MEHVEŞ EVİN
Şanlıurfa ve Adıyaman'ı vuran sel afetiyle birlikte iklim değişikliğinin etkileri konuşuluyor. MGM verilerine göre 2021 ve 2022 yıllarında ise 1000'in üzerinde meteorolojik afet yaşandı. Ve bu afetler, Dünya’nın her yerinde şiddetini artırıyor.
İklim bilimci Profesör Levent Kurnaz, “2.500 senede bir bu şiddete yağış olurken iklim değişikliğiyle birlikte artık bunları 20 yılda bir görüyoruz” diyor. Kısacası seller, iklim değişikliğinin yarattığı bir kriz. İklim değişikliğini yaratan da insan evladı!
Seli afet yapan, yanlış ve hızlı kentleşme, uygulamalar… Aynı sorun, Dünya’nın pek çok yerinde yaşandığı için şehirlerde farklı modeller konuşuluyor, uygulanıyor.
Gazeteci Mehveş Evin ve Sürdürülebilirlik Uzmanı-Doğa Bilimci Ferdi Akarsu, bu haftaki Yeşil Dalga podcast’inde Çin’de başlayan sponge cities yani “sünger kent” modelini, ne işe yaradığını ve Türkiye’deki uygulamaları konuştu.
Mehveş Evin: Çarpık kentleşme ve artan nüfusla birlikte, şehirlerin merkezlerden çeperlere yayılmasıyla aşırı hava olayları Dünya’nın her yerinde artıyor. “Sünger kent” kavramı aslında çok yeni değil, 2013’te Çinli bir profesör, Yu Kongjian buldu. Meğer kendi de çocukken sel mağduruymuş… Nedir bu sünger kent?
Ferdi Akarsu: Evet Çin'de, 10 yıl önce ortaya çıkıyor sünger kent kavramı. Bugün 16 pilot kentte uyguluyorlar. Sünger kent hikayesi aslında yağış rejiminin dengesizliğine karşı bilim insanlarının bulduğu bir çözüm. Baktığın zaman da çok güzel oluyor. Birincisi genel olarak yağış rejimindeki sıkıntılar can ve mal kaybına neden oluyor. İkincisi, bir de tatlı su sıkıntımız var malum. Dünyanın birçok yerinde kuraklık alarmı veriliyor. Bakın bizde de. Yağmur yağacak mı, baraj dolu dolmadı muhabbeti oluyor. Dolayısıyla sünger kentin iki boyutu var: Sel gibi afetlere karşı koruma sağlıyor, ayrıca ihtiyacımız olan tatlı suyu elde tutmaya yönelik bir durum.
ME: Sünger şehir kavramının detaylarına girelim, ama önce şunu sorayım: Bir şehri dirençli kılabilmek için en makbul ve az masraflı olanı, doğal alanların korunması diyor bilim insanları… Neden?
FA: Mesela hiç duyduk mu, bir köyü sel bastı diye? Böyle eski köyleri niyeyse sel basmıyor ama şehirlerde oluyor. Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz. Aslında , geleneksel olan köyler zaten kendiliğinden “sünger” sayılır. Konya'nın veya Karadeniz'in geleneksel köylerine gittiğinizde görüyorsunuz zaten. Sel taşkınları nerede oluyor? İlçelerde, nehir kenarına yapılmış ya da taşkın düzlüğüne yapılmış yerlerde oluyor. Aslında “sünger kent” de yeni bir keşif değil. Doğada olan, dünyanın her yerindeki yerli kabilelerin ya da geleneksel yaşayan köylerin yaptığı şeyler. Tek farkı, bunların şehirlere adaptasyonu. Her zaman doğal alanları ve de kent içindeki doğal alanları öncelikle korumamız gerekiyor: Ormanlar, sulak alanlar, deltalar, nehirler, nehir yatakları, göletler, göller… Bunlar, suyun başat aktör olduğu doğal alanlar. Sadece bunları korumak da yetmiyor. Kentlerde, genelde yapılaşmadan dolayı parçalanmış veya bölünmüş doğal alanları habitat köprüleri ve ekolojik köprüler ile birleştirmek ve birbiri ile yeniden konuşturmak sundukları ekosistem hizmetlerinin düzeyi ve kalitesi açısından önemli.
ME: Doğal alanların parçalanmasını açar mısın?
FA: Bir park, orman veya korunun arasına asfalt, mahalleler girmiş diyelim… Ya da bir nehrin diğeriyle artık bağlantısı yok. Dünyada bu tür su havzaları birbirine küçük kılcal derelerle bağlanır. Ama kentlerde bunların çoğunun bağlantısı da kalmıyor. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi birbirine bağlamak gerekiyor. Bunlara “habitat köprüsü” deniyor. Yani hem bu doğal alanları koruyacağız, mümkünse geliştireceğiz ve birbirine bağlayacağız. Böyle olduğunda sünger olma potansiyelleri kat kat artıyor. İlk ve en önemlisi, kentteki doğayı yok etmeyeceğiz! Yok ettiklerimizi de düzelteceğiz. Dere yatağını betonun içine aldık diyelim. Bunu genişletmeli, genişletemiyorsak daha yeşil hale getirmek veya belli yerlerde sel hazneleri oluşturmak da bir çözüm. Şunları yapmamamız gerekiyor: Deprem bölgesinde olduğu gibi deltanın içine gidip moloz dökmek, ormanı kesmek...
ME: Zihni Sinir sorusu sorayım: Mesela bu seller olmasın diye HES yapıp suyu kesmek işe çözüm mü?
FA: Ne yazık ki değil. Karadeniz’de çok iyi gördük. Tam tersine, HES’ler yüzünden yaratılan kötü etki iki üç katına çıktı. HES’ler bölgenin yağış rejimini değiştiriyor. Diyelim ki seninle benim Rize’de denize yakın bir yerde köyümüz var. Bizden daha yukarı bir yere HES yapılıyor, doğru mu? Aşağıya gelen su miktarımız normalde örnek veriyorum 10 tonken diyelim bir tona düşüyor. Bazı akıllılar ise dere eskisi gibi coşkun gelmiyor diye sağından solundan beton koyuyor, yatağı daraltıyor. Sorarsan da "ıslah", ettim diyor. Allah ıslah etsin ne diyelim. Gaye ise birazcık oradan yol kazanırım, bina yapayım. Derken çok büyük bir sel geliyor. Yukarıdaki HES’i de dinlemiyor, yıkıp geçiyor. Palyatif, bilimsel olmayan uygulamalardan dolayı seller oluyor. Sulama sistemleri de bu şekilde vuruyor ne yazık ki.
ME: Bu soruya sabırla yanıt vermene de bravo!
FA: Latincede Meander, bizde menderes anlamına geliyor. Böyle yukarıdan baktığın zaman nehir kıvrılarak gider ya, yılan gibi. O bir meander. Niye biliyor musun? Oradaki nehir salak mi ki dümdüz gelmek varken kıvrıla kıvrıla geliyor. Bu kadar kırıldığında göre yaramaz ve akılsız. Islah etmek gerekiyor! Elbette değil. Bunu yapmasının bir nedeni var. Kıvrım yaparak hem debisini, hem miktarı düşürüyor, böylece sel olasılığını düşürüyor. Yani menderes yaptığı için de yukarıdan gelen o güzel toprak alüvyonlu toprak yayılıyor ve tarım yaptığımız ovaları oluşturuyor. Öbür türlü ne oluyor? Bir kanalın içine hapsediyoruz, sel yapıyor. Bütün çamur birden denize yıkılıyor, önünde de hiçbir şey bırakmıyor. Verimli topraktan da oluyoruz. Tamam dağdan toprak geliyor ama o dönüşüm var, doğal halinde kademeli olarak denize indiği yerde o toprak, delta oluşturuyor zaten. Dünya kadar kamulaştırılacak yer var. Canın isteyince her yeri kamulaştırıyorsun, niye yeniden menderesler oluşsun diye kamulaştırmıyorsun? Doğal alanları korumak; suyu tutmak, harcamamak ve afet görmemek için en önemli madde. Bir kenti, sünger kent yapabilmek içindeki birbiriyle eskisi gibi bağlantısı sağlanmış, tekrar ilişkisi sağlanmış doğal alanlar yaratmak, olanları korumak, geliştirmek şart. Bu bahiste yeşil çatılar, su toplayan çatılar çok konuşuluyor, tasarlanıyor. Bu da çok önemli. Diğeri, yağmuru ve suyu yönetmek ve aynı doğadaki gibi geçirgen yüzeyler yaratmak.
ME: Sünger kentin mucidi Prof. Yu, şu tespitten yola çıkmış: Çin’deki modern kentler de Avrupa'daki gibi tasarlandı, oysa iklim ve yağış rejimi çok farklı... Asfalt yollar, büyük binalar, beton kaldırımlar yapınca sel afetleri arttı. Bizde de eskiden yollar kaldırımlar taşla döşenirdi, aralarından su geçip toprakla buluşurdu… İstanbul’daki Arnavut kaldırımları gibi. Şimdiyse asfalt yollar, kaldırımlar derken suyu geçirmeyen, mazgallara biriken yağmur suyunun doğrudan denize, kanalizasyona taştığını görüyoruz…
FA: Bu çok önemli, yani geçirimli yüzeyler kullanmak. Arnavut kaldırımı gibi, ama taş olması şart değil. Genel olarak “yüzeyler” deniyor. Kentsel uygulamalarda asfalt yapıyor olsanız bile birçok geçirimli yüzey çeşidi var. Türkiye'de de belli yerlerde kullanılmaya başladı. Yağışı bir şekilde yeraltı suyuna bağlayan yüzeyler. Toprağı da daha geçirgen hale getirebiliyorsun. Çok geçirgen toprak var, az geçirgen var. İçindeki toprak miktarını ve kombinasyonu değiştirerek, geçirgen hale getirebiliyorsun. Sel olma potansiyelini azaltıyorsun. Aslında mantığı o, çok teknik gibi gelmesin. Sünger kentlerde bir diğer önemli başlık, tasarruf ve geri dönüşüm. Bakın bunu da her zaman atlıyoruz.
ME: Çin, 16 pilot kentin her birine yaklaşık 55 milyon Euro yatırım yapmış. Yani bu çözümler yatırım gerektiriyor…
FA: Evet çok para, çünkü yanlış yaptığını düzeltmeye çalışıyorsun. Kentleşirken bunlara uzun süre dikkat etmedik. Dikkat etmeyince gol yemeye başladık. Şimdi buradan nasıl döneceğimizin derdi bu. Özellikle tekrar söyleyelim göller, göletler, kanallar, hani doğal kanallar, parklar, ormanlar, kent içindeki deltalar, çok önemli…Bir golü veya detayı yok etmek bir kav kepçe ve müteahhit ile olurken yerine koymak çoğu zaman imkânsız ya da inanılmaz büyük paralar ile oluyor. Birçok kentimizde delta var, deltalar sadece dağda bayırda şehirden uzak bir yerde değil. Mesela Adana'da iki, Samsun'da iki, İzmir'de üç büyük delta var. Çanakkale'de delta var, İstanbul’un içinde de göller var. Diyeceksiniz ki İstanbul’da doğal olan yer kaldı mı? Büyük Çekmece Gölü, Küçük Çekmece gölü, bizim ormanlar. Her ne kadar içine havaalanı yapılmış olsa da Terkos Gölü büyük bir su toplama havzası. Biraz önce anlattığımız gibi selleri engelleyen tutan sistemler, unutmayalım. Bu alanlar balıkların, kuşların yaşadığı yerler olduğu gibi tatlı su oluşturan ve afetleri taşkınları engelleyen alanlar. Kimilerinin dediği gibi boş ve imara açılması gereken yerler değil.
ME: Modern ve sürdürülebilir mimaride çatılar, hatta duvarlar yeşilliklerle kaplandığını görüyoruz. Yeşil çatı olayı ne? Herkes kafasına göre çatısını bitkilerle doldurursa “yeşil çatı” sayılır mı?
FA: Yok, olmaz! Her şeyin bir yolu, yöntemi var. Önce mantığını anlatalım. Birçok avantajı var yeşil çatının: Biri, yağmurla gelen suyu binadan akıp gitmesini engelleyerek, yavaş yavaş süzerek ve temizleyerek bir haznede toplamak. Diğeri ne biliyor musunuz? Özellikle müstakil evlerde çok kullanılır. Toprağın sıcaklığı havaya göre daha yavaş değişiklik gösteriyor. Bu nedenle eskiler bozulacak ürünleri toprak içinde korurlardı. Sibirya’da falan değilseniz tabii. İnsanlar Anadolu'da toprağın içine peynirini falan saklar, bozulmasın diye. Yeşil çatı uygulamalarını Anadolu'da kerpiç mimaride, ahşapta falan da görebilirsiniz. Su tutması kadar önemli olan, iklimlendirme yapması. Çatıda yeşil alan oluşturduğu için, aynı zamanda dışarıdaki sıcaklığı içeri geçirmede cimri davranıyor. Evin içini aynı derecede tutabilmek konusunda fayda sağlıyor. Klima kullanma derdi de bir ölçüde azalıyor. Dolayısıyla bu yeşil çatılar gerçekten çok önemli. Artık belediyeler bile bununla ilgili bir şeyler nasıl yaparız diye konuşmaya başladı.
ME: Yeşil çatı oluşturacaksak, hangi toprak ve bitki idealdir?
FA: Hangi bitkiyi dikeceğimiz önemli. Denemek isteyen arkadaşlar, hangi bölgedelerse o bölgenin doğal bitkilerini kullanabilir. Toprağın yapısı da önemli. Mesela yüzde 60 kumlu, yüzde 20 kompost ve yüzde 20 de “örtü üstü toprağı” denen karışım. Böyle bir kompozisyon olduğu zaman toprak maksimum derecede suyu emiyor. Ama bu uygulamanın nerede yapıldığı ideal toprak yapısının kompozisyonu için belirleyici etken.
ME: Türkiye'de benim bildiğim İzmir’de sünger kent uygulaması başladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de “15 yaşam vadisi”nde benzer uygulamaları hayata geçireceğini duyurdu.
FA: İlk olarak kamusal anlamda sahiplenilmesi İzmir’de oldu. Belediye, “biz bu sünger kent olayını önemsiyoruz” dedi. İzmir, Türkiye'de en az yağışı alan şehirlerden biridir. Yazın neredeyse hiç denebilecek kadar az derecede yağar. Şehirde deniz seviyesinde, hatta deniz seviyesinin altında yapılaşma olduğu için sel riskinin de çok olduğu bir yer. O yüzden her sene İzmir’de sel olur. Şimdi yağmur suyunu çatıda toplayan ve onu depoya alacak şekilde en basit sistemler destekleniyor. İnsanları teşvik etmek için verilmeye başlandı. Önemli olan, teşvikten de daha ziyade kamusal bir otoritenin bunu kent düzeyinde kabul etmesi. Uygulamaları elbette takip edeceğiz. Halk olarak yapmamız gerekenler var. Daha iyisini, daha fazlasını talep etmemiz ve ne oldu bu sünger olayı kent dememiz gerekiyor.
ME: İstanbul’da çıkıp “sünger kent isteriz” desek yeri midir?
FA: Gayet iyi reaksiyon alabilirsiniz. Çünkü niye? İstanbul'da çok büyük su sıkıntısı ve sel riski var. Daha kötüsü, İstanbul Sakarya deltasından, İğneada’dan su alıyor, yetmiyor kendine. Eskiden Terkos’un çevresindeki su yetiyordu. Artık yetmediği için gidip başka bölgelerden suyu çekiyorlar. O yüzden İstanbul’un sünger kent olması elzem, inanılmaz tatlı su ihtiyacı va. Hani artık Rize’den mi su götürelim İstanbul’a? Tüm Türkiye’yi içecek İstanbul! Neredeyse, ona doğru gidiyor. Çevreci yollarla tedarik etmesi için bu sünger kent konseptine mutlaka geçmesi gerekiyor.
ME: Sünger kentten bahsediyoruz ya, yağmur suyunu ayrı bir yere biriktirmek, kanalizasyona atılan pis sudan ayırmak çok büyük bir teknoloji, yatırım gerektiriyor mu?
FA: Yatırım gerektiriyor tabii. Bakın Türkiye’de yağmur suyu ile atık sular aynı yerde toplanıyor. Tek bir kanalizasyon sistemimiz var, eski tip yeraltı suyu şebeke sistemleri. Artık İzmir’de, İstanbul’un bazı bölgelerinde yağmur suyu yerin altında farklı kanallarda toplanıyor, belli yerlerde depolanacak. Mahalle mahalle. Evlerden çıkan, bildiğimiz kanalizasyonun gittiği su var. Bunlar ayrılınca atık su tesislerine sadece kanalizasyon gidiyor, kapasitesinin üzerinde çalışmak zorunda kalmadığı için çok daha iyi temizleniyor su. Öbür türlü, atık suyun içine yağmur suyunu da koyduğumuz zaman yapamıyor, doğrudan denize deşarj ediyor. Birazcık yatırım maliyeti var. Her yer kazılıyor, borular koyuluyor ama inanılmaz bir artısı var. Belli yerlerde rezervuar alanlar oluşturuluyor. Tarımda kullanılıyor zaten gidip de barajlardaki suyun kullanması çok mantıklı değil. Tatlı suyun yüzde 70’e yakını tüm dünyada tarımda kullanıyor. Hani kaynak sularımızı tarıma verene kadar yağmurdan gelen suyu tarıma verebiliyoruz. Ayrıca endüstride kullanılıyor. İnanılmaz büyük, güzel bir tasarruf. Sel riskini yok ediyor ama o meseleden de çıktı iş.
ME: O yüzden konuşuyoruz bunları. Geleceğe hazırlığın ötesinde, bugünün işinden bahsediyoruz…
FA: Hep böyle bir şeyleri Batı’dan falan görüyorduk ya, bakın bu Çin’den geldi. Artık ihtiyaçtan, lüksten, şımarıklıktan değil. Gerçek bir ihtiyaç ve bunu da en iyi ne yazık ki üzücü bir şekilde deprem bölgemizde gördük. Nasıl altyapının olmadığını... Elbette çok büyük bir yağış, afet derecesinde ama şu farkı tekrar söyleyelim: Bakın bunların her biri bir doğa olayı. Bir doğa olayını doğal afet yapan ne yazık ki bizim iyi ya da kötü uygulamalarımız. Doğayı şeytanlaştırmayalım. Sünger kent gibi doğru uygulamalarla, gerekirse teşviklerle, gerekirse cezalarla kentleri geleceğin dirençli ve yeşil kentlerine dönüştürelim.
ME: Çin’de son durum ne, Dünya’da sünger kent uygulaması nerelerde var?
FA: Şangay, yağmur suyunun yüzde 70’ ini tekrar kullanmaya gidiyor. Çok önemli bir oran. Danimarka- Kopenhag suyu iyi kullanma, yönetim, planlaması ve uygulaması konusunda dünyadaki öncü yerlerden biri. Güney Kore de öyle. Amerika'dan güzel bir örnek, Philadelphia. Hollanda'da Rotterdam…
Kaynak ve okuma önerileri:
- Sünger Kent İzmir uygulaması
- İstanbul için “sünger kent” adımları
- https://www.youtube.com/watch?v=oZEsjNaCCe8
- https://www.bbc.com/news/world-asia-china-59115753
- https://www.mdpi.com/books/book/815