FİLİZ GAZİ
Kısa Dalga - Dünya üzerinde kara para aklama konusunda çalışanların kapalı da olsa üzerinde anlaştıkları fikirlerden biri ülkelerin iktisadi koşulları dışında kara paraya göz yumulduğu hatta bunun küresel düzeyde sistemi besleyen bir tarafı olduğu gerçeğidir.
Kısa Dalga’ya konuşan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Sinan Alçın dünya ölçeğinde kara parayla ilgili şu açıklamayı yapıyor:
“Şu an dünyada üretilen mal ve hizmetlerin değeri 85 trilyon dolar. Ama dolaşan para 300 trilyon dolar. Üç katı fazla para var. Bu fazladan parayı civa gibi düşünelim; girdiği yerde tahribat da yaratıyor ve sistemde gidecek yer arıyor. Yani sisteme dahil olmaya çalışıyor. Geliş kanalları içerisinde bunun adı bürokrasi olabilir, gümrük olabilir, bankacılık sistemi olabilir, buralarda deformasyon yaratıyor. Dünyada özellikle bazı Afrika ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri, bazı Güney Asya ülkeleri ve bazı Türki Cumhuriyetleri özellikle bu kazanılan gelirin sisteme aktarılması konusunda problemler yaşadı ve daha despotik devlet tarzlarının olduğu ülkelerde paranın bir şekilde dışarıya çıkartılabilmesi için de bu kara para aklama yöntemleri kullanılıyor.”
Alçın, “son yılların modern aklama yöntemi” dediği kripto varlıkların kara para aklamada kullanılmasını ise Türkiye özelinde çok dikkat çekici bir sayıyı paylaşarak anlatıyor:
“Dünya ekonomisi içinde Türkiye yaklaşık 20. sırada. Fakat kripto varlık hacmi 160 milyar dolar ile dünyada 4. sırada. Burada bir dengesizlik var. Bu ne demek? Kripto varlıklar paranın izinin kaybedilmesinde kullanılır ve hareket imkânı sağlar. Buna ilişkin sermaye piyasası kanununda değişiklik yapıldı. Ama tam olarak sızıntıyı engelleyebilecek ölçüde henüz yol kat edilebilmiş değil.”
‘Anadolu sermayesi tarikatvari örgütlenme ile paralel gider’
Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu 14 Ocak 2015'te açıkladığı Kamu Yönetiminde Şeffaflık Paketi sonrası, 19 Ocak'ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan eleştiriler gelmişti. Erdoğan, şeffaflık paketi kapsamında TBMM'de grubu bulunan siyasi partilerin grup başkan- vekilleri, genel merkez yöneticileri, il ve ilçe başkanlarına kapsamlı ve kamuoyuyla paylaşılacak mal bildiriminde bulunma zorunluluğu getirilmesine sıcak bakmadığını, "Şimdi sırası değil, ekonomiyi olumsuz etkiler. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız" sözleriyle ifade etmişti.
Prof. Dr. Kerim Sinan Alçın’a bu sözleri hatırlattığımızda Türkiye’nin ağırlıklı olarak Asya tipi üretim modeline sahip olduğuna vurgu yaparak şunları kaydetti:
“Ceberut devlet ama sermayenin de bir şekilde yerelde kendine hareket alanları bulduğu bir birikim modeli var. Büfe açmak istiyorsan bir siyasi partiye, işte kimse iktidarda olan gidip oraya üye oluyorsun. Bir işe çocuğunu sokmak istiyorsan devletle bu tip yatay ilişkiler kuruyorsun. Böylesi bir yapı var. Salkım biçiminde düşünürsek en büyük ekonomik aktör devlet. Buraya yakın ikinci zon, üçüncü, dördüncü zon diyebileceğimiz uzaklaştıkça o yapıdan daha az pay alan ama toplamda bir salkımlanma stratejisi var. Türkiye’nin sermaye birikim modeli yerel ve el yordamıyla oluyor. Buna işte ahbap- çavuş kapitalizmi de deniyor. Nepotizm, kayırmacılık içeren yönleri var. Özellikle Anadolu’da sanayi sermayesinin ortaya çıkışı, gelişimine baktığınızda da örneğin tarikatvari örgütlenme ile paralel gider. Özellikle siyasal İslamcı yapılanmalara baktığınızda bunların tamamı aynı zamanda ticari olarak işler. Mesela sakız fabrikası da vardır, marketi de vardır, kas gevşetici kremi de vardır. Bunları da satar bir taraftan.”
‘Siyasetin finansmanı yasası meşru zeminde düzenlemeli’
Davutoğlu’nun 14 Ocak 2015'te açıkladığı Kamu Yönetiminde Şeffaflık Paketi neleri kapsıyordu?
Kısa Dalga’nın sorularını yanıtlayan Davutoğlu, bahsi geçen paketin içeriğini şöyle anlattı:
“Bu paketi açıkladığımda kritik bir eşikteydik. Paketin özü iki temel ilkeye ve yasaya dayanıyordu: Siyasi ahlak ve şeffaflık. Bu iki ilke ve yasanın temeli üzerinde temiz siyaset binasını ayakta tutacak sütun yasalar hazırladık, çünkü bu sütunlar güç yozlaşması ile korezyona uğramıştı ve çökmek üzereydi. Bu sütunlardan birisi ‘Siyasetin Finansmanı’ yasasıydı. Siyasetin finansmanı meşru zeminlerde düzenlenmemişse siyasiler; ‘iktidar gücü’ne ulaşmak ya da onu koruyabilmek için bulundukları makamların imkanlarını kullanarak ‘para gücü’nü biriktirmeyi bir zorunluluk gibi görülmeye başlar. Geçmişte de bugün de en temel mesele budur. ‘İlçe Başkanı dahi bulamazsın’ sözünün mekaniği siyasetin finansmanın bu mantığında yatmaktadır. Varolanı tespit açısından doğru, bir hastalığı düzeltme iradesinin eksikliği bakımından son derece sakıncalıdır ve ‘kanserin yayılmasını engelleyemiyorsan onu teslim ol’ demektir. Ayrıca yine bu pakette başta Rekabet Kurulu, SPK, BDDK, TMSF, EPDK olmak üzere birçok düzenleyici kurulda ortaya çıkan gri alanları yok etmeye dönük düzenleme ve uygulamalar planlıyorduk.”
‘Görevden aldığımız kişi başdanışman, Danıştay üyesi oldu’
Davutoğlu o dönem için görevden aldığı bir isimden de söz ediyor:
“O dönem siyasi kadroları ahtapot gibi sarmaya başlayan nepotizme karşı bazı üst düzey bürokratları görevden aldım. 2015 yılında görevden aldığımız Karayolları Genel Müdürü önce Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, sonra Danıştay üyesi, daha sonra Karayolları Genel Müdürü olarak devlet adına müzakere ettiği konsorsiyumun yöneticisi olmuştur. Bu görevden sonra Ulaştırma Bakanlığı görevine gelmiş, daha sonra da yine bakan olarak müzakere ettiği konsorsiyumun başına yakın zamanda yönetici olarak geri dönmüştür. Çıkar çatışması üzerinde Yolsuzluk konusunda ders kitaplarına girecek olan bu örnek yaşanırken ne bu kararı verenler herhangi bir norm kaygısı duymuş, ne de herhangi bir denetim mekanizması harekete geçmiştir. Tuzun koktuğu yerdeyiz.”
Davutoğlu’nun bahsettiği isim Mehmet Cahit Turhan.
Turhan, çalışma hayatına 1985 yılında İstanbul 17. Bölge Müdürlüğü Kapıkule-Edirne Yolu Grup Şefliği emrinde mühendis olarak başladı. 2006’da Karayolları Genel Müdürü oldu. Ağustos 2015 tarihinde bu görevden alınarak Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı olarak atandı. 2 Ekim 2015 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafında Danıştay üyeliğine atandı. Danıştay Üyeliğinden emekliliğinin ardından, Kuzey Marmara Otoyolu inşaatını üstlenen konsorsiyumun CEO'su oldu.
‘Kara paranın temelinde insanların ölümü, ailelerin parçalanması var’
Eski Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkan Yardımcısı Ramazan Başak, TC. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Finansman ve Fon Yönetimi Daire Başkanlığı yaptığı döneme binaen şu rakamları paylaşıyor:
“1989’dan 2002’ye kadar özelleştirme gelirleri 9 milyar dolar civarındaydı. 2002’den günümüze kadar 70 küsur milyar dolar. IMF’e borç ödendi deniyor ama IMF’e ödenen borç 17- 18 milyar dolar. 73 milyar dolar var olan bir malı satmış ve servet elde etmişsiniz. Trilyonlarca vergi toplayıp, rasyonel kullanmadığınızı bir kenara bırakıyorum. Bölüşüm tabana yayılmış olsaydı insanlar bu sıkıntıları çekiyor olmazdı.
Biz biliyoruz ki yurtdışında; servetini haksız yolla elde eden, devleti soyan insanların çok büyük bir serveti var. Sadece Londra’da belli yerlerde, belli mevkilerde gayrimenkullerin kimler tarafından alındığı konusunda bir araştırma yapılsa Türkiye’den çok insanın ismi çıkacaktır. Diğer taraftan bizim kirli paraya ihtiyacımız yok ki… Kaynağını açıklayamadığın para zaten gelmesin! Nereden buldun diye sorulsaydı, açıklanamaz para çeker giderdi ve ülke olarak bir şey kaybetmezdiniz. Kaynağı belirsiz paranın temelinde her türlü kirli iş var. Binlerce insanın ölümü, ailelerin parçalanması var.”
Kumarhaneler yıldızı Ömer Lütfü Topal
Kara parayla mücadeleyle ilgili AKP’den önceki hükümetlerin farklı yönelimleri olduğu kuşku götürmez. Ancak suç ve siyaset ilişkisinin AKP ile başladığını söylemek yanlış olur. Örneğin çoğunun aklında “Kumarhaneler Kralı” olarak kalan Ömer Lütfü Topal ismi buna iyi bir örnek.
Topal, 1978 yılında Belçika'da 6 kilo eroin ve 2 sahte pasaportla yakalandı. Belçika üzerinden ABD'ye uyuşturucu göndermekten yargılandı Üç yıl Belçika ve üç yıl da ABD'de hapis yattı ama 1990’lı yıllarda Türkiye’de deyim yerindeyse yıldızı parlamıştı. 1984’te serbest kalan Topal, 1990’da Caddebostan Büyük Kulübü’nü işletmeye başlamıştı bile. İstanbul başta olmak üzere büyük turizm merkezlerinde kumarhaneler açtı. Türkiye’de 20, KKTC, Polonya, Romanya, Azerbaycan ve Türkmenistan’da 6 kumarhaneyi işletiyordu. Yani uluslararası hukukta suçu sabit, başka ülkelerde yargılanan, hapis yatan, sabıkalı bir kişi Türkiye'de 10'dan fazla ilde kumarhane sahibi olmuş ve “iş hayatına” devam etmişti.
Topal, 28 Temmuz 1996'da otomobiliyle evine giderken İstanbul, Yeniköy’de uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Cinayetle ilgili olarak Topal’ın eski iş ortakları Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan ile özel harekâtçı polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Mustafa Altunok ile sigortacı Serdar Özdağ ve Haluk Kırcı, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıp beraat etti.
Bu isim halen daha Vikipedi’de “Türk iş insanı” olarak geçer.
‘Eskiden mafya liderleri ile yan yana gözükmekten kaçınılırdı’
Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, verdiği bir röportajda, İstanbul’da görev yaptığı dönemde polisin kumarhanelerin önünden bile geçmediğini, bu alanın polisin görev sahasının dışındaymış gibi tanımlandığını, o mekânlarda bir istihbarat faaliyeti de yürütülmediğini, bu sebeple de o sahada büyük miktarda gayrimeşru para döndüğünü anlatmıştı.
Hanefi Avcı aynı röportajda bu dönem için geçmişte siyasetçilerin mafya liderleri ile yan yana gözükmekten kaçındıklarını ancak son yıllarda birtakım beraberliklerin açıkça sergilendiğini de ifade etmişti. Bu son tespit aslına bakılırsa AKP'li yılları diğer dönemlerden ayıran özelliklerden biri.
Sedat Peker’in ifşaları, bir dönem başbakanlık yapan birinin oğlunun adının uyuşturucu ticaretinde geçmesi, eski devlet uçaklarına Brezilya’da el konulması, limanlara ve marinalara çöken bilindik isimler, ucu İçişleri Bakanı’na dayanan bir takım ilişki ağları, 250 bin dolara verilen vatandaşlıklar, İstanbul’un orta yerinde çatışan uyuşturucu çeteleri, kırmızı bültenle aranan şahısların İstanbul’da elini kolunu sallayarak dolaşması son dönem Türkiye’sinden sadece birkaç kesit. Yani bu dönem kadar mafyayla haşır neşir olunduğu, kamu kurumlarının tasfiye edildiği, hukukun işlevinin değiştiği, gelir adaletsizliğinin trajik bir noktaya geldiği dönem olmamıştı.
Bir ülkenin yaşanabilir ülke olması için kara parayla mücadele
Son olarak kara para; devletin kurumlarında, toplumun tüm kesimlerinde domino taşı etkisi görür. Suçtan elde edilen paraların ekonomiye sızmasıyla ekonomik dengesizlik artar. Yüksek miktarda aklanan kara para, fiyat dalgalanmalarına, enflasyona yol açar ve bu da milyonların hayatını etkiler.
Kara paranın özellikle gelir kaynaklarında meydana getirdiği ciddi kayıplar kutuplaşmalara sebebiyet verir. Belirli kişi ve zümrelerin giderek zenginleşmesi gelir dağılımındaki adaletsizliği trajik bir noktaya taşır. Suç işlemeye eğilim artar ve suçtan elde edilen gelir cazip hale gelir. Bu da toplumsal çürümenin, ahlaki değerlerin yıkımı demektir.
Kara para aklama; uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan ticareti gibi suç ağlarının gücünü artırır. Bunun sonuçları çok kısa sürede sokağa yansır. Halkların dili değişir. Değer kaybı, rüşvet, hırsızlık kültürel bir özellik haline gelecek kadar baskın hale gelir.
Kara para aklama, vergi kaçakçılığı ve vergi gelirlerinde azalmaya neden olur. Bu da devletin kamu hizmetlerini finanse etme kapasitesini zorlar. Eğitim, sağlık, altyapı gibi kamu hizmeti veren alanlar tıkanır. Bu da bir ülkenin yıkımı demektir.
Kara para aklanma sürecinde dahil olan -yargı, bürokrasi, bankacılık sistemi ve hatta savunma ve istihbarat birimleri- her kurum, birim yozlaşır. Kamu kurumları mafya ve suç örgütlerine hizmet eden kurumlar haline gelir ve devlet, ticari bir şirkete dönüşür.
Kısaca, bir ülkenin yaşanabilir bir ülke olması, kara para aklamada kullanılan yöntemlerin önüne geçebilecek şekilde ilgili mevzuatın yazılması, en ufak yasal boşluklardan arındırılması, şaşmaz şekilde hukukun uygulanması ile ilgilidir. (Haber Merkezi)