmazdı. Şimdi “bana da terörist derler mi?” kaygısı, siyaseti ve düşünce özgürlüğünü bitirdi. Bir zamanlar “düşüncesine katılmıyorum ama ifade özgürlüğünü savunuyorum” kampanyası vardı; sanırım kimse hatırlamıyor bile…
İçinde bulunduğumuz hal siyaset değil, bir iktidar oyunu. Bu oyunu bozmalıyız. Yukarıdaki cümleleri, herkesin bildiğini bir daha sıralamak için yazmadım. Muhalefetin tersine çevirmesi gereken duruma dikkat çekmek için yazdım. Her şey bir anda değişmeyecek ama her şey hakikati savunmakla değişmeye başlayabilir. Muhalefet, halkı hep “bir seçim sabahı bahara uyanacağız” modunda tuttu. Oysa demokrasi adım adım kazanılan bir mücadeledir, öznesi halktır, siyasi partiler bu mücadelenin aracıdır. Kurtarıcı beklersek, o kurtarıcı hiç gelmeyebilir.
Özlem Akarsu Çelik: Sayın Kışanak, hem meslektaşım hem bir siyasetçi olarak maruz kaldığınız hukuksuzluğun bir an önce sona ermesini ve derhal özgürlüğünüze kavuşmanızı diliyorum. Sorum şöyle, yerel seçim zamanı sıkça duyduğumuz “İstanbul’u yöneten Türkiye’yi yönetir” iddiasına benzer yeni bir iddia ile dikkat çektiniz: Diyarbakır’ı yöneten Ankara’yı da yönetir… Bu iddiayı, Kürt sorununun demokratik çözümü çerçevesinde nasıl okumalıyız?
Ankara'dan aday olmam, ortak vatanda, eşit yurttaşlar olarak yaşama iddiasının göstergesidir. "Diyarbakır'dan Ankara'ya oradan dört bir yana toplumsal barış köprüleri kurmak” derken tam da bu iddianın altını çizmek istedim. Diyarbakır, Kürtler açısından politik bir merkezdir; Ankara cumhuriyetin başkentidir. Kürt meselesinin demokratik çözümü, sembolik yönleri olan bu iki merkez arasında kurulacak köprüleri, ülkeye yayılmasıyla mümkün olacaktır. Bu nedenle ‘toplumsal barış’ diyorum.
Ülkeyi yöneten liderler, Diyarbakır’a gidince Kürtlere mesaj verme ihtiyacı duyar. Liderler her yerde miting yapar ama herkes "Acaba Diyarbakır'da ne mesaj verecek" diye bekler. Şimdiye kadar "Kürt realitesini tanıyorum" diyen de oldu; "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" diyen de. "Kürt sorunu benim de sorunumdur" diyen lider de gördük. 2013'te, tüm Türkiye heyecanla Diyarbakır Newroz'unda okunacak mektubu bekledi.
Diyarbakır'dan iki kez onay almış, kentin belediye başkan iken görevden alınmış bir kadın siyasetçi olarak; hem Diyarbakır’ın sözünü hem de Diyarbakır'da devlet adına söylenen sözleri, Ankara'ya taşıma sorumluluğu duyduğum için aday oldum. Artık, barış için ortak sözümüzü üretmeliyiz.
Nurcan Gökdemir: Kürt sorununun çözümü için Kürt Hareketinin önde gelen isimlerinden Erdoğan'ın yeniden inisiyatif alması doğrultusunda çağrılar geliyor. Geçmiş deneyimler ışığında bu çağrıların karşılık bulma ve sonuçlanma şansı var mı? Erdoğan'ı böyle bir sürece itecek basınç nasıl oluşturulabilir? Yerel seçim sürecinin bu anlamda katkısı oldu mu?
Bir yerel seçim sürecindeyiz. Doğal olarak tüm partiler, en yüksek oyu almaya ve kazanmaya odaklandılar. Birkaç gün sonra seçim bitecek ve biz hakiki gündemlerimizi daha çok ve daha net tartışmaya başlayacağız. Muhalefetin en büyük hatası, ki seçim arasında doğru düzgün siyaset yapmamak. Oysa asıl siyaset, iki seçim arasında yapılır, seçim sürecinde bunun meyveleri toplanır. Toplumsal dönüşüm ve örgütlenme, seçim döneminde söylenen iki beylik lafla sağlanamaz. Muhalefet asıl, seçimsiz dönemde iş yapar. İktidar sürekli seçim taktiği ile muhalefeti kendi gündemleri peşinden koşturuyor.
Teorik olarak önümüzde seçimsiz dört yıl var. Ancak ben bu takvimin değişeceğini düşünüyorum. İktidar kesinlikle oy kaybedecek ve çekim merkezi olmaktan çıkacaktır. Bu nedenle, muhalefet partileri, seçim sonrasında iç tartışmaları bir kenara bırakarak; halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenseler, iktidar üzerinde ciddi bir toplumsal baskı yaratabilirler. İktidar bir anayasa değişikliği gündemi ortaya atacak, bence muhalefetin de “acil demokratikleşme paketiyle” karşılık vermesi gerekir. Aksi taktirde, iktidarın gündemleri peşinde sürüklenirler ve bir yıl sonra da kendilerini bir anayasa referandumu gündeminin içinde bulabilirler.
Nergis Demirkaya: HDP’nin yerel seçimlerde kazandığı belediyelere son iki seçimde kayyım atandı. 31 Mart’ta gerçekleşecek seçimde de iktidarın bu politikasının devam edip etmeyeceği tartışılıyor? Sizce kayyım atama tutumunun sürmesi durumunda DEM Parti ne yapmalı, nasıl bir mücadele yürütmeli?
Kayyum iflas etmiş bir politikadır, AKP’nin elinde kaldı. ‘Vazgeçtim’ dese olmuyor, devam etse özellikle Kürtler nezdinde iyice itibar ve oy kaybediyor. Muhalefet bu konuda güçlü ve demokratik bir çıkış yapsa, kayyum yasasının değişeceğine inanıyorum. Bugüne kadar devam etmesi, muhalefetin de eksiğidir. Tabi ki belediye başkanının suç işleme ayrıcalığı yoktur. Suç ve ceza yargının işidir ama iktidar yargı kararı olmadan kayyum atıyor. İşte benim şahsımda ortaya çıkan durum, yedi buçuk yıl sonra hala belediye başkanı seçilebilme haklarına haizim. Peki Diyarbakır belediyesine neden kayyum atandı? Muhalefet hep birlikte bu soruyu sorabilmeli. Yine kayyum yasası “kumpas” yasasıdır. Hepimize, tüm siyasetçilere kumpaslar kuruldu ama basın ettiği için bildiğim bir örnek vereyim. 2019’da seçilen Selçuk Mızraklı’ya açık aleni bir kumpas kuruldu. İçişleri Bakanlığı’na bağlı kolluk, bir iftiracı buldu, yalan beyanla Mızraklı görevden alındı, belediyeye kayyum atandı. Kayyum yasası değişmediği sürece her ana her belediye başkanı bir kumpasa kurban gidebilir. Bu böyle devam edemez.
Önceki Belediye Yasası da çok demokratik değildi, yerel yönetimler üzerinde merkezi idarenin vesayeti vardı; ancak hiç değilse iktidara “keyfiyet” hakkı tanımıyordu, yargı kararı olmadan merkezi iktidar müdahale edemiyordu. Mevcut kayyum yasası, iktidara istediği an istediği belediyeye kayyum atama hakkı tanıyor. İktidar için tek engel, toplumsal tepki. CHP’li belediyelere kayyum atanmıyorsa, siyasal sonuçlarından korktukları içindir. Böyle bir demokrasi olur mu? Bu orman kanunudur; “az olanın, zayıf olanın, canı çıksın” demektir.
Bugüne kadar kayyum Kürtlerin sorunu olarak görüldü, bu nedenle çözülemedi. Kayyuma karşı mücadele sadece Kürtlere ve DEM Parti’ye bırakılmamalı. Bu bir demokrasi sorunudur. Muhalefet karar vermeli, demokrasiye sahip çıkacak mı çıkmayacak mı?
Kemal Avcı: Sayın Kışanak, önümüzdeki yerel seçimi iktidarın veya muhalefetin kazanması siyasette ne tür sonuçlara yol açar? Kürt sorununun çözümüne dönük yeni bir süreç başlayabilir mi? Hükümeti bu konuda adım atmaya zorlamak için neler yapılmalı?
Önümüzdeki seçim bir yerel seçim, iktidarı değiştirecek bir seçim değil. Bu nedenle seçim sonuçlarını başka türlü okumak gerekecek.
Kürt sorunu bağlamında DEM Parti’nin kaç belediye kazandığı ve aldığı oy oranı önemli mesajlar içerecektir. DEM Parti önemli bir başarı elde ederse, hem kayyum konusunda caydırıcı bir etki yaratacaktır hem de Kürt sorunun çözümü konusunda daha etkin bir rol oynayacaktır. Seçim sonrasında yeni bir çözüm süreci başlayacağına dair emareler yok. Ama diyalog ve çözüm için bir yol açmak gerekiyor. Mevcut durum, hem iç politik ve ekonomik durum hem de bölgesel gelişmeler nedeniyle büyük bir yük haline gelmiştir. DEM Parti, bu durumu değiştirmek konusunda önemli bir misyona sahiptir ancak çözüm sadece DEM Parti’ye bırakılmamalı. Tüm demokratik toplumsal dinamikler, barış ve çözüm için rol almalıdır.
AKP’nin Kürt politikasını etkileyecek asıl şey kendi gerçeğiyle ilgilidir. AKP’den liberaller koptu, muhafazakar demokratlar koptu, YRP’nin çıkışı ile milli görüş geleneğiyle de ciddi bir yol ayrımına geldi. Bu kopuşlarda ekonomik kriz etkili oldu ancak tek neden bu değildir. AKP ile MHP arasındaki politik mesafenin ortadan kalkması, başta Kürtler olmak üzere AKP’nin klasik tabanında ciddi rahatsızlıklar yarattı. Bu durum seçim sonuçlarına yansıyacaktır. YRP’nin seçimde, AKP’li seçmenden önemli bir oy alacağını düşünüyorum. Ayrıca İYİ Parti’nin kendi adına seçime girmesi, AKP ve MHP seçmeni açısından yeni bir alternatif yarattı. Bu seçimde AKP, gidişatıyla yüzleşecektir.
Gökçer Tahincioğlu: DEM Parti, yerel seçime kendi adayları ile girdi. Buna karşılık Erdoğan, CHP ile DEM Parti'nin gizli bir ittifak kurduğunu söylüyor. Diğer yandan AKP ile de görüşmeler yapıldığına yönelik açıklamalar, haberler kamuoyuna yansıyor. Olası bir yeni çözüm süreci konusunda muhatabın Erdoğan olduğuna yönelik de açıklamalar yapılıyor. Kapatma davası sürerken, siz ve benzer durumdaki siyasetçiler mevzuata, yargı kararlarına rağmen tahliye edilmezken böyle bir güven ilişkisi mümkün mü? DEM Parti, bu seçimde neyi amaçlıyor ve seçim sonrasında gerçekten yeni bir sürecin başlaması beklentisi var mı?
Seçim dönemi olduğu için doğal olarak Kürt sorunu daha fazla tartışılıyor. Malum Kürtler de yurttaşlar ve oyları var. Kürt siyasi aktörler bu oy gücünü, çözüm için değerlendirmek istiyor. Bu siyasetin doğasında var. Ancak bir de suyu bulandırıp, bulanık suda balık avlamak isteyenler var. DEM Parti’nin tavrı nettir; kendi adaylarını çıkardı ve mücadelesini güçlü bir şekilde sürdürüyor. AKP-MHP bloku, hem ulusalcı/milliyetçi oyları çekmek, hem de DEM Parti seçmeninin kafasını karıştırmak için kara propaganda yapıyor. Zaten yıllardan beri “terörle işbirliği”, “beka” diye iktidarda kaldılar. Aynı oyunu sahnelemek istiyorlar.
Burada önemli olan artık demokratik kamuoyunun, bu söylemlere itibar etmeyen bir tutum almasıdır. Sıkıntının kaynağı muhalefetin, Kürt meselesinde iktidarın çizdiği sınırlar dışına çıkmamasıdır. Bu durum siyasette bir açmaz yaratıyor. Satranç oynayanlar bilir, en etkili taktik, rakibin önemli taşlarını açmaza almaktır, böylece kendisi daha rahat hareket edebilir. Muhalefetin, DEM Parti’ye ve Kürtlere yönelik siyasal yaklaşımını değiştirmesi gerekir.
Seçimden sonra yeni bir sürecin başlama ihtimali çok zayıf. Ancak DEM Parti, Kürt meselesine demokratik ve barışçıl bir çözüm bulunması için güçlü bir mücadele yürütecektir. Demokrasiye ve barışa inanan tüm kesimlerden de bu mücadeleye katkı sunmasını bekliyoruz. Olması gereken budur. Kürt sorunu sadece iktidarla çözülebilecek bir mesele değildir, toplumsal mutabakatla çözülebilecek bir konudur. Çözüm için muhalefete büyük sorumluluklar düşüyor.
Uzun oldu ama bir cümle daha söylemek istiyorum: Hem iktidar hem de CHP bu yerel seçimlerin çok önemli olduğuna dair bir algı yaratarak, oyları konsolide etmek istiyor. Tabi ki her seçim gibi bu seçimde önemlidir, ancak bir kader seçimi değildir. Kaderimizi izlediğimiz politikalar belirliyor. Muhalefetin artık güçlü demokratik bir programla sorunların çözümüne talip olması ve siyaseti sandığa indirgemekten vazgeçmesi gerekir.
Eylem Nazlıer: Türkiye bir kez daha seçim eksenli bir politik tartışma sürecinde… Ama ekonomik zorluklar altındaki geniş kitleler, uzun süredir ilk kez bir seçim sürecine bu kadar ilgisiz görünüyor. 1 Nisan itibariyle potansiyel olarak seçimsiz geçecek olan dört yılın, politik ve ekonomik baskıların arttığı bir dönem olabileceği değerlendiriliyor. Gerek siyasal iktidar ve müttefiklerinin durumu, gerekse Kürt halkının demokrasi mücadelesinin karşılaşabileceği olasılıklar açısından sizin seçim sonrası döneme ilişkin değerlendirmeleriniz nedir?
Seçim sonrasında yeni bir dönem başlayacak. Son yıllarda neredeyse her yıl seçim yapıldı. Halk seçim yorgunu... Muhalefet de iktidar da sorunları hep öteledi. Sorunları ötelemek iktidarın işine gelebilir ama muhalefet artık halkın gerçek sorunlarını konuşmalı. İktidar seçimden hemen sonra anayasa değişikliği tartışması açıp bir yıl sonra referanduma gitme hesapları yapar mı? Bilemiyorum.
Halkın bu seçimde ne diyeceği önemli. Seçim sonuçlarının birçok planı değiştireceğini düşünüyorum. Özellikle DEM Parti ile YRP'nin alacağı oy birçok dengeyi değiştirebilir. AKP'den liberaller, demokrat muhafazakârlar kopmuştu, milli görüş geleneğiyle kalan son köprüler de atılıyor. İktidarın çevresinde ekonomik çıkarlar ve kamuflaj olarak kullanılan "beka" söylemi kaldı. Ekonomik kriz, çıkar ittifakını da olumsuz etkileyecektir diye düşünüyorum. Bu nedenle seçim sonrasında birçok dengenin değişme ihtimali çok yüksek. Seçim sonuçlarını gördükten sonra daha net yorumlar yapılabilir.
Elif Çetiner: Gültan Kışanak adı neden ve nasıl ön plana çıktı? Hapiste olmanız ile adaylık arasında nasıl bir bağ var?
Benim için yeni bir durum yok. Ömrüm siyasi mücadele ile geçtiği gibi yaklaşık yirmi yıldır aktif siyasetin ve kadın özgürlük mücadelesinin içindeyim. Ancak adaylığım, Türkiye'de yargının ne kadar siyasallaştığını, iktidarın siyasi hesaplar uğruna yargıyı nasıl bir araç olarak kullandığını göstermesi bakımından çarpıcı bir örnek. Ayrıca Kürt sorununun, yargının değil, siyasetin konusu olduğunu da gösteriyor.
2016'dan bu yana Türkiye tarihinin en ağır siyasi operasyonları yapıldı ama DEM Parti TBMM'nin üçüncü büyük partisi, bu seçimde onlarca belediyeyi kazanacak, milyonlarca yurttaşın oyunu alacak. Peki bu siyasi operasyonlar, neyi değiştirdi? Benim Ankara adaylığımın, bu hakikatleri gündeme getiren bir yanı var.
Siyasetçilerin hapishanede olması ve içeriden siyaset yapmak zorunda kalması bu ülkenin en büyük demokrasi ayıbı ve yıllardan beri devam ediyor. Son örneğini Can Atalay’da yaşamıştık. Genel olarak hiçbir siyasi sorun, özel olarak da Kürt sorunu hapishaneyle, mahkemeyle çözülebilecek bir sorun değildir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Siyasi sorunlar, siyaset yoluyla çözülür. Hücre duvarlarını aşan siyaset, bize bu gerçeği haykırıyor.
Gazete Solfasol: Ankara’nın neredeyse hiç konuşulmayan ama önümüzdeki yıllarda en önemli gündemi olmaya aday bir konuda yaklaşımınızı öğrenmek istiyoruz. Polatlı’nın Avdanlı Köyü merasında 6000 dönüm arazi üzerine kurulması planlanan ancak gelen tepkiler üzerine 14 Mayıs Genel Seçimleri öncesinde Adalet ve Kalkınma Partisinin yerel yetkilileri tarafından iptal edildiği duyurulan radyoaktif atık depolama sahası projesi 31 Mart Yerel Seçimleri sonrasında yeniden gündeme gelecek gibi görünüyor. Köyün merasında harita ölçümleme çalışmaları devam ediyor. Ankara Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı olarak Akkuyu Nükleer Santralinin radyoaktif atıklarının Ankara’da depolanacak olması ile ilgili yaklaşımınız nedir?
Son derece önemli olan bu konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ediyorum. Nükleer santrallere de nükleer atıkların Ankara’da depolanmasına da karşıyım. Saraydan “sıfır atık” diyen bir reklam kampanyası yürütülüyor. “Radyoaktif atıklar, sıfırlanmıyor” diyen bir kampanya çok etkili olur. Ankara halkı siyasi parti farkı gözetmeden, toprağına, yeraltı sularına, sağlığına sahip çıkmalıdır. Ankara zaten yıllarca Kızılırmak’tan alınan sağlıksız suyu içti. Şimdi yer altı sularını zehirlemek istiyorlar
Dünya ekolojik kıyamet senaryolarını konuşuyor ve önlemeye çalışıyor; iktidar, başkenti nükleer çöplüğe dönüştürmek istiyor. Asla kabul edilemez. Ben bu konunun seçimden sonra da takipçisi olacağım. Eminim ki DEM Parti de bu konuda güçlü bir mücadele yürütecektir. Kadını, doğayla eşitleyen ve her ikisine de efendilik taslayan, erkek egemen sistemin ne kadar yıkıcı ve tüketici olduğunu çok iyi biliyoruz. Ekoloji bizim, mor çizgilerimizden biridir. Ankara, kadın hareketinin mor çizgileriyle buluşarak, radyoaktif atık felaketini önleyebilir. (Kısa Dalga)