Memleket Partisi kurucusu Muharrem İnce, gazeteci Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtladı.
T24'te yayınlanan röportajdan öne çıkan bölümler şöyle:
Seçimlerden sonra üç ay süren sessizliğinizi geçen hafta ilk kez bozdunuz, kuvvetli de bir çıkış yaptınız. “İlke ittifakı” önerinize geleceğim. Ancak öncelikle neden bu kadar uzun süre sessiz kaldığınızı sormak istiyorum. Malum, sizi yıprattığı çok belli olan bir sürecin ardından cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiniz ve kırgınlığınıza rağmen neden hemen seçimin ardından çıkıp konuşmadınız?
Yoğun bir seçim çalışmasından sonra bir süre dinlendiğim doğrudur. Her zaman sahnede olamazsınız, bu süre zarfında da hem sosyal medyada hem yazılı basında görüşlerimi paylaştım. Ama anlaşılan bizi daha fazla görmek ve dinlemek isteyen bir kitle var ki bu sürede çok fazla görünmememizi bir çeşit inziva ya da oruç gibi algılamışlar. Öyle bir durum yok tabi. “Yüzde 60 ile kazanıyoruz, çekilin” diyenler vardı, “Kola kutusu bile koysak kazanırız” diyenler vardı. “Bu son seçim, alıyoruz, sen engel oluyorsun Muharrem İnce. Önümüzdeki engel sensin” diye bas bas bağıran gazeteciler vardı, sanatçılar vardı, siyasetçiler vardı. Bir hayal dünyasında geziyorlardı. Ben bunun bir hayal olduğunu biliyordum. Bunu öngörüyordum. Çünkü her seçimde “Bu son seçim” deniyor. 20 yıldır aynı numara. Ben önce bunları söyleyenler bir konuşsun istedim. Onun için de bir süre bekledim. Bakın bugünlerde görüyorsunuz Fatih Altaylı mesela… Pek çok kişi “Muharrem İnce haklıymış” diyorlar. Görüyorum bunları.
“Tencere iktidarı yıkmadı, çünkü güvenlik öne geçti”
-Daha önce sizi eleştirenler şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyor. Sizinle benzer bir noktaya geldiler ve siz artık konuşabilirsiniz, öyle mi?
Geldiniz ama iş işten geçti. Bugün “Muharrem İnce haklıymış” diyeceklerine keşke o zaman “Muharrem İnce haklıymış” deselerdi. Yani ben deneyimli bir siyasetçiyim. Görüyorum ben durumu. Yüzde 60 ile kazanmaktan bahsediyorlardı. Oysa ben sokağa çıktığımda bunun böyle olmadığını görüyordum. Bir de şunu unutmayınız bakın; “Tencere iktidarları yıkar” ilk kez çalışmadı. Neden tencere iktidarı yıkmadı? Çünkü güvenlik tencerenin de önüne geçer. Çünkü bu topraklar 1000 yıldır Haçlıları, Bizanslıları, Rusları, Yunanlıları, Fransızları, İngilizleri, İtalyanları görmüş.
Bugün Türkiye’de ekonomik sorunların önüne geçen ne tür bir güvenlik sorunu var?
“Suçlu suçsuz ayırmaksızın KHK’lıların tümünü alacağım” dersen, FETÖ ile yakın işbirliğine girersen, HDP ile yaptığın pazarlığın ne olduğu bilinmezse, Rusya-Ukrayna savaşında açık olarak Ukrayna'dan yana tavır koyarsan, bütün bunlar insanların kafasında soru işareti yaratır.
“Beni dinleselerdi seçimi kazanmışlardı”
Bu konular elbette önemli ama sandığa gittiklerinde oy atarken halkın önceliği bunlar mı olmuştur hakikaten? Araştırmaların çoğu Türkiye’de halkın önemli bir çoğunluğu için birincil güvenlik kaygısının ülkedeki sığınmacılar olduğuna işaret ediyor. Sığınmacılar meselesinin kontrolden çıkmasının sebebi AKP iktidarlarının son 10 yıldaki politikaları değil midir? Tencerenin önüne güvenlik kaygıları konulduysa, neden halk öncelikli güvenlik sorununu yaratan iktidarın devamı için oy kullandı?
Bu konuda Altılı Masa içerisinde herkes aynı şeyi söylemedi ki. Biri “göndermeyeceğiz” dedi, öteki “göndereceğiz” dedi. Biri “Anayasanın ilk dört maddesini tartışacağız” dedi, öbürü “tartışmayız” dedi. Biri “kamulaştıracağız” dedi, öteki “özelleştireceğiz” dedi. Kafa karışıklığı yarattığınız zaman bunun içinden çıkamazsınız. Kafa karışıklığı, o çok seslilik aslında insanlara güven vermez. Bakın, ben şöyle bir şey önermiştim, “Yedi cumhurbaşkanı yardımcısı olmaz. Bu doğru değil. Bir tek cumhurbaşkanı yardımcısı olsun, o da Meral Akşener olsun. Çünkü İYİ Parti muhalefetteki en büyük ikinci parti. Ben hiçbir şey istemiyorum. Cumhurbaşkanı yardımcılığı da istemiyorum, bakanlık da istemiyorum, size destek vereceğim.” Bunlar beni dinlemiş olsalardı bugün seçimi kazanmışlardı.
Peki siz o açıklamaları yapmadan önce ya da yaptıktan sonra Meral Hanım’la bir görüşmeniz olmuş muydu? Şunun için soruyorum; Meral Hanım’ın masadan kalktığı Mart krizinden önce tek cumhurbaşkanlığı yardımcılığının ona verilmesine dönük bir pazarlık döndüğü konuşuluyordu.
Hayır, kendisiyle görüşmem olmadı. Ben başka bir şey söylüyorum. Tamam, seçim kaybedildi. Fakat yapılan yanlışlardan birisinin doğuracağı bir büyük hata daha olacak yakında. Bol keseden verilen milletvekillikleri var ya… CHP’nin o 39 milletvekilini o partilere vermesinin nasıl büyük bir yanlış olduğunu bütün toplum görecek. Olası bir anayasa değişikliği teklifinde, tartışmalı yasalarda görecekler.
Depremden önce AKP ve MHP’nin ortak imzasıyla kamuda çarşaf ve peçeye serbesti getiren anayasa değişikliği teklifi TBMM’ye sunulmuş ve komisyonda kabul edilmişti. Deprem nedeniyle rafa kalktı. O teklifin meclis açılınca yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Bunu mu kastediyorsunuz “yakında” diyerek?
Ne bileyim, şu anda bilemiyorum ne getireceklerini. Ama muhalefet cenahında önemli bir kesim, Cumhuriyetçilerin, Atatürkçülerin şiddetle karşı çıkacağı bir kanun teklifi gelmesi durumunda o 39 milletvekilinin AKP ile birlikte hareket edeceğinden hiç kuşku duymuyor. Laikliği konuşmaktan utanan bir muhalefet var.
Siz Erdoğan'ın bu yeni dönemde anayasadaki “laiklik” prensibini kaldırmak ya da bir biçimde tırpanlamak için harekete geçeceğini mi düşünüyorsunuz?
Doğrudan laikliği hedef almasa bile bilimsel eğitimin darbe alacağını düşünüyorum.
Zaten yeterince darbe almadı mı, özellikle üniversiteler?
Tabii. Ama ben diyorum ki; AKP bu yönde çok daha fazla mesafe alırsa bu CHP sayesinde meclise sokulan 39 milletvekilinin sayesinde olacak. Yani bu ne yazık ki CHP eliyle yapılmış olacak. Yüzde 1 oyu olmayan partilere bu kadar vekillik verildi. Sonra bunlar bir de üzerine CHP’ye, CHP’li seçmene hakaret ettiler.
Hakaret ile neyi kastediyorsunuz?
İşte, “Tek başına girse seçimi kazanamaz” gibi laflar ettiler. “Hakkımızdan daha azını aldık” dediler. Bir sürü laf ettiler. Babacan da etti, Davutoğlu da etti böyle laflar.
29 Ağustos’ta yaptığınız basın açıklamasında çekilme kararınızdan önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 29 Mart’ta yaptığınız görüşmeye atıfta bulundunuz ve kendisini seçimin iki turlu olacağı konusunda uyardığınızı söylediniz. Zaten o görüşmeden sonra çekilmeme kararı almıştınız. O görüşmede Kılıçdaroğlu sizi neden ikna edememişti ya da etmeye çalıştı mı? O zaman “Dostlar alışverişte görsün” ziyareti demiştiniz. Ama seçimden sonra Kılıçdaroğlu’nun başka liderleri ikna için birtakım pozisyonlar önerdiği ortaya çıktı. Size neden Ümit Özdağ’a önerdiği gibi bir teklifle gelmedi sizce?
Ben bunlara, bu polemiklere artık girmem. Aslında o zaman yaptığım açıklamalara bakarsanız her şeyi olduğu gibi söylediğimi görürsünüz. Ancak hakkımızda “seçimi kaybettiren”, “bir bölen” kampanyası yapıldığı için ne dediysek duyulmadı, anlaşılmak istenmedi. İşin doğrusu aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Teklif geldi gitti, ona verdiler bize vermediler tartışması değil mesele. Mesele ilkelerin ortaya konulamaması, halka inilememesi, amacın net bir şekilde ortaya konulamaması, hata yapılması, hatalar yapılması ve bunlarda ısrarcı olunmasıydı. Neticeyi hep birlikte gördük. Ben bu defteri kapadım. Onlar dünde kaldı. Dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
“2024 yerel seçimleri 2023 seçimlerinden daha tehlikeli; yine siyaset mühendisliği yaparsanız belediyeleri de AKP’ye teslim edersiniz”
Nasıl kapattınız, daha doğrusu nasıl kapatabildiniz?
Birincisi, siyaset küllerinden yeniden doğma sanatıdır. İkincisi, siyaset önüne bakma işidir. Şimdi ben bir uyarıda daha bulunuyorum; önümüzde yerel seçim var şimdi. Bu yerel seçimi geçtiğimiz seçimden daha tehlikeli görüyorum. Çünkü merkezi hükümeti almış bir iktidar, dolar 30 liraya yaklaşırken yeniden seçimi almış, meclis çoğunluğunu sağlamış bir Erdoğan var. Belediyeleri almak şimdi daha kolay onun için. Yani önümüzdeki yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçiminden daha zor bir seçim. Çünkü psikolojik bir üstünlük sağlamış.
Onun için geçmişi bırakıp, siyaset mühendisliği yapmadan aklı başında biçimde yeniden masaya dönme zamanı. Ama bu öyle “altı taneyi alalım yan yana dizelim, hepsine bir şey verelim” şeklinde bir mühendislikle olmaz. Siyaset mühendislikle yürümez. Siyaset sahada olur. Eğer bu tür bir mühendisliği yeniden yaparsanız bu sefer belediyeleri de teslim edersiniz. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, şu mühendislikten bir vazgeçilsin. Bu iş mühendislikle olmaz, akıllı olur, bilimle olur. Ben bunları söylüyorum.
Şu an için CHP’de kurultay takvimi net değil ve Kemal Kılıçdaroğlu partisini en azından yerel seçimlere kadar Genel Başkan olarak götürmek istiyormuş gibi bir görüntü veriyor, belki de hiç çekilmeyecek. Durum buyken siz muhalefete yeni bir ittifak modeli öneriyorsunuz. Yani yerel seçimlerin de AKP’nin zaferiyle sonuçlanmaması için Kemal Kılıçdaroğlu ile çalışabileceğinizi mi söylüyorsunuz?
Hayır, bakın ben şunu diyorum; Türkiye duvara toslamak üzere, ekonomik olarak yerel seçimden sonra toslayacak. Körfez ülkeleriyle yapılmış anlaşmalar var ama gelen bir tek dolar yok. Türkiye ekonomik olarak duvara toslamak üzere ve bir de bir yerel seçim var. İktidar bu toslamak üzere olan ülkenin bütün kaynaklarını seçimden önce tekrar çarçur edecek. Onun için bütün muhalefete siyaset mühendisliği yapmadan, millete payeler dağıtılmadan, aklı ve bilimi kullanarak, siyasetin argümanlarını kullanarak bir iş birliği öneriyorum. Yoksa, “Sana bu ilçeyi verelim, sana bu büyükşehri verelim, sana bunu verelim” değil. Bu tür yaklaşımlarla yine duvara toslanır.
***
-Altılı Masa mimarisine ilişkin eleştirilerinizi yaparken İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ayrı bir yere koyuyorsunuz. Bu şu anlama mı geliyor; “ilke ittifakı” dediğiniz yeni ittifak arayışınızda ilk kapısını çalacağınız lider o mudur? Ya da liderlerin kapısını çalmayı düşünüyor musunuz?
Bizim söylediğimiz şudur: Türk siyasetine demokrasiyi getirmeyi vaat eden siyasi partilerin öncelikle bu demokrasiyi kendi partilerine getirmeleri lazımdır. Parti içi demokrasisi olmayan ama memlekete demokrasi getireceğini söyleyenlerin çağrısı samimi değildir. Partiler anti demokratik olduğu için ilkeleri neredeyse aynı ama tabelaları farklı siyasi partiler vardır. CHP parti içinde demokrasiyi işletseydi bugün Memleket Partisi kurulmuş olmazdı, benzer şeyi İYİ Parti için de söylemek mümkündür. Seçim ittifakı yaptığınız zaman birbirine benzemezlerin bir araya gelmesi ile oluşturulan ittifaklar seçmen tarafından ilkeli görülmemekte menfaat ittifakları olarak görülmektedir.
Memleketin temel meseleleri öylece ortada durmakta, devletin kuruluş felsefesinden uzaklaştırılmakta, Beyaz Zambaklar ülkesi olmak üzere çıktığımız yolculukta ülkenin ekseni Ortadoğu bataklığına kaydırılmakta milletimiz bilinçli bir şekilde cahilleştirilmekte, vatan toprağı da yine bilerek ve isteyerek işgal ettirilmektedir. Bu şartlar altında sen ben kavgasına bir son verip onurlu bir şekilde kol kola girerek, ülkenin giderek kötüleşen durumundan vazife çıkararak, ne yapılması gerektiği konusunda herkesle görüşeceğiz, milletimizin sesini dinleyeceğiz. Pes etmeyeceğiz mücadele etmeye devam edeceğiz.
***
Twitter’da bir mesaj yayınladınız ve şunu dediniz: “Kemal Kılıçdaroğlu'na rakip olma cesareti gösteremeyen değişimciler, Tayyip Erdoğan'ı değiştiremez. Erdoğan'ı ben göndereceğim!” Sizce kimse kurultayda Kılıçdaroğlu’na karşı rakip olma cesareti gösteremeyecek mi?
Değişim isteğini anlarım fakat bu değişim kişilerin değişmesinden ibaretse, yeni gelen kişi de çok kısa sürede “eski” olacaktır. Yani yeninin eskimesi kolaylaşacaktır. Değişimden kasıt zihniyet değişimi ise, tüzük değişimi ise bunu anlamlı bulurum. Fakat değişim isteyen arkadaşlardan şöyle bir şey duymadım ben; Partinin genel başkanını üyeler seçsin, partinin cumhurbaşkanı adayını üyeler seçsin, milletvekilleri,ön seçimde gelsin. Böyle bir şey duymadım. “Sen git, ben geleyim.” Bu değişim değil ki! Siyaset bir cesaret işidir. Eğer bir değişim talebiniz varsa, köklü bir değişiklik talebinde bulunacaksınız, genel başkanı üyeler seçecek, cumhurbaşkanı adayını üyeler seçecek, milletvekillerini üyeler seçecek. Kendi partinizde demokrasi istemeden, Türkiye'de demokrasi isteyemezsiniz. Mesela Memleket Partisi’nde öyle, üyeler seçiyor Genel Başkanı. Ha bugün için üye sayımız az olabilir ama bu bir duruştur. Biz bunu savunuyoruz.
Siyaset kapalı kapılar ardında yapılan planlarla hesaplarla yapılmaz. Cesaret işidir. İkircikli tavırları seçmen sevmez, net duruşu sever. Yapılan açıklamalara bakıyorsunuz sürekli bir arka plan hesabı var, “onu istersem bu elimden gider” düşüncesi ile bir ileri iki geri adımlar, söylemler. Siyaset bu kadar hesabı kitabı pazarlığı kaldırmaz. Sizce Kılıçdaroğlu’na karşı aday olmak cesaret isteyen bir şey midir? Hem de şimdi?
Tüzüğün değiştiği ve üyelerin karar süreçlerinde etkili olduğu bir CHP senaryosu sizin için “CHP’ye dönüş senaryosu” olabilir mi?
Ülkenin siyasetini CHP içindeki çekişmelere hapsedersek bir yere varamayız. “Ülkemiz için ne yapmalı?” sorusunun cevabını iyi niyetli herkesle aramaya çalışacağız. “Ülkede ne olursa benim için en iyisi olur?”un cevabını değil “Ülke için neyin en iyi olduğu?”nun cevabını arayacağız. Bu arayışın sonunda siyasetten çekilmem gerektiğini görürsem çekilirim ya da aklınıza gelen herhangi başka bir fedakârlık için tereddüt etmem.
CHP’de bahsettiğiniz türde bir değişim olursa dönebilirsiniz yani….
Neden olmasın? O zaman orası Memleket Partisi'ne benzer zaten. Ben niye ayrılayım oradan?
O tür bir senaryoda Memleket Partisi’ndeki sizinle beraber yola çıkmış arkadaşlarınız da CHP’ye gelir mi?
Memleket Partisi ülkenin en demokrat partisidir. Her türlü kararı üyelerine sorar kurullarında kararlarını alır. Türkiye’deki bir gazeteci olduğunuz için sorunuzu yadırgamıyorum çünkü siz de herkes gibi parti genel başkanlarının tek başlarına partileri adına her türlü kararı almalarını doğal karşılıyorsunuz. CHP’de gerçek bir dönüşüm olursa CHP, Memleket Partisi olmuş olur. Genel Başkanı üyeler seçiyor, cumhurbaşkanı adayını üyeler seçiyor. Partide demokrasi var. Niye gelmesinler? O zaman gerek yok ki yeni bir parti kurmaya.
***
Sizin Z kuşağına hitap ettiğiniz hep konuşuldu ama Z kuşağını da kocaman tek bir blok olarak yorumlamak hep yapılan bir hata. Atatürkçülük vurgusunu öne çıkartan bir siyasetçi olarak diyorsunuz ki sizin başında olduğunuz Memleket Partisi’ne yönelenler arasında muhafazakâr mahallenin Z kuşağına mensup çocukları da var. Bu kitleyi nasıl tanımlarsınız?
Bu 20 yıllık düzenden bıkmış ama eli CHP’ye de gitmiyor. İyi eğitimli, kuantumu biliyor, nano teknolojiyi biliyor. Muharrem İnce’nin dilini beğeniyor, Muharrem İnce’nin duruşunu beğeniyor. Azerbaycan duruşunu, Libya duruşunu, SİHA’lar konusundaki duruşunu beğeniyor. Hükümetin kendilerine yalan söylediğini biliyor. Ama eli CHP’ye gitmiyor. Şimdi böyle bir seçmen var.
Bugün siz CHP’ye geri dönseniz onlar da sizle birlikte CHP’ye gelecek mi?
Gelir.
2018’te gelmediler ama…
Geldi, nasıl gelmedi? Efendim elli günde o kadar geldi. CHP'nin oyu kaçtı? Yüzde 22,5. Muharrem İnce’nin oyu kaçtı? Yüzde 31. CHP’nin aldığı oydan yüzde 35 daha fazla oy almışım. O gün için 8,5 puan geldi, yarın 18,5 puan gelecek. Gelecek…ben bunu biliyorum. Fakat CHP yönetimi bunu okuyamıyor. Yine söylüyorum, ben Kemal Bey'in yerinde olsam “Ya şu Memleket Partisi’ne tek kötü kelime etmeyin” derdim. Öyle bir yaklaşım sergileselerdi ikinci turda Memleket Partisi sempatizanları ona oy verebilirdi. (Kısa Dalga)