ÖHD Eş Başkanı Alcan: “Avukat eylemlerinde polis şiddeti arttı, yasaklar hukuki değil keyfi”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan hazırlanan Yasaksız Meydan'ın 11. bölümünde İrem Afşin’in konuğu olan Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Başkanı Avukat İlknur Alcan; avukatların eylem haklarına dair yaşadıkları ihlallerini anlatıyor. Alcan, eylemlere getirilen kısıtlama ve yasakların tamamen hukuk dışı olarak idarenin keyfi kararlarıyla gerçekleştiğini söylüyor.

Avukatlar son yıllarda barışçıl toplantı ve gösteri hakkını kullanmak isteyen kadınlar, işçiler, gençler, LGBTİ ’lar gibi farklı grupların gösteri hakları engellendiğinde polis ile eylemcilerin arasında yer alırken; öte yandan farklı amaçlarla yaptıkları kendi eylemleri de düzenli olarak engelleniyor. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Başkanı avukat İlknur Alcan, eylemlere getirilen kısıtlama ve yasakların tamamen hukuk dışı olarak idarenin keyfi kararlarıyla gerçekleştiğini söylüyor. Alcan, "Adalet Nöbeti" ve "Savunma Yürüyor" eylemleri kapsamında avukatların eylem haklarına dair yaşadıkları ihlalleri anlattı.

 Avukatlar tarafından gerçekleştirilen en sürekli ve düzenli eylemlerden biri olan “Adalet Nöbeti”; 21 baro başkanının katılımıyla Nisan 2017’de Cumhuriyet Davası kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan avukatlar Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör ve Akın Atalay için adalet talebiyle başlıyor. 

KESİNTİSİZ DEVAM EDEN NÖBET


 85 hafta boyunca Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde kesintisiz olarak devam eden eylem, Şubat 2019’dan itibaren nöbetin her ay bir baronun ev sahipliğinde, farklı illerde tutulması ile devam ediyor.

Nisan 2020’de pandemi nedeniyle çevrimiçi olarak gerçekleştirilen “Adalet Nöbeti” 6 Nisan 2017’de Çağlayan’da ilk nöbete polisin orantısız güç kullanarak müdahalesiyle de biliniyor. Avukatların darp edildiği, sekiz avukatın gözaltına alındığı, bir avukatın burnunun, bir avukatının ayağının kırıldığı eyleme katılan sekiz avukata dava açıldı. Açılan davalardan bir diğeri ise adliye içinde bekleyen avukatlara konuşma yaptığı gerekçesiyle avukat Kemal Aytaç’a açılan davaydı. Aylarca süren davanın konusu, adalet nöbetindeki basın açıklamasıydı, bu davadan da beraat çıktı.

“ADALET NÖBETİ” TOPLUMSAL MUHALEFETİN SESİ OLDU”

 Av. İlknur Alcan “Adalet Nöbeti”nin hedeflerinden bahsederken, avukatların hukuksuz yere tutuklanması nedeniyle başlayan nöbetin dönemin gündemine göre şekillenen adalet talepleri ile devam ettiğini anlatıyor:

Adalet nöbetine başlamamızın asıl nedeni Cumhuriyet Gazetesi avukatları Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör ve Akın Atalay’ın gözaltına alınıp tutuklanmasıydı. Aynı dönemde seçilmiş belediye başkanları ve siyasetçiler, başka avukat arkadaşlarımız da gözaltına alınıp tutuklandılar.

O dönem bizim yaptığımız; OHAL kararnameleri ile kısıtlanan gösteri yürüyüşü ve ifade özgürlüğü kısıtlamalarına bir tepkiydi. İlk hafta eylemi gerçekleştirdiğimizde polis saldırısı ile karşı karşıya kaldık. İki arkadaşımız yaralandı ve sekiz arkadaşımız hakkında dava açıldı. Ancak bizim şikâyetimiz hakkında bir sonuç çıkmadı; arkadaşlarımız da yargılama sonunda beraat ettiler. Her hafta Çağlayan adliyesi önünde nöbet düzenledik. 85 hafta boyunca, Türkiye’deki hak ihlallerini her nöbette dile getirdik.

Her hafta, Türkiye’nin neresinde bir hak ihlali olmuşsa, o ihlali nöbet sırasında vurguladık. Farklı illerden baro başkanları ve avukat arkadaşlarımız nöbetlere iştirak ettiler. “Adalet Nöbeti” bir nevi toplumsal muhalefetin sesi oldu. O dönem çok fazla baskı vardı ve herhangi bir basın açıklaması veya toplantı yapma hakkı tamamen kısıtlanmış durumdaydı. Nöbet aslında biraz buna ses oldu, nefes oldu. O nedenle biz avukatlar olarak bu nöbetleri yaptığımız için mutluyuz. Daha sonra nöbet illere yayıldı ve birçok ilde gerçekleştirildi. Her ilde aylık gerçekleşen hak ihlallerini o ilin nöbetinde biz kamuoyu ile paylaştık. Örneğin Aydın’da yaptığımızda çok büyük çevre katliamları yaşanıyordu. Nöbete avukatlarla birlikte çevre katliamlarına karşı duran halk da katılmıştı. Diyarbakır’da yaptığımızda, sevgili Tahir Elçi’nin ölüm yıldönümüne denk gelmişti, onu andık. Birçok farklı ilde bu şekilde nöbeti gerçekleştirdik.”

 Haziran 2020’de ortaya çıkan “Çoklu Baro Yasa Tasarısı”nı protesto etmek isteyen baro başkanları, illerden Ankara’ya yürüyüş kararı aldı. 22 Haziran’da başlayan “Savunma Yürüyor” eylemi Ankara girişi başta olmak üzere farklı illerde polisin müdahalesi ile engellendi. Yapılan protesto ve görüşmelere rağmen “Çoklu Baro Yasa Tasarısı” Meclis’ten geçerek kanunlaştı.

 “ANASAYA’YA AYKIRI BAROLAR YASASI” 

Av. İlknur Alcan “Anayasa’ya aykırı” olduğunu söylediği yasanın çıkmaması için yaptıkları “Savunma Yürüyor” eylemini şöyle aktarıyor: “Yasa çıktı ve şu anda İstanbul’da kurulan ikinci bir baro var. Yasayla birlikte 2000’in üzerinde avukat başvurursa yeni bir baro kurma hakkına sahip oldu, ama tabii yasa bizce Anayasaya aykırı, çünkü barolar aynı zamanda bir kamu görevi görüyorlar. Örneğin nasıl İstanbul’da bir bakanlığın iki temsilcisi olamazsa, iki tane de baro olamaz. Bir sakıncası daha var, bu tamamen politik bir durum. Şu anda vekâlet çıkartırken hangi baroya kayıtlı olduğunuz soruluyor. Tabii bu kadar siyasallaşmış bir hukuk ve yargı sisteminde iki baro arasında, kayıt yaptıran avukatlar arasında da muhakkak bir eşitsizlik durumu yaratacaktır. Belli bir ekonomik çatışmayı da beraberinde getirecektir. Yine hakimler, savcılar karşısında da hangi baroya kayıt yaptırdığınız, bu kadar yargının siyasallaştığı bir dönemde muhakkak etkili olacaktır ve bunlar eşitlik ilkesine de aykırıdır.

 “Biz tam da bu nedenlerle tamamen yasaya aykırı olması nedeniyle hem İstanbul’daki hukuk kurumları hem farklı şehirlerdeki hukuk kurumları ile görüştük. Barolarımız kendi aralarında bir görüşme yaparak bu yasa tasarısını protesto etmek amacıyla Ankara’ya yürüme kararı aldılar. Ankara girişinde engellendiler. Bir gece orada kaldılar, ertesi gün yürüyüşe izin verildi. Sonrasında yine polis müdahalesi ile karşı karşıya kaldıkları için, biz farklı illerdeki avukatlar onlara destek amacıyla kendi illerimizde basın açıklamaları yaptık. Biz de burada Çağlaya Adliyesi’nde yapmıştık. Sonrasında da Ankara’da yine baroların çağrısıyla aslında Adalet Bakanlığı’na yürünecekti, ancak polis müdahalesi ile Ankara Adliyesi önünde bir nöbet tutularak açıklama yaptık, bütün gün oradaydık. Sonrasında bu yasa çıktı, ancak biz  anlattığım nedenler dolayısıyla halen bu yasanın Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyoruz.

 “ENGELLEMELER HUKUKİ DEĞİL, KEYFİ”

 Alcan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkının engellenmesinin “tamamen keyfi” olduğunu belirtiyor: “Anayasa bu konuda çok açık. Anayasanın 34. maddesi önceden izin alınmaksızın herkesin gösteri ve toplantı yapabileceğini, basın açıklaması yapabileceğini söylüyor. Yine Anayasanın 26. maddesi de düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenler, hakkın kısıtlanması için demokratik toplumda belli kriterler var. Demin bahsettiğimiz eylemler o kadar keyfi nedenlerle kısıtlanıyor ki, iktidarın tamamen muhalefetin sesini kısmak ya da beğenmediği eylemlerin önünü kapatmak amacıyla yaptığı bu kısıtlamaların hukuki hiçbir gerekçesi yok. Oturma eylemi de tıpkı basın açıklaması gibi değerlendiriliyor ve bir gösteri, toplantı yürüyüşü hakkının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu konuda Yargıtay’ın ve AİHM'nin verdiği kararlar var. Hepsinde de ihlalle karşılaşıyoruz, ihlal kararları alıyoruz ama buna rağmen şu anda halen bu engellemelere devam ediliyor. İsteyen herkes önceden valiliklerden ya da herhangi bir kurumdan izin almaksızın basın açıklaması, barışçıl gösteri ve toplantı yürüyüşü yapma hakkına sahip. Ama 15 Temmuz darbe girişiminden sonra maalesef iktidar bazı durumları kendine kullanarak yol açıyor.”

 “PANDEMİ BAHANESİYLE ALINAN YASAK KARARLARI”

 Alcan, iktidarın pandemi önlemlerini de aynı amaçla kullandığını düşünüyor: “Pandemi döneminde de, OHAL döneminde de, sonrasında da OHAL’de getirdikleri tüm kanun hükmünde kararnamelerle kısıtlamaları sonra yasallaştırmaya çalıştılar. Tamamen Anayasaya aykırı bir şekilde bugün yine pandemi gerekçe gösterilerek kısıtlama ve sokağa çıkma yasağı kararları veriliyor. Bunların hiçbirinin hukuki bir dayanağı yok. Örneğin, Metin Lokumcu davası bu hafta 21 Nisan’da görüldü, ama duruşmadan önce kurumlara Trabzon Valiliği, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasına dair yasak kararı tebliğ etti. Bir yerde bir muhalefet sesi varsa, o dönemin koşulları neyse -darbedir pandemidir- gerekçe gösterilerek, önü kapatılmaya, sesler kısılmaya çalışılıyor. Ama tabii yapılan bu kısıtlamalar tamamen hukuka aykırı ve idarenin keyfi kararı. Bu nedenle başvuru yapıldığı zaman mutlaka ihlal kararları çıkacaktır.”

“YARALANAN, MAĞDUR OLAN MESLEKTAŞLARIMIZ OLDU”


İlknur Alcan, birçok eylemde güvenlik güçleriyle avukatlarının karşı karşıya getirilmesini yorumlarken “Özellikle ve bilinçli yapıldığını düşünüyorum” diyor:

“Ne zaman avukatlar bir açıklama yapsa, polis oradadır. Kendim de bu şiddetin mağdurlarından biriyim. Bir avukat arkadaşımız gözaltına alınmıştı, mahkeme başkanının kararıyla ifadesini verirken bütün avukatları dışarıya atmaya çalıştılar. Ben de ayağıma darbe aldım ve hâlâ sorunlar yaşıyorum.  Çevre eylemlerinde, işçi eylemlerinde ya da herhangi bir hak mücadelesine ilişkin eylemde halkla polis arasındaki iletişimi, düzenleyiciler arasında avukatlar varsa avukatlar yapar. Ama özellikle avukat eylemlerinde, artık son dönemde iktidarın avukatlara olan tepkisinden kaynaklı olarak polisin özellikle avukatlara karşı bir şiddet eylemine girdiğini görüyoruz.  Birçok arkadaşımız mağdur oldu, yaralandı, davalar açıldı. Ama maalesef polis şiddetinin önünü alamadık. Avukat Zeycan Balcı'nın beli kırıldı, halen yargılama sürüyor. Bizim şikayetlerimizde, davalar daha geç açılıp yargılamalar daha uzun sürerken; polislerin bizler hakkında açtırdığı soruşturmalar hemen davaya dönüşüyor, işleme konuyor. Bunun iktidarın bilinçli bir politikası olduğunu düşünüyorum. Her iki kesimi birbirine karşılıklı getirme politikasının özellikle yapıldığını düşünüyorum.”

“YAPTIKLARI SAVUNMALAR NEDENİYLE YARGILANAN AVUKATLAR VAR...”

ÖHD Eş Başkanı avukat İlknur Alcan, son yıllarda savunmanın engellenmesini, avukatların seslerinin kısılmak istenmesini iktidar baskısı ve adalet yoksunluğu ile açıklıyor:   “Biz avukatlar aynı zamanda halkın temsilcileriyiz, avukatların sesini kıstığınız zaman tüm toplumun sesini kısmış oluyorsunuz. Sevgili arkadaşımız Ebru Timtik yargılandığı dosyada  nasıl bir yargılama yürütüldüğünü göstermek için, adalet arayıp bulamadığı için kendi vücudunu ölüme yatırdı ve onu kaybettik. Türkiye'de maalesef adalet yok. Hem kendi yargılandığım dosyalarda, hem de müvekkillerimizin yargılandığı dosyalarda bunu görüyorum. Çok siyasallaşmış bir yargı var ve adalet arayışımız en azından Türkiye'deki iç hukuk yollarında karşılığını bulmuyor. Bakın bugün AİHM bir karar veriyor ve mahkemeler kararı uygulamıyor. AYM karar veriyor; yerel mahkeme kararı uygulamamak için diretiyor.  AYM kararını uygulayamayan bir mahkemede sizin hukuki açıdan yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. Tabii ki avukatlar bu hukuksuzluğa tepki gösterdiği için duruşma salonlarından dövülerek atılıyor. Yaptıkları savunmaya ilişkin haklarında dava açılan avukatlar var, ama hukuken yaptığınız savunmaya ilişkin dava açılmaması gerekir. Savunma tıpkı vekillerin meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalardaki dokunulmazlık gibi bir dokunulmazlığa sahip. Ama maalesef günümüzde öyle değil. Müvekkilinizi savunduğunuz için hakkınızda dava açılıyor. Örneğin Çağlayan'da hakimler savcılar kokteyl verirken, Kızılay kan toplarken; avukatların basın açıklaması yapmalarından dolayı propaganda gerekçesiyle dava açılıyor.

Ankara Gar Katliamı nedeniyle adliyenin içinde avukatlar protesto yaptıkları için, bugün propaganda suçlamasıyla yargılanıyorlar. İktidar tarafından özellikle avukatlara yönelen bir tepki var; çünkü avukatlar aynı zamanda gazetecilerin avukatı, muhalefetin avukatı, işçinin avukatı, siyasetçinin avukatı. Dolayısıyla avukatların duruşma salonunda dile getirdikleri söylemler, bu adalet arayışı tek kişinin iktidar alanına tehdit algılanıyor. Bu nedenle de avukatlar üzerindeki baskı artırılmaya çalışılıyor. Bu çoklu baro yasası da bunun bir sonucu, bundan ayrı düşünmemek gerekir.”

 “AVUKATLARIN SUSMASI MÜMKÜN DEĞİL”

Alcan, “Avukatlar asla susmaz, mücadeleden de vazgeçmez” diyerek, sözlerini şöyle bitiriyor: “Biz avukatların susması gibi bir durum söz konusu değil. Ben de bir derneğin eş başkanıyım. İstanbul'daki hukuk kurumlarını da biliyorum, baroları da biliyorum. Avukatların herhangi bir hak ihlaline karşı susması mümkün değil. Bu avukatlığın meslek etiğine de aykırı olur. Umuyorum ki pandemi sonrasında daha demokratik bir toplum olur, şu an mümkün gözükmüyor tabii; ama olmadığı dönemde de avukatlar asla susmaz, mücadeleden de vazgeçmez. Biz her hafta “Adalet Nöbeti”nde söylüyorduk, ‘Bu son olsun, gerek duyulmasın’ diye. Umarım gerek duyulmaz, ama gerek duyulursa da avukatlar mücadeleye her zaman devam edeceklerdir.”

 SÖYLEŞİNİN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN PLAY'E TIKLAYIN



***Eşit Haklar İçin izleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini  düşünüyorsanız, barışçıl toplanma özgürlüğünüze dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği / Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

 

 

Söyleşi Haberleri