"Söz" programında Dünya Basın Özgürlüğü günü ve “toplumsal olaylarda görüntü çekme” yasağını deneyimli gazeteci Hilmi Hacaloğlu ile konuştuk. Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümü mezunu olan Hacaloğlu, Osmanlı’dan bu yana bu topraklarda hiçbir zaman gerçek bir basın özgürlüğü olmadığını söyledi.
2. MEŞRUTİYET'TEN SONRA
Hacaloğlu şöyle devam etti: "Yani 1908'de ikinci Meşrutiyet ilan ediliyor. İlan edilir edilmez çok sayıda gazete, dergi, yayın ortaya çıkıyor. Ama hemen sansür kurumları bir sene içinde devreye giriyor. Cumhuriyet'in ilanının ardından da aynı şey yaşanıyor. Bir sene, iki sene her şey çok güzel. Ama sonra isyanların ortaya çıkması, muhalif partilerin ortaya çıkmasıyla beraber basın özgürlüğü engelleniyor, baskı altına alınıyor. Çok partili dönemde de bu görülüyor. Mesela Demokrat Parti döneminin sicili çok bozuk bu konuda.”
1960’ların başlarında gazetecilerin bir takım haklar elde ettiğini, mesleklerini daha objektif, daha bağımsız yapabildiğini hatırlatan Hacaloğlu, bu dönemin de kısa sürdüğünü, alınan hakların da, tarafsız gazeteciliğin de kısa sürede tırpanlandığını hatırlattı.
90 YILLARDA GAZETECİLİK
Kendisinin de mesleğe başladığı 90’lı yılları ise şöyle anlattı Hacaloğlu: “Bizim o dönemdeki avantajımız şuydu, koalisyon hükümetleri dönemi olduğu zaman güç dağılıyor, güç dağılınca da gazetecilik yapmak daha kolay hale geliyordu. Evet, o zaman da çok sert baskılar vardı. Yani Kürt basının yaşadığı şeyleri ben 90'ların ortasında da gayet iyi hatırlıyorum. Mesela şöyle Barış Treni vardı. 1997 yılında Diyarbakır'a gidecekti. Tren ortadan kaldırıldı, otobüsler kondu, otobüslerle gittik. En son Siverek'te 3'üncü kez yolu kestiler ve ondan sonra bizim Diyarbakır'a girişimiz engellendi. Sonrasında polis otolarıyla, yani beyaz Renault'larla çok uzunca bir süre, yüz kilometre adeta kovalanmıştık.”
"KABUS SENARYOSU"
Bugün yaşanan tabloyu ise bir “kabus senaryosu” diye tanımlayan Hilmi Hacaloğlu, son genelgeyi anlatırken ABD’deki George Floyd olayını örnek veriyor. Eğer o görüntüler olmasaydı Floyd’un nasıl öldürüldüğünün bilinmeyeceğini ve olayın üstünün kapatılacağını söyledi.
Sahada çalışan gazetecilere yönelik baskıların ve engellemelerin çok önceden başladığını anlatan deneyimli gazeteci, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Kadıköy’de yapmak istedikleri açıklamayı örnek verdi. Öğrenciler için binlerce polisin seferber edildiği o gün aralarında kendisinin de bulunduğu birçok gazetecinin görüntü almasının engellendiğini anlattı.
"GENELGEYE GÜÇLÜ TEPKİ GÖSTERİLMELİ"
Hacaloğlu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun genelgenin anayasaya uygun olduğunu söylemesini anlamadığını belirtti ve şöyle devam etti:
“Anayasa'nın 20 maddesini yanılmıyorsam dayanak gösteriyor ve aile hayatının ve özel hayatın gizliliği üzerinden, sonrasında kişisel verilerin korunmasına bağlıyor. Toplumsal olay kamusal alanda gerçekleşiyor. Kamusal alanda gerçekleşen bir şeyin Anayasa hukuku tekniği ya da yazımı açısından nasıl bir özel alan olabilir? Nasıl bir aile ile gizlilik ile alakalı bir durum olabilir. Hakikaten ben anlamıyorum.”
Eğer gazeteci örgütleri ve gazeteciler genelgeye karşı güçlü bir tepki göstermezse meslek açısından çok zor bir dönemin yaşanacağına dikkat çeken Hilmi Hacaloğlu, “Şimdi artık, gazeteci, kendi tanık olduğu şeyleri çekemez ve toplumla buluşturamaz hale getirmeye çalışıyorlar ki bu, 170 yıllık geçmişe sahip Türk basınının en dip seviyesi olarak tarihe geçecek” dedi.
Hacaloğlu genelge nedeniyle meslek hayatında ilk kez bir 1 Mayıs’ı izleyemediğini söyledi. Bunun bir nedeninin de kendisine basın kartı verilmemesi. Kamuoyunun yakından tanıdığı, yıllardır sadece gazetecilik yapan Hilmi Hacaloğlu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Uluslar arası Gazeteciler Gazeteciler Federasyonu ve çalıştığı kurumun kartının kolluk kuvveti tarafından tanınmadığını söyledi:
“Tek başınasınız, karşınızda silahlı güç var ve “Sen gazeteci değilsin” diyor. Kartlarını gösteriyorsun, interneti açıp “Ben bu haberleri yaptım” mı diyeceğim. Çeyrek yüzyıldan fazladır bu meslekte olan, dünyanın dört bir tarafında gazetecilik yapmış bir insan olarak hakikaten onur kırıcı bir şey.”
Saddam Hüseyin döneminde Irak’ta gazetecilik yaptığı günleri hatırlatan Hilmi Hacaloğlu, “Yanımıza bir mihmandar veriliyordu. ‘Şunu çekersin, bunu çekemezsin. Şununla röportaj yaparsın, bununla yapamazsın’ diyordu. Saddam’ın Irak’ıyla 2021 Türkiyesinin aynı olması mümkün olabilir mi? Olamaz. Yani zaten buranın geleneği bambaşka. Ama biz de kendimizin ne olduğunu hatırlamalıyız. Birlikte hatırlamalıyız” dedi.
Hilmi Hacaloğlu bu duruma tüm gazetecilerin aralarındaki ayrımları bir kenara bırakarak birlikte tepki vermesi gerektiğini söyledi.
PODCASTİMİZİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA TIKLAYIN